ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin dünya hegemonyasında bıraktığı boşluğu doldurduğu günden bugüne kadar, Latin Amerika’dan, Afrika’ya, oradan da Asya’ya ve Ortadoğu’ya kadar çok geniş bir alanda egemen güç olabilmek adına sayısız ülke işgaline, sayısız darbeye ve sayısız katliama imza atmış bir ülkedir. Bunu, bazen yalnız başına, bazen yerli işbirlikçileri ile bazen de destek aldığı diğer emperyal güçler kanalıyla yapmıştır. Kendi çıkarlarına karşı çıkan herkesi ve her ülkeyi çağdışı, terörist, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan ülkeler, örgütler ya da kişiler kategorisine koyarak düşman ilan etmekten çekinmemiştir. ABD, sadece en büyük emperyalist bir ülke değil, aynı zamanda da en büyük terörist ülkedir! Bu iki özellik, kuruluşundan beri, ABD’yi en iyi şekilde tanıtan ve tanımlayan özelliktir. Çünkü ABD kuruluşundan beri, önce kendi kıtasındaki ülkeleri ve daha sonra yakın ve uzak diğer kıta ötesi ülkeleri içten ve dıştan oluşturduğu terörist grupların faaliyetleriyle, aşama aşama kendi hegemonyasına alarak günümüzün süper ülkesi konumuna gelmiştir. Bu konumunu devam ettirmek için her tür terör faaliyetini, meşru bir hak olarak görmektedir.
TERÖRÜN ASIL MÜSEBBİBİ ABD’DİR
Bireysel ve örgütsel terörün tek müsebbibi başta ABD olmak üzere diğer emperyal ülkelerdir. Bu emperyal ülkelerin işgalleri, tecavüzleri, katliamları olmasaydı, bireysel ya da örgütsel terörün gündeme gelmesi de mümkün olmayacaktı. Çünkü El Kaide, IŞİD ya da benzeri diğer örgütler durduk yere ortaya çıkmamıştır. Bu örgütlerin –gerek sağ, gerek sol ve gerekse İslami örgütlerin- oluşmasına ve gelişmesine, küresel emperyal ve onların bölgesel işbirlikçileri zemini hazırlamıştır. Yani işgaller, katliamlar ve daha da önemlisi insan onuru çiğneyen, ayaklar altına alan Ebu Gureybler, Guantanamolar, ABD ve Siyonist İsrail işgal ve tecavüzleri olmasaydı, IŞİD ve benzeri örgütler taraftar bulur muydu? Elbette bul(a)mazdı. Ama nedense herkes, terörü ortaya çıkaran nedenlere değil, sonuçlarına bakarak hüküm vermektedir. Dolayısıyla IŞİD’i ve benzeri örgütleri suçlamaktan, terör örgütü olarak değerlendirmekten başka bir şey yapmıyorlar. Bu değerlendirme, ne kadar doğru ve ne kadar İslami ve insanidir? Asıl sorgulanması gereken bu değil midir? Elbette bunları söylerken İslam’ın asla kabul etmediği eylemleri savunuyor ya da kabul ediyor değiliz. İslam’ın onaylamadığı eylemler, ister IŞİD, ister El Kaide, ister HAMAS ya da benzeri örgütler yapsın, asla kabul edilemez. Dolayısıyla Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de ve diğer yerlerde yapılan ama İslam’ın onaylamadığı eylemleri asla tasvip etmiyoruz. Ama IŞİD’den, El Kaide’den önce bütün Ortadoğu’yu, Asya’yı, Afrika’yı kana bulayan ABD’yi, Filistin’de insanlık suçu işleyen Siyonist İsrail’i, Çeçenistan’da soykırımı gerçekleştiren Rusya’yı, Çin’i, Fransa’yı, Almanya’yı ve bu coğrafyanın bu hale gelmesinin tek müsebbibi İngiltere’yi suçlamak, hatta suçlamak da yetmez karşı koymakla işe başlamak gerekmez mi?
