İslam coğrafyası, uzun yıllardan beri işgal, istila ve saldırılarla adeta bir yangın yerine dönüştürülmüştür. Gün geçmiyor ki, çoluk çocuk, yaşlı ve kadın ayrımı yapılmaksızın bir katliam gerçekleştirilmemiş olsun. İşgal, istila, tecavüz ve katliamlar sanki bu coğrafyanın kaderi olmuştur. Elbette ki, bunda, sadece küresel emperyal güçler sorumlu değildir. En az bu gözü dönmüş küresel güçler kadar bu coğrafyada yaşayan halkların da kabahati ve sorumluluğu bulunmaktadır. Malik b. Nebi’nin de çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi, ‘sömürülmeye müsait olma’ hali olduğu müddetçe bu sömürü, işgal ve istila da devam edecektir. Üstelik sadece bu coğrafyanın yeraltı ve yer üstü kaynakları sömürülmekle kalınmamış, insanları köle olarak, çocukların organları ise ‘beyaz adam’ın ihtiyaçları çerçevesinde batılı emperyal ülkelere pazarlanmıştır. Batılı ülkelerin ekonomik zenginliği, refahı ve hatta bugünkü gelişmişliği, bu coğrafyanın zenginliklerinin yağmalanarak talan edilmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Bugün Nijerya, Nijer, Mali, Uganda, Habeşistan (Etiyopya), Cezayir, Sudan, Libya, Yemen ve diğer ülkelerin halkları fakirlik ve yoksulluktan ölümle pençeleşiyorsa, bunun nedeni, ‘beyaz adam’ın bu ülkelerin zenginliklerini yağmalayarak Batıya kaçırmalarıdır.
Üzülerek belirtelim ki, İslam coğrafyasının tamamı son iki yüzyılda küresel sömürüye ve işgale muhatap olmuştur. Bu nedenledir ki Somali’den Yemen’e, Nijer’den Libya’ya kadar olan bütün yerlerde işgal, istila ve katliam vardır; açlık, yoksulluk ve fakirlikten insanlar ölmektedir. Açlık, yoksulluk ve iç savaşla pençeleşen ülkelerden birisi de Yemen’dir. Bir zamanlar türkülerimizde[1] hiç dilimizde düşürmediğimiz Yemen, bugün emperyal ülkelerin kendi menfaatleri için kışkırttığı iç savaş dolayısıyla açlıktan ve yoksulluktan kıvranmaktadır. Oysa Yemen, bir zamanlar Arabia Felix (Mutlu Arabistan) olarak adlandırılan, Arapların ilk vatanı, Arap dil ve kültürünün başlangıç noktası, vahalarıyla ünlü, verimli Yemen idi… Kadim kitaplarda “Yemenü’l meymun”, “Arabiyetü’sa’ide”, “L’Arabie heureuse” ve “Arabia felix” gibi ifadelerle anlatılan Yemen, Arapça’da da köken itibariyle sağ, uğurlu ve mutluluk anlamlarına gelmektedir. Yemen için bu sıfatların kullanılmasının temel nedeni, eski çağlardan beri bu toprakların, Arap Yarımadası’nın en huzurlu ve en müreffeh toprakları olmasıdır. Tarihi ve coğrafi açıdan, ülkenin her anlamda “eşik ülke” olduğu görülür. Eskinin “Mutlu Arabistan”ı, şimdilerde ise çeşitli siyasi çekişmelere ve bir iç savaşa sahne olan Yemen[2] bugün iç kargaşalıktan ve çatışmalardan coğrafyanın en fakir ve en mutsuz ülkesi konumuna gelmiştir.
