Erdemliler Hareketi tarafından 27 Ekim 2024 Pazar günü organize edilen “İslam’da Ulemanın Fonksiyonu” paneli;
Dr. Mehmet SÜRMELİ, Rabbani Ulemanın Vasıfları
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN, Ulemanın Toplumsal Rolü
Ali KAÇAR, Cumhuriyetten Günümüze Ulema İktidar İlişkileri
Konuşmacı ve konuları ile gerçekleştirildi.
Oturum başkanlığını Dr. Ethem Karabulut’un yaptığı programda, sunucu ise Hakverdi Doğru idi. Program, saat 14.00’te Hasan Görgün’ün Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı. Sonrasında ise konu bağlamında dikkat çeken bir slayt gösterimi yapıldı.
Panel programında, Müslümanlar için büyük önem arz ettiği tartışma götürmeyen bir gerçek olan âlimler ve fonksiyonları, üç değerli konuşmacı tarafından sürenin yettiği kadarıyla detaylıca gündeme getirildi.
“Âlimin temel vasıflarından biri, mücahit olmasıdır.”
İlk söz alan Dr. Mehmet Sürmeli, “Rabbani Ulemanın Vasıfları” başlığı altında şunlardan bahsetti:
“Rabbani âlim, emir ve nehiyleri bilendir. Ümmetin sorunlarına çözümler üreten toplumsal önderlerdir. Rasulullah’ın (sas) ahlakıyla ahlaklanan, Rasulullah adına ümmetin önüne geçen şahsiyetlerdir.
Maide 63. ayet kadar ulemayı eleştiren başka bir ayet yoktur: “Rablerine ihlasla kulluk edenleri ve hahamları (Yahudi din adamları); onları, günah söz söylemelerinden ve haram yemelerinden engellemeleri yaraşmaz mıydı? İşledikleri ne kötü bir şeydir!”
Rabbani âlimler, tevhit ehli olmalıdır. İlim, sadece bilgiyi yüklenmek anlamına gelmez. Âlimler, ilimlerini paylaşmakla yükümlüdürler. Zihni, bilgilerle dolu olarak dünyadan gitmemelidir. Zihindekiler, ümmete boşaltılıp öyle gidilmelidir. Paylaşılmayan bilgi, zekâtı verilmeyen mücevher gibidir. Bilgi, emanettir. Onu saklamak, suçtur. Ulema; bilgiyi, hakkın rızası için kullanmalıdır; saraydaki firavunların iktidarları için değil.
Cihatla ilgili, Kur’an’da 600 civarı ayet vardır. Peygamberimizin ahlakıyla ahlaklanan âlimler, cihat edenlerdir. Mesela Hz. Ebubekir’in katılmadığı cihat yoktur. Âlim, cihat etmedikçe ilminin gereğini yerine getirmiş olmaz. Âlimin temel vasıflarından biri de mücahit olmasıdır.
Ulema, çözümcü olmalıdır. Mekke’nin ve Medine’nin sorunları farklıydı. Onların çözümleri de farklıydı. Mekke’deki sorunlar, itikadi; Medine’deki sorunlar ise uygulama vb. noktalardaydı. Ulema, yaşadığı toplumu çok iyi okumalıdır ki sorunlarına çözümler üretebilsin.”
“Şu anda, burada konuşulan standartlarda âlimimiz yok maalesef!”
Panelin ikinci konuşmacısı olan Prof. Dr. Mustafa Ağırman, “Ulemanın Toplumsal Rolü” çerçevesinde şunlara değindi:
“İlmin olmadığı toplumlar, tadı tuzu olmayan yemeğe benzer. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberimiz (sas), muallim olarak gönderildiğini bildirir. Âlim, sıradan bir insan değildir. Toplumu değiştirir âlimler. Önce kendisi kirlerden arınır, sonra da toplumu arındırır. Âlim; ayetleri tilavet eden, arındıran, kitabı, hikmeti ve bilmediklerimizi öğretendir; tıpkı peygamber misali.
Ulema, davet edendir. Toplum ise davet edilendir. Neye ve nasıl davet edileceği çok önemlidir. Ulema, siyasi dil kullanmaz. Birilerinin, bir yerlerin oyuncağı asla olamaz. Âlimler, toplumun sosyolojisini, psikolojisini, felsefesini iyi bilmelidirler. Yeryüzünde Kur’an’ın ve İslam’ın sahibi, âlimlerdir. Onlara sahip çıkmalıdır. İlahiyatlarda çok ciddi çalışma yapanlar var. Ama şu anda, burada konuşulan, gündem edilen standartlarda âlimimiz yok maalesef.
Âlim, bağımlı değildir, hürdür. Bugün hakiki anlamda âlimlerimiz olmadığı için Gazze yalnız kaldı.
Âlim, güneş gibidir. Akademisyen, mütefekkir; ışığını âlimlerden alır.
Din, hayatın tamamıdır. Sadece namaz, oruç vb. ibadetlerden müteşekkil değildir. Dini; kaynaklarına, muhtevasına, gaye ve hedefine göre ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.”
“Ulema olarak bilinenlerin sesi, neredeyse hiç çıkmamıştır.”