Sormak lazım değil mi, kendi ülkesinden binlerce km uzaklıktaki Afganistan’da, Irak’ta, Pakistan’da ABD’nin ne işi var? ABD işgali karşısında, binlerce, yüz binlerce insanı katledilen, tecavüze uğrayan, onurları ayaklar altında çiğnenen, namusları kirletilen Afganlılardan, Iraklılardan direnişten ve karşı koymaktan başka ne beklenebilirdi? Son günlerde (12 Haziran’da) kaybolan üç vatandaşının (30 Haziran’da) öldürülmüş olmasından dolayı Filistin’de terör estiren, girmedik sokak, talan edilmedik ev bırakmayan, Hamas’ın önde gelen (meclis başkanı dahil) yöneticilerini tutuklayan, el-Halil’in etrafını kuşatan, Filistinlileri diri diri yakarak öldüren Siyonist İsrail’e kimin sesi çıkıyor? ABD’lilerin ya da Siyonist İsrail’in vatandaşlarına sadece bir Ebu Gureyb ya da bir Guatanamo yaşatılsa idi, acaba nasıl bir tavır alırlardı? Herhalde İslam dünyasına karşı nükleer bomba kullanarak Üçüncü Dünya Savaşı başlatırlardı. Ama ölen ve öldürülenler Filistinliler, Iraklılar, Afganlılar, Somaliler, Orta Afrikalılar ya da Arakanlılar olunca ya ses yok, ya da çok cılız ses çıkarılmakta! Çünkü emperyal ve Siyonist güçler tarafından, bu topraklarda öldürülen katledilen insanlar basit bir ‘savaş zayiatı’ olarak değerlendirilmektedir. Ama bu topraklardaki insanlar kendilerini, kızlarını, eşlerini kısacası katliama karşı, tecavüze karşı onur ve haysiyetlerini korumak için ayağa kalktıkları zaman, ortalık yıkılıyor; terörist, vahşi, gerici, mürteci gibi kendilerine uygun olan sıfatları bu insanlara yakıştırmaktadırlar.
IŞİD’in ya da bir başka örgütün İslam’a uygun olmayan faaliyetlerini, insanlara takındıkları tavırları, masum insanlara dönük saldırılarını tasvip etmek asla mümkün değildir. Peki, ya ABD’nin Afganistan’da, Irak’ta katlettiği yüz binlerce (henüz daha yeni doğmuş bebeklerin, genç kızların, yaşlıların) masum insanı katletmesinin adı nedir? IŞİD’i, el Kaide’yi ya da diğer direniş örgütlerini (Ahrur’uş-Şam, Liva-i Tevhid, Cephetü’n-Nusra gibi) terörist olarak suçlayanlar, neden ABD’nin, Siyonist İsrail’in, Rusya’nın, Çin’in, Fransa’nın (Orta Afrika’daki) terörünü görmezlikten geliyorlar? Oysa IŞİD’in ve ismi sayılan ya da sayılmayan diğer direniş örgütlerinin yaptıklarıyla, bu terörist devletlerin yaptıkları mukayese bile edilmez. Asıl terörist, hem de küresel terörist ABD’dir, Rusya’dır, Siyonist İsrail’dir, Fransa’dır, İngiltere’dir, Çin’dir. Bunları görmeyip, kendi namusunu, onurunu ve vatanını savunan insanları terörist olarak görmek de, terör değil midir?