Yemen, yüzde 75’inin kırsal alanda yaşadığı nüfusu ile Arap toplumları içerisinde aşiret bağlarının en güçlü olduğu ülkelerden birisidir. 23 milyondan fazla, çok genç ve eğitimsiz bir nüfusa sahip olan Yemen’de, kişi başı yıllık ortalama gelir 2300 dolar miktarında ve okuma yazma oranı yüzde 50 civarındadır. Ülkenin yüzde 60’ından fazlasını teşkil eden Sünnilerin yanı sıra, Yemen’in önemli bir kısmı Sünniliğe en yakın Şii mezhebi olarak kabul edilen Zeydilik mezhebine mensuptur. Mezhep, ismini Hz. Hüseyin’in torunlarından Zeyd bin Ali’den almaktadır. Yemen nüfusunun yaklaşık yüzde 30-35’ini oluşturan Zeydiler kuzeyde bulunurken, Sünniler ise daha çok güneyde yaşamaktadır. Ancak Yemen, kabile sisteminin oldukça güçlü olduğu Arap ülkelerinin başında gelmektedir. İlk bakışta ülkede yaşanan krizlerin dini ve etnik kimlik siyaseti ile ilgili olduğu görülse de temelde aşiretlerin güç mücadelesinin dini amaçları araçsallaştırılması söz konusudur. Ülkede aşiretler oldukça geniş haklara sahiptir ve bazı yerlerde kontrolün aşiretlerin elinde olduğu bilinmektedir. Merkezi yönetimin zaten zayıf olduğu ülkede aşiretlerin birçoğu silahlıdır. Zira Yemen’deki aşiret sistemi ve bu aşiretlerin ciddi anlamda silaha sahip olmaları, geçmişten günümüze ülkedeki protestoları daha da tehlikeli hale getirmiştir.[3]
YEMEN’DE ZEYDİ İMAMLAR DÖNEMİ
İngilizlerin Yemen’deki işgali 1839’da Aden’i işgali ile başlar ve kısa bir süre içerisinde Yemen’in tamamı işgal edilmiştir. Bu ise, 1905’de Yemen’in Kuzey ve Güney Yemen olmak üzere ikiye bölünmesine neden olmuştur. Kuzey Osmanlıların egemenliğinde Güney ise İngilizlerin işgaline geçmiştir. Osmanlıların egemenliği 1918’e kadar, İngilizlerin işgali ise 1967 yılına kadar devam etmiştir.
1.Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye karşı Osmanlı ile birlikte hareket eden ve 1891’den beri ülkede Zeydi mezhebine[4] dayalı bir hanedanlık kurmuş olan İmam Yahya önderliğindeki Yemen, Osmanlı’nın 1918 Ekim’inde bölgeden çekilmesi üzerine bağımsızlığını ilan etmiştir. İmam Yahya, 1948’de bir suikastla öldürülünceye kadar iktidarda kalmış ve iktidarını Zeydi mezhebine dayandırmıştır. Yemen’e egemen olan İmam Yahya sonuna kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmıştır.[5]
İmam Yahya Ağustos 1948’de öldürüldükten sonra yerine oğlu Seyfülislam Ahmed geçer. İmam Ahmed, Suud’un yardımı ile babasının ölümünden hemen sonra ve daha sonraki yıllarda (1955 ve 1959’da) çıkan ayaklanmaları bastırmıştır. İmam Ahmed’in Yemen’de kurduğu yönetim tam anlamıyla bir monarşik diktatörlüğe dönüşmüştür. İmam Ahmed kendi eceliyle 18 Eylül 1962’de ölünce yerine 38 yaşındaki oğlu İmam Muhammed el-Bedr geçmiştir. El_Bedr’in hükümdarlığı çok kısa -8 gün- sürer ve 26 Eylül 1962’de Albay Sallal liderliğinde yapılan bir askeri darbeyle Yemen’de İmamlık rejimi de sona erdirilmiştir.[6]