Son konuşmacı olarak söz alan Ali Kaçar, “Cumhuriyetten Günümüze Ulema-İktidar İlişkisi” başlığını taşıyan konuşmasında, şu noktalara temas etti:
“23 Nisan 1920 tarihinde ilk meclis, dualarla açıldı ve İslamî içeriğe sahipti.
Sütçü İmam, ezan okunmayan yerde cemaatle namaz kılınmayacağını söylemiştir. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi, savaşacak silahı bulamayanlara, ‘Yerden üç-beş taş alarak mücadele etmelidirler.’ demiştir. İzmir müftüsü Rahmetullah Efendi ise ‘Yunanlılara karşı savaşmayın.’ diyen valiye sert cevap vermiştir.
Cumhuriyet dönemi âlimlerinin kimi, İslam’a karşı reformların yoğunlaştığı bir dönemde bile görev almıştır. Kimi ise bu reformları kabul etmedikleri için köşelerine çekilmişlerdir. Kimileri de -Şeyh Said gibi- ölümüne mücadele ederek idam edilmiştir. Halka, özellikle de âlimlere karşı zulümler yapılmıştır. Çok partili dönemde, özellikle de günümüzde ulema olarak bilinenlerin sesi, neredeyse hiç çıkmamıştır.
Geçmişe dönüp baktığımızda direnen, en zalim hükümdarların katında bile hakkı haykıran âlimlerimiz olmuştur. Hanefi mezhebinin imamı Ebu Hanife, devletin İslam olduğu Emeviler ve Abbasiler döneminde haksızlıklara ve zulme karşı çıkmış ve zalimlerin yaptıklarına ortak olmamak için verilen en üst makamları bile kabul etmemiştir. Hatta görev kabul eden kimi âlimin; etme, yapma demeleri üzerine o büyük imam, ‘Vallahi şu Vasıt Camii’nin kapılarını sayma görevi verse dahi kabul etmem.’ demiştir. Daha sonra da cellatların işkenceleri altında şehit düşmüştür.
Benzeri bir dik duruşu, tek partinin gayri İslami uygulamalarına karşı kıyam eden Şeyh Said’de görmekteyiz. Şeyh Said, Cumhuriyet döneminde hilafetin kaldırılması üzerine yola çıkmak üzere iken Hınıs müftüsü olan kardeşi Bahaeddin, kendisine, ‘Keko, sen yapılan bu inkılapları kabul etmediğini söylüyor ve ben Hazreti Muhammed’in ümmetine mensup bir alim olarak İslam’ı saf dışı eden bu harekete karşı sessiz kalamam çünkü yarın ruz-i cezada Allah’a, resulüne ne yüzle bakacağım, ne cevap vereceğim, diyorsun fakat bu millet olgunlaşmamış, birlik sağlanamadığından neticeye varmaz. Sen en iyisi gel, biz buradan hicret edip Türkiye’yi terk edelim.’ deyince Şeyh Said, kardeşi Şeyh Bahaeddin’e kızıyor ve diyor ki ‘Bahaeddin, Bahaeddin! Ben, bu işe elimdeki tek değnekle de olsa karşı çıkacağım.’
4 Ocak 1925 tarihinde yol boyu kendini ziyarete gelenlere yaptığı konuşma ve verdiği fetva: ‘Kurulduğu günden beri din-i mübin-i Ahmedi’nin temellerinin yıkılmaya çalışıldığını’ belirttikten sonra ziyaretine gelenlere dönerek ‘Cennetin cihat ve şehadet sayesinde tüm muvahhitlerin ayaklarına geldiği, birkaç günlük fani dünyada zelil, şerefsiz ve kâfir olarak yaşamaktansa din ve Allah yolunda ölmenin daha hayırlı olduğu yolunda’ kısa ve coşturucu bir konuşma yapar.
Şark İstiklal Mahkemesinde (Mazhar Müfid Kansu) hâkimin, ‘Kürdistan Krallığı yapacaktınız, öyle mi?’ sorusuna ise ‘Krallık falan bizim niyetimizde yoktu. Amacımız şeriat ahkâmını uygulamaktı. Ben ne başkanlık kabul ederim ne de elimden gelirdi.’ diye cevap vermiştir.
Tetikçi Mahzar Müfit Kansu, bu arada cebinden bir defter çıkarıyor, Şeyh’e uzatıyordu: ‘Şeyh Efendi, sen ayrıca şairsin, rica etsem benim için bir şeyler yazar mısın?’ Şeyh, ‘Hay hay!’ diyerek deftere şunları yazdı: Bu dünyadaki hayatımın sonu geldi. Şu basit ağaç dallarına asmanıza perva etmem. Kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Muhakkak ki yolum, Allah, din ve halkımın yoludur.”
Panel; konuşmacıların, dinleyiciler tarafından yazılı olarak kendilerine yöneltilen sorulara verdikleri cevaplarla son buldu.
Ankara harici çeşitli şehirlerden de yoğun katılımın olduğu program, TDV’nin Ankara/Kocatepe konferans salonunda gerçekleşti.
Genç Birikim
Arşiv
Genel
Yazarlar
Ankara’da, “İslam’da Ulemanın Fonksiyonu” Paneli Gerçekleşti
- by Genç Birikim
- 22 Aralık 2024
- 0 Comments
- 0 Views