Kaldı ki, haklarını, topraklarını, namuslarını ve canlarını korumak için; nefsi müdafaa için, işgal ve istilalara karşı çıkmak, ne zamandan beri terör sayılmıştır. Böyle bir suçlama hangi insaf ve vicdan ölçüsüyle bağdaşır? Masum ve sivil insanlar, nerede ve kim tarafından olursa olsun, bu tür eylemler neticesinden öl(dürül)melerine üzülmemek mümkün mü? Elbette, durduk yere yapılan eylemler, hiç kimse tarafından kabullenilemez ve savunulamaz. Ancak, olaylara çifte standartla yaklaşılması, ikiyüzlülük yapılması da asla, savunulmamalıdır. Batıda olduğu zaman yüksek bir sesle ve günlerce karşı çıkılan şiddette; Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da olduğu zaman ya hiç ya da çok cılız bir sesle yasak savar tarzda karşı çıkılması da asla tasvip edilmemelidir.
IŞİD’in Suriye’de Müslüman direnişçilerine karşı savaşını, kimi muhalif komutanları ve sorgusuz sualsiz kendilerinden olmayan insanları öldürmelerini kabul etmek, mazur görmek/göstermek asla mümkün değildir. IŞİD’in Suriye’de takındığı tavır, sadece ve sadece Esad diktatörlüğüne, Siyonist İsrail’e, emperyalist ABD, Fransa’ya, İngiltere’ye, İran’a, Rusya’ya yaramaktadır. Aynı zamanda Müslüman halkların Suriye’deki İslami direnişe bakışını ve ilgisini değiştirmesine de neden olmuştur. Suriye’deki muhalif direnişten kasıt, sadece ve sadece İslami bir yönetim için mücadele eden grupları kast ediyoruz. Yoksa laik, Batı yanlısı hiçbir grubu İslami direniş grupları içerisinde saymıyor ve böyle bir nitelemeyi de kabul etmiyoruz.
Peki bu direniş örgütleri ne istiyorlar; para mı, devlet başkanlığı mı, zenginlik mi, ne istiyorlar? Bu örgütler adına yapılan açıklamalarda ve hatta örgütlere yöneltilen suçlamalarda bunların hiç birisini istemedikleri görülüyor. Peki, ne istiyorlar? Bu örgütler de, her Müslüman grup gibi, İslam dünyasına dönük işgallerin, istilaların, Kur’an’a yöneltilen hakaretlerin, Müslümanlara yönelik aşağılamaların, işkencelerin, tecavüzlerin ve katliamların durmasını istiyorlar. Bu kötü mü? Siyonist terör devleti İsrail’in, Filistin’deki işgalinin son bulmasını istiyorlar. Ortadoğu’da Müslüman halklara zulmeden diktatörlüklerin, şeyhliklerin, krallıkların Batılılar tarafından desteklenmemesini, himaye edilmemesini istiyorlar! Bunlar, kötü şeyler mi? Kısacası ABD ve diğer işgalci sürülerin İslam topraklarından def olup gitmelerini istiyorlar. Bunun neresi terör? Bunu, hangi Müslüman, hatta onur sahibi hangi insan istemez ki! Eğer, İslam topraklarında işgalin sona ermesine, katliamların durmasına ve işgalcilerin bu topraklardan çekilip gitmesine rağmen Batılı ülkelerde bir bomba patlarsa, o zaman bu söylemlerinde haklı olabilirler. Aksi halde terörden yana oldukları tescillenmiş olacaktır.
Asıl terör ve teröristlik Irak’ı, Afganistan’ı, Filistin’i, Çeçenistan’ı işgal etmek değil midir? Bu işgali, kınayamayanlar ya da kınamaktan korkanlar, kendilerini savunan insanları teröristlikle suçlamaları, hangi insaf ve vicdan ölçüsüyle bağdaşır? Bu işgalleri kaldırma konusunda gayret göstermeyen ve imkânlarını seferber etmeyenlerin, işgalci terörist devlet yöneticileri ile aynı ağzı kullanmalarını anlamak gerçekten çok zordur. Bilinmelidir ki, bu tür eylemlerde masum insanların öldürülmesi, İslam dünyasına yönelik yapılan işgallerin, istilaların ve tecavüzlerin bir sonucudur. Siz bu işgal, istila ve tecavüzleri ortadan kaldırmadan, neticelerini ortadan kaldıramazsınız. Karşısında annesine, kız kardeşine, eşine tecavüz edilen, babası, eşi, çocuğu, kardeşi öldürülen, evi yıkılan, başına çuval geçirilerek aşağılanan, onuru çiğnenen genç bir insanı hangi mantıkla ve nasıl durdurabilirsiniz? Bilinmelidir ki, bu tür eylemlerde masum insanların öldürülmesi, İslam dünyasına yönelik yapılan işgallerin, istilaların ve tecavüzlerin bir sonucudur.