Darbe sonucu imamlık rejimi ve monarşik yönetim sona ermiş, ancak Cumhuriyetçiler ve İmamcılar arasındaki iktidar mücadelesi devam etmiştir. Bu mücadelede Mısır (Nasır dönemi) cumhuriyetçileri, Suudi Arabistan ise İmamet yanlılarını desteklemiştir. Uzun yıllar devam eden bu mücadele sonucunda 1970’li yıllarda ülke, Kuzey ve Güney Yemen olarak ikiye ayrılmıştır. Kuzey’de darbe ile devrilen İmam Bedr Suudilerin desteği ve Zeydiliğin gücüyle egemenlik sağlamış, Güney’de ise SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği) ve Mısır desteğiyle Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti[7], tamamen Mısır’ı kopyalar biçimde kurulmuştur. Mısır’ın 1973’teki Arap – İsrail Savaşı’nda (ikinci kez) İsrail’e yenilerek yönünü ABD’ye çevirmesiyle Güney, SSCB’nin etkisinde kalmış ama parti içindeki iktidar kavgası devam etmiştir.[8]
Yemen’deki (Kuzey ve Güney) çatışmalar devam ederken, iki Yemen’in birleşmesi noktasında da çabalar devam etmekteydi. Bu yöndeki ilk girişim, 1972’de iki Yemen arasında patlak veren savaşı durdurmak amacıyla düzenlenen Kahire Konferansı ile gerçekleşmiştir. Ama her defasında kişisel ihtiraslar ülkenin çıkarlarının önüne geçtiği için birleşme bir türlü gerçekleşememiştir. Ama 1986’dan sonra başlayan görüşmelerden olumlu sonuç alınmış ve 22 Mayıs 1990’da da iki Yemen’in birleştiği ilan edilmiştir. 1978’den itibaren Kuzeyin cumhurbaşkanlığını yapan Ali Abdullah Salih birleşmede etkin rol oynamıştır. İki sene içerisinde yapılması öngörülen seçimler ancak 27 Nisan 1993’de yapılabilmiştir.[9]
YEMEN’İN STRATEJİK ÖNEMİ
Yemen’in stratejik konumuna bakıldığında kuzeyden Suudi Arabistan ve doğudan Umman ile komşudur. Yemen’in güneyinde Aden Körfezi ve Arap Denizi ile batısında ise Kızıldeniz bulunmaktadır. Ayrıca dünya petrolünün yüzde sekizi 40 kilometre genişliğindeki Babul Mendeb Boğazı’ndan deniz yoluyla geçmektedir. Babul Mendeb Kızıldeniz’i Aden Körfezi’ne bağlar. Ayrıca boğaz Hint Okyanusu ile Güneydoğu Asya’yı Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e ve Avrupa’ya bağlayan dünyanın en önemli deniz ticaret yollarından biri olarak kabul edilmektedir. Boğaz, Afrika ile Arap Yarımadası’nı birbirinden ayırmakta, kuzeydoğu kıyısında Yemen, güneybatı kıyısında ise Cibuti yer almaktadır.
Yemen mütevazi bir petrol üreticisidir, günlük üretimi yalnızca 288 bin varil ve küçük bir kısmını ihraç ediyor. Balıkçılık çok gelişmiş ve kahve üretimi ile de meşhurdur. Aden’in Husiler için önemli olmasının en dikkat çekici nedenleri ise, şehrin; Kızıl Deniz’i Aden Denizi’ne bağlayan ve yılda yaklaşık 33 bin geminin geçiş yaptığı Bab-ül Mendep Boğazı’nın kıyısında olması, ABD’nin kuklası olarak gördükleri Cumhurbaşkanı Hadi’nin siyasi çalışmalarına Aden’de devam etmesiydi. Tüm bu olaylarla birlikte artan şiddet sonucunda ABD ve İngiltere ülkedeki büyükelçiliklerini kapadı ve personelini geri çekti. Körfez ülkeleri ise temsilciliklerini güneydeki Aden’e taşıdı.[10]
HUSİLER, ZEYDİ Mİ?
Zeydîlik, Şiî mezhebinin üç kolundan birisidir. Şiiler, Hz. Ali’den sonra gelen imamların sayısında ihtilafa düşmüşlerdir. Bunlardan on iki imamı benimseyenlere İmamiye (İsna aşeriye), yedi imamı benimseyenlere ise İsmailliye denilmektedir. Zeydiler ise dördüncü imamdan sonra (Ali, Hasan, Hüseyin ve Ali) imametin Zeyd’e geçtiğini iddia ederek, diğer Şii guruplardan farklılaşmışlardır. Onlara göre Şiilikte ayırıcı bir unsur olan İmamlık, yani devlet başkanlığı Ali-Fatıma soyundan devam etmelidir. Esasında Zeydîlik de ilk defa Hz. Ali’nin bir müddet yaşadığı Kufe’de ortaya çıkmıştır. Ancak çıkışından uzun yıllar sonra Yemen’de yayılmıştır. 911 yılında İmam Hadî Yahya b. Hüseyin, Yemen taraflarına giderek, kabileler arasında Zeydîliği yaymıştır.[11]
Husiler[12], Şiiliğin inanç esasları itibari ile Zeydiler’den farklı özelliklere sahiptirler. Yemen’de Zeydi anlayışa sahip 400’den fazla aşiret bulunmaktadır. Husiler ise, bu aşiretlerin en etkilisi ve İran desteği nedeniyle askeri-siyasi-ekonomik açıdan en güçlüsü olanıdır. Bu aşiret, İran Devrimi ile beraber İran tarafından ‘Rafızi’leştirilen 12 İmam Şia’sına bağlı bir aşirettir. Husiler, İran’dan elde ettikleri destek ve sahip oldukları silahlı güçlerle, diğer Zeydi aşiretleri bastırmıştır. Birçok Zeydi aşiret ise, Husiler’i, İran’ın güdümüne girmek ve Zeydi akidesini terk etmekle suçlamaktadır. Bu anlamıyla Husi ismi bir dini kesimi değil bir aşireti temsil ederken; aynı zamanda, etkinliğiyle birlikte ülkedeki Şii yayılmacılığına da bir çatı görüntüsü vermekte ve yaşananların etnik ya da aşiret temelli bir çatışma olduğu yönünde yanlış bir izlenim oluşturmaktadır.[13]
Husi aşireti lideri Hüseyin Bedreddin el-Husi’nin, İran’ın Kum kentinde gördüğü ilahiyat eğitimi sonucu 12 İmamcı Şii Caferi mezhebini kabul etmesiyle birlikte Husi hareketi, ideolojik açıdan Yemen’deki Sünni ve Zeydi hareketlerden bağımsızlaşarak İran yönetimiyle paralel bir siyasal oluşuma dönüşmüştür. İran’da kurulan Din adamlarının egemen olduğu Velayet-i Fakih sistemine benzer bir İmamlar devleti talep eden Husiler, İran yönetimiyle koordineli olarak hareket eden Lübnan Hizbullah hareketine benzetilmektedir.[14]
Zeydilerle Husiler arasındaki belli başlı farklılıkları şöyle sıralamak mümkündür:
1- Zeydiler İmamın Gaybeti’ne inanmamakta, Husiler ise inanmaktadır.
2- Zeydiler takiyyeyi kabul etmemekte, Husiler ise, kabul etmektedir.
3- Zeydiler sahabeyi ve Ehl-i Sünnet’i tekfir etmemekte, dolayısıyla ilk iki halife olan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i kâfir olarak görmemekte ve Hz. Muhammed’in hanımlarından Hz. Aişe’ye de düşmanlık beslememektedir. Husiler ise 12 İmam akidesine bağlı, Caferi ekol ile iç içe girmiş ve ilk üç halifeyi de yalancı ve kâfir olarak itham etmektedir. Husiler aslında – akide olarak – Carudiyye[15] ekolüne mensup bir fırkadır.