Bize göre, bugün İslam dünyasında, emperyal işgale, şirke ve tuğyana karşı mücadele eden örgütler, terörün nedeni değil, sonucudurlar. Terörün asıl nedeni, küresel emperyal ülkelerin bu coğrafyada, petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarını kontrol altına almak için gerçekleştirdikleri işgallerdir, katliamlardır ve tecavüzlerdir. Şayet ABD, Afganistan ve Irak’ı işgal etmeseydi ya da 1948’den bu yana Siyonist İsrail’in işgali, Filistin’de gerçekleştirdiği katliamlardan Siyonist İsrail korunmasaydı, bugün bir El Kaide, bir HAMAS, bir İslami Cihad, bir IŞİD olmazdı.
Konuyla ilgili olarak 2005 yılında yazdığım bir yazıyı kısmen buraya almak istiyorum:
Dünyadaki Terörün Nedeni Siyonist ve İşgalci Emperyal Devletlerdir!..[1]
“Çeşitli ülkelerde ölümle sonuçlanan eylemleri gerçekleştirenlerin kimileri henüz gençliklerinin baharında olan gençlerdir. Kimi, yaşıtları oyunda oynaşta iken, bu gençlerin canlarını feda etmeye ya da milyar dolar sahibi olan Usame bin Ladin’in Afganistan dağlarında her türlü imkândan yoksun yaşamayı tercih etme sebebi ne olabilir? Bu insanların yapacakları başka işleri olmadığı ya da iş olsun diye mi bu tür eylemleri gerçekleştirmektedirler? Dünyada, özellikle de İslam coğrafyasında, ne tür insanlık dışı olaylar olmaktadır ki bu eylemciler hayatlarını feda etmeyi göze alabilmektedirler? Eylemcileri böylesine ciddi bir konuda, hayatlarını feda edebilecek kadar etkileyen olayların başında Bosna Hersek, Çeçenistan ve özellikle de Filistin, Afganistan ve Irak’ta gerçekleştirilen işgaller vardır. Bu ülkelerde katledilen binlerce, yüz binlerce çocuk, kadın ve yaşlı, bombalanan binlerce okul, hastane, cami, cezaevi ve masum sivillerin yaşadığı köyler, kentler… İslam coğrafyasında yaşayan insanların üzerinde bıraktığı etkiyi hesap edebilmek mümkün mü? Haksız yere ve bu Haçlı savaşıdır mantığıyla, sadece ülkelerin zenginliklerine el koymak için onur kırıcı, alay edici tarzda yapılan işgaller, dünya Müslümanlarının iç dünyasında meydana getirdiği eziklik, oluşturduğu acı, tasavvur edilebilinir mi? BM’nin aleyhine aldığı yüzlerce kararın hiç birisi uygulanamayan ve neredeyse her gün Filistinlilere Madrid’deki, Londra’daki ya da İkiz Kuleler’deki manzaraları yaşatan Siyonist İsrail’e ve her kararda ve her olayda İsrail’i destekleyen ABD’ye hiçbir şey yapamayan uluslararası kuruluşların, Müslüman olan ülkelerle ilgili kararları hemen uygulamaları, bir Müslüman’da, hayal kırıklığı meydana getirmesinin yanında Batıya ve Batılı Ülkelere olan bakışını değiştirmez mi? Tecavüz edilen binlerce kadın; evlerinden zorla, hem de kardeşinin, babasının, amcasının yanından zorla alınarak götürülerek kirletilen genç kızlar!..