4- Husiler’de imamiyet, (İmamet Meselesi) verasete dayalı iken Zeydilik’te ise imamlık biat ve ilmi yetkinliğe dayanmaktadır. İsnâ aşeriyye Şia’sı, (on iki imam Şiası) İmâmiyye olarak da isimlendirilmiştir. İmamiyye’de imamet: herhangi bir kişinin din ve dünya işlerinde Hz. Peygamber’in yerine genel önderliği olarak tanımlanır. Şiilik, toplumun her zaman Allah tarafından tayin edilmiş bir imama ihtiyaç duyacağını söylemiş ve bu imamı da Hz. Peygamber’in varisi olarak görmüştür. Şiiliğe göre imam, seçimle değil, ilâhî tayinle başa gelmektedir. Dolayısıyla imam, tıpkı peygamber gibi masum olup, büyük ve küçük günahlardan korunmuştur. Kur’ân’ın hakkıyla anlaşılması da imamların izahıyla mümkündür. Dahası imamlara teşri yetkisi verilmiş, onların söz ve fiilleri bağlayıcılık açısından Hz. Peygamber’in söz ve fiilleriyle aynı derecede görülmüştür. Zira onlar imamın da meleği görmeden «vahiy» alacağını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla Şiiliğe dayandırılan bu inanış Husiler için de geçerliliğini korumuştur. Bu inanışa göre imamet, bir yönüyle nübüvvetin devamı mahiyetindedir. İmam ile Resul arasında tek bir fark vardır ki, o da imama Kitap verilmemesidir. Zeydiliğe göre Hz. Peygamber’in vasiyetle beyan ettiği imam, isim ve şahsiyetle değil, sıfatları zikredilerek tayin edilmiştir. Her ne kadar zikredilen sıfatlar, Hz. Ali’de olduğu kadar başka hiç kimsede bulunmadığı için, Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin imam olduğu bir hakikat olsa da onun dışında bir başkasının imameti de caizdir. Zeydilerin aksine Husiler imam meselesinde İmam Humeyni’nin tezini savunmaktadırlar. Zira Şiiliğin, muteber saydıkları kitaplarda, imamların nebi ve resullerden daha üstün olduğuna dair ifadeler de bulunmaktadır. Hatta bazı kitaplarında, imamlarını Hz. Peygamberden üstün tuttuklarına dair rivayetlere bile yer verilmiştir. Örneğin Humeynî’nin söz konusu ifadeleri dikkate değer niteliktedir: “İmamların öyle bir makam ve derecesi vardır ki, oraya ne mukarreb bir melek ne de gönderilmiş bir peygamber ulaşabilir.[16]
Husi’liğin ortaya çıkışı
Hareketin kurucusu Bedrettin el-Husi olduğu için hareket mensuplarına da Husiler denmiştir. Hüseyin Bedrettin el-Husi ise 1979 İran devriminden sonraki süreçte Tahran’a gitmiş ve bir müddet orada kalmıştır. Bu noktada Hüseyin Bedrettin el-Husi’nin biyografisinde onun İmam Humeyni’den etkilendiği ve İran modelinin Yemen’de uygulanabileceğini düşündüğü ifade edilmektedir. Hüseyin’in kardeşlerinden bir tanesi 1986 (1991, hatta 1992’de kurulduğu da söylenmektedir) yılında kurulan ve İran tarafından desteklenen “İmanlı Gençlik Birliği”ndeki eğitim seminerlerinde İran devrimini anlatmıştır. Babası Bedrettin, Zeydi mezhebi âlimlerinden birçoğunun muhalefetine rağmen Yemen’de uygulanacak modelin Tahran’da ve Şiiliğin en önemli merkezlerinden birisi olan İran’ın Kum kentinde kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Husilerin İran’a ziyaretleri ve