Bu, sadece genç kızların akrabalarını değil, hatta olayın işlendiği ülke insanlarını da değil, dünyanın her yerinde yaşayan bütün Müslümanları, nasıl etkilediğini kim, ne kadar tahmin edebilir? Böyle bir ülkede siz yaşasanız ne yapardınız, bunu hiç düşündünüz mü? Dünyayı terörize eden, bu kan emici terörist vampirler emperyalist ABD, Siyonist İsrail ve kapitalist İngiltere’nin terör faaliyetleri devam ettiği müddetçe, dünyada terör de bitmez bireysel ve örgütsel eylemler de!. Çünkü bugün dünyada var olan ve dünya insanlığını felakete sürükleyen terörün başlıca aktörleri ve müsebbipleri bu ülkelerdir. Aslında sadece bu ülkelerde değil, ABD öncülüğündeki terör koalisyonuna katılan, onu destekleyen ya da karşı çıkmayan ülkeler de, dünyada meydana gelen bütün terör faaliyetlerinin müsebbipleridirler. Bugün, çeşitli coğrafyalarda gerçekleşen terörün tek nedeni ırkçı Siyonist terör örgütü İsrail, emperyalist ABD ve diğer işbirlikçi ülkelerdir. Ortadoğu’da, Filistinli Müslümanlara yönelik insanlık dışı katliamlar, her ne kadar kukla Siyonist terör örgütü İsrail tarafından gerçekleştiriliyorsa da, bu katliamların asıl suçlusu, Siyonist terör örgütü İsrail’i her halükârda destekleyen ve koruyan ABD’dir. Bütün dünya da biliyor ki, ırkçı Siyonist İsrail ancak ABD’nin yardım ve izniyle bu katliamları gerçekleştirebilmektedir. Kısacası ABD, modern tarihin en büyük savaşlarına, katliamlarına, zulümlerine, soykırımlarına, insan hakları ihlallerine, bireysel ve devlet terörizmine, askeri darbelere, iç savaşlara, etnik temizlik hareketine katılmış ve ürettiği her türlü kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların birçoğunu deneyerek milyonlarca insanı katletmiş terörist bir devlettir.
Batılı Halklar da, En Az Yönetimleri Kadar Suçludur!..
11 Eylül 2001’de Amerika’da, 11 Mart 2004’de İspanya’da ve 7 ile 21 Temmuz 2005’de İngiltere’de meydana gelen patlamalar, başta Batılı ülkeler olmak üzere bütün dünyayı sarsmıştır. Çünkü Batılı ülke halkları, kendi topraklarında bu tür patlamalara alışkın değillerdi. Onlar, kendi devletleri tarafından işgal edilen uzak bölgelerdeki patlamalara ve bu patlamalar sonucunda yakılan yıkılan evlere, ölen ve sakat kalan insanları, televizyonları karşısında viskilerini yudumlarken seyretmeye alışkındılar. Bu bölgelerdeki patlamalar, onlar için vaka-i adiyeden patlamalardır ve onları hiç mi hiç ilgilendirmemiştir. Elleri ve bacakları kopan bebekler, küçücük ve narin bedenleri tank paletleri ya da yıkılan binaların altında ezilen çocuklar, tecavüz edilen binlerce kadın, gece yarısı kapıları kırılarak içeri girilen evler, babaları karşısında zorla çırıl çıplak soyulan kızlar, Afganistan’da, Irak’ta ve yeni kurulmuş kara ve deniz üslerinde katledilen Afganlı ve Iraklı esirler, Ebu Gureyb’ler, Guantanamo’lar onların hiç mi hiç dikkatini çekmemiştir. ABD’li, İngiltereli, İsrailli ve diğer Batılı ülkelere ait askerlerin Afganistan’da, Irak’ta niçin bulundukları da onları ilgilendirmemiştir. Irak’ta yüz binlerce sivil katledilmiş, Afganistan yaşanılmaz hale getirilmiş, Filistinliler kendi topraklarından kovulmuş… Evet, bunlar da Batılı insanları hiç ilgilendirmemiştir. Onlar için varsa, yoksa ikiz kuleler, Dünya Ticaret Merkezi, Madrid ve Londra patlamaları! Bu yerlerde ölen insanların hepsini toplasanız, binaları da ilave etseniz, bir Felluce’ye, bir El-Amiriye’ye, bir Sadr Şehri’ne veya bir Ramadi’ye denk düşmez. Çünkü Irak’ın, Afganistan’ın, Filistin’in, Çeçenistan’ın her bir kenti, neredeyse her gün Londra’daki patlamaları yaşıyor. ‘Beyaz adam’ bu coğrafyalarda
yaşayan insanları adam yerine koymadığı için, İngiliz gazetecisi Robert Fisk’ın dediği gibi katledilen Iraklıları, Afganları ve diğerlerini savaş zayiatı saydığı için, bu katliamları gerçekleştiren ya da neden olan kendi devletlerine karşı, sokaklara dökülmüyorlar.
Acaba, Batı’nın bu üç ülkesinde patlayan bombalar, Batılılara, Bağdat, Ramadi, Felluce, Sadr şehri, Kunduz, Kabil, Kandahar, Batı Şeria, Refah Mülteci Kampı, Sabra-Şatilla, Kana, Cenin gibi yerlere her gün atılan tonlarca ağırlıktaki bombalar altında yaşayan halkın çektiği acıyı hatırlatmış mıdır? Vücutları paramparça olmuş çocuklarının, eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin cesetlerinin üzerinde ağlaşan kadınların durumlarını anlamalarına vesile olmuş mudur? Ya da kendisine, yapılan tecavüzlerden dolayı öldürülme isteğini mektubuyla bütün dünyaya haykıran Nur bacının feryadını duymalarını sağlamış mıdır? Hiç sanmam! İkiyüzlü gazeteciler, köşe yazarları, kameramanlar, sivil toplum kuruluşları, insan hakları örgütleri, politikacılar, devlet yöneticileri ne kadar körleşmiş bir vicdana sahiptirler ki ABD’deki, İspanya’daki ve Londra’daki patlamaları görüyorlar ve onlara ağıt yakıyorlar da işgal bölgelerinde her gün öldürülen onlarca sivil masum insanın canhıraş çığlıklarına, vicdanlarını ve kulaklarını tıkıyorlar. Batılılara ve özellikle de İngilizlere Iraklı İman el-Saadun’un mektubu güzel bir cevaptır.[2] Saadun mektubunda şöyle haykırıyor kendilerini diktatör Saddam’dan kurtarmaya gelen işgalci diktatörlere; “Dünya, bizim insanlarımızın işkenceden ve katliamdan geçirilmesine niçin seyirci kalıyor, bize karşı işlenen suçları niçin kınamıyor? Acının size mahsus olduğunu, bizim acı çekmediğimizi mi sanıyorsunuz?.. Siz bizim şehitlerimizden haberdar değilsiniz, onların yasını tutmuyorsunuz, onlar için ağlamıyorsunuz ama biz yastayız ve ağlıyoruz… Evet, bizim ölülerimizin de adları var. Onların da yüzleri, hikâyeleri ve hatıraları var. Bir zamanlar bizim aramızda gülüp oynuyorlardı. Hayalleri vardı sizin gibi. Ellerini uzattıkları bir yarın vardı. Fakat bugün bizim aramızda uyuyorlar ve uyanacakları bir yarın yok… Ölenlerin aileleri bilsinler ki, Perşembe sabahı Londra’da meydana gelen bombalı saldırıların sorumluluğu Tony Blair’e ve onun takip ettiği siyasete aittir. Halkımıza ilan ettiğiniz harbi durdurun…”
Bu bir Irak’lının mektubudur. Sizce, bu Iraklı çok şey mi istiyor İngiliz halkından ve diğer işgalci Batılı ülke halklarından! İngiltere’de yayımlanan Independent’ın Ortadoğu muhabiri Robert Fisk ise, ‘Londra’yı vuran bombalar, evet, barbarcaydı. Ama 2003’de Amerikan-İngiliz ittifakının işgal ettiği Irak’ta sivillerin öldürülmesi, Iraklı çocukların atılan misket bombalarıyla paramparça olması, Amerikan ordusunun kontrol noktalarında masum Iraklıların vurulması da barbarca değil mi? Bu bir çelişkidir. Onlar öldüğü zaman savaş zayiatı oluyor, biz öldüğümüz zaman barbarca bir terörün kurbanı oluyoruz. Irak’ta direnişle çarpışıyorsak, direniş de çarpışmak için neden bizim ülkemize gelmesin?’ diye soruyor. Ayrıca, Usame Bin Ladin’in video kayıtlarında söylediklerinin şimdi gerçekleşiyor olmasından şaşkınlık duymadığını belirtiyor: “Bin Ladin, ‘eğer bizim şehirlerimizi bombalarsanız, biz de sizi bombalarız’ demiş ve şöyle sormuştu: İsveç’e neden saldırmadığımızı düşündünüz mü? Şanslı İsveçliler… Çünkü orada ne El Kaide var, ne de Tony Blair.”[3] Sadece Londra’da patlamaların olduğu gün ve ertesi günü Irak’taki patlamalardan dolayı 150’den fazla insan ölmüştür. Bu rakam İngiltere’deki patlamalarda ölenlerin aşağı yukarı üç katıdır. Oysa bu rakam kadar olmasa da, Irak’ta her gün onlarca insan öldürülmektedir; işgal süresince öldürülen sivil insan sayısı ise 1 milyondan fazladır. Irak’ta öldürülen insan sayısı ile ilgili bir soru üzerine İngiliz Dışişleri Bakanı’nın verdiği cevap ‘buna değerdi’ olmuştur. Ölen ve sakatlanan yüz binlerce Iraklının tek müsebbibi İngiltere, Siyonist İsrail ve ABD’nin başını çektiği işgal koalisyonudur. Ölüm, bazen bir kurtuluştur; tecavüz edilen, namusları, onurları, kısacası insanlıkları ayaklar altında çiğnenenler; kim bilir kaç kez ölmek için dua etmişlerdir. Peki, bu insanlar niçin, ölümü ister hale getirilmişlerdir?
Kimdir, bunların sorumluları? Bu insanlar, İngiltere’yi mi, ABD’yi mi, yoksa bir başka Batılı ülkeyi mi, tehdit ya da işgal etmişlerdi? Niçin Afrika’ya, Latin Amerika ülkelerine değil de; Irak’a, Afganistan’a ve Ortadoğu’nun diğer ülkelerine demokrasi ve özgürlük götürmek istemektedirler? Acaba, bu bölgelerde petrol, doğal gaz ve stratejik önemi haiz geçiş yolları bulunmasaydı, yine bu işgalciler 1900’lü yıllardan bu yana bu bölgeyi hâkimiyetlerinde tutmak için, bu kadar kan ve gözyaşı akıtırlar mıydı? Afrika’nın birçok ülkesinde açlıktan ölmek üzere milyonlarca insan için ne gibi önlem almışlardır? Oysa sadece açlık çeken insanları değil, bütün dünya insanlığını fakirlikten, sağlıksız beslenmeden kurtaracak parayı işgal ve istilaları kalıcılaştırmak için harcamaktadırlar. Batılılar ikiyüzlüdür, sömürgecidir ve katildirler! Batı, yaptığı işkencelerin, katliamların, tecavüzlerin, estirdiği terörün bedelini henüz ödememiştir. Latin Amerika’da, Afrika’da, Ortadoğu’da, Asya’da katlettiği, köleleştirdiği, sömürerek açlığa mahkûm ettiği insanların bedelini bir iki patlamayla da ödeyemez. Londra’da 50 küsur kişinin ölmesiyle Britanya İmparatorluğunun sadece Ortadoğu’nun kalbine bir hançer gibi sapladığı Siyonist terör örgütü İsrail’in, Filistin’in Deir Yasin köyünde katlettiği masum insanların karşılığı bile değildir! Üzerine güneş batmayan ülke olarak anılan bu emperyalist ülkenin sömürgeleştirdiği Asya, Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında işlediği katliamların haddi hesabı yoktur. 11 Eylül olaylarında ölen insanlar, ABD’nin verdiği kimyasal silahlarla Saddam eliyle Halepçe’de katledilen masum sivillerin karşılığı bile değildir. Ya Afganistan, Vietnam, Laos, Sudan, Somali, Kamboçya, Japonya ve daha sayılmayacak kadar birçok bölge ve coğrafyada katledilen milyonlarca insanın bedeli? Hayır, Batı henüz şiddeti tatmamıştır; 11 Eylül 2001’de ABD’de, 11 Mart 2004’de İspanya’da, 7 ve 21 Temmuz 2005’de İngiltere’de patlayan bombalar bu ülkelerin sadece, son Irak işgalinde işledikleri insanlık dışı cürümlere denk olması bir yana, mukayese edilmesi bile söz konusu değildir. Zulme uğramış bölge insanları haklarını istemek için henüz ayağa kalkmamışlardır, eğer ayağa kalkarlarsa, Batı, gerçekten şiddetin ne olduğunu, masum insanlara işkencenin, tecavüzün ne demek olduğunu işte o zaman anlayacaktır. Batılılar, bu patlamalar üzerine, bu saldırılar neden bize yapılmaktadır sorusunu yoğun olarak gündeme getirmeye başlamışlardır. Ancak Batılılar, bu soruları sormakta çok geç kalmışlardır? Bu sorular, Afganistan’da taş üstünde taş bırakılmadığı ve günlerce masum insanların üzerine bomba yağdırıldığı zaman sorulmalı idi! Bu sorular, Irak’ın zenginliklerini yağmalayan işgalci terörist devletlerin işledikleri katliamlarda; kolu, bacağı, kafası kopan çocukların, sağır sultanların bile duyduğu feryatlarından dolayı sorulmalı idi! Bu sorular, Irak’taki Nur Bacı’nın kör vicdanlarda bile infial meydana getiren çığlıklarında sorulmalı idi! Bu sorular, bölgede, yüz binlerce masum sivilin katledildiği zaman sorulmalı idi! Bu sorular, Cenin, Kana, Refah Mülteci Kampı’nda, Sabra ve Şatilla katliamlarında sorulmalı idi! Evet bu sorular, Guantanamo’da masum insanlara yapılan insanlık dışı uygulamalardan dolayı sorulmalı idi! Bu sorular, Kunduz, Kabil, Kandahar’da insanlık katledilirken sorulmalı idi! Evet, ne yazık ki bu sorular, artık çok geç kalmış sorulardır! “
[1] Ali KAÇAR, Emperyal Kuşatma ve İslam Dünyası, Genç Birikim yayınları, 1.bsk. Haziran 2011, Ankara,s.XIV
[2] Gerçek Hayat, 22 Temmuz-28 Temmuz 2005, s.7
[3] http://www.haber7.com/haber/20050708/Ingiliz-basininda-dehset.php
NOT: Bu Yazı Genç Birikim Dergisinin Temmuz 2014 Sayısında Yayınlanmıştır.