İranlıların Yemen’e ziyaretleri “İmanlı Gençlik Birliği” ile ilişkili grupların gizli toplantılarını da kapsamıştır. Bedrettin Zeydi, İran’ın Kum kentinde mezhebini değiştirerek, İran’daki hâkim inanç olan İsna Aşariyye’ye (On İki İmam Şiası) tabi olmuştur. Kendisinden sonra oğlu Hüseyin, Husiler’e önderlik etmiştir. Hüseyin, babasıyla beraber İran’da bulunduktan sonra, Lübnan’da Hizbullah’ın siyasi ve dini eğitiminden geçmiş ve Yemen’e döndükten sonra 2004’te Yemen’deki mevcut siyasi sisteme karşı savaştığı dönemde Yemen ordusu tarafından öldürülmüştür. Hüseyin’in ölümü 2004’ten bu yana Husiler ile Yemen Hükümeti arasında çatışma temelli bir sürecin yaşanmasına neden olmuştur.[17]
ARAP BAHARI VE YEMEN
Ortadoğu’da Arap Baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmaları 17 Aralık 2010’da Tunus’da başlamış ve bölge ülkelerinin tamamını etkilemiştir. Arap Baharı’nda en çok etkilenen ülkelerden birisi de Yemen olmuştur. Çünkü Yemen de uzun zamandan beri baskıcı bir diktatörlükle yönetilen ve stratejik önemi haiz bir ülke idi. Nitekim Yemen’in, Arabistan Yarımadası’nın güneybatı ucunda Asya ile Afrika arasındaki bağlantıyı sağlayan “köprü ülke” konumunda olması, Cibuti ve Somali ile birlikte dünyanın en önemli ve kritik suyolu güzergâhlarından birisi sayılan Kızıldeniz’in en kilit noktasında bulunması önemini daha da arttırmıştır. Bu önemi nedeniyledir ki, Yemen’de halen devam eden iç savaşta bölgesel ve küresel güçlerin müdahalesi eksik olmamıştır. Bir yandan İran, Suud ve Körfez İşbirliği ülkeleri, diğer yandan ABD’nin başını çektiği küresel sömürgeci güçler Yemen’i yaşanılmaz hale getirmişlerdir.
Aslında Yemen’de 1962’den beri Zeydiler tarafından yeniden ‘İmamlık’ yönetimine dönülmesi için bir mücadele verilmektedir. Ayrıca İran Devrimi ile Yemen’in Zeydi aşiretleri içerisinde güçlü olan Husi (Husi, Husi olarak da adlanmaktadır) aşireti, İran yönetimi ile ilişkiye geçmiş ve 12 İmam Şia’sına bağlanmıştır. Bu, diğer aşiretleri ve hatta bütünüyle Yemen’i Şii’leştirmek için bir mücadele başlatmasına neden olmuştur. Oysa Yemen’in 1/3 Zeydi, geri kalanı ise Sünni’dir. Üstelik geriye kalan diğer Zeydi aşiretler de 12 İmam Şia’sından çok Sünni mezheplerine yakın bir anlayışa sahiptir.
Yemen’de, Ali Abdullah Salih yönetimine karşı ayaklanmalar Arap Baharı’ndan çok önceleri başlamıştı. Bu ayaklanmaları organize eden örgütler ise, İran’ın da yardımıyla kurulan Ensârullah (Allah’ın Yardımcılar) hareketi ile Eş-Şebâbü’l-Mü’min (İnançlı Gençler) örgütleridir. Eş-Şebâbü’l-Mü’min (İnançlı Gençler) İran’ın Kum kentinde ilahiyat eğitimi gören Hüseyin Bedreddin el-Husi tarafından Kuzey Yemen’de Sada’da, adından da anlaşılacağı üzere, bir gençlik örgütü olarak gençleri Zeydi inançları çerçevesinde yetiştirmek üzere kurulmuştur. Kısa sürede popülerlik kazanarak 20 bin civarında öğrenciye ulaşmıştır. Husiler 2003’te Irak’ın ABD tarafından işgalinin ardından Amerikan karşıtı gösteriler düzenlemeye başlamış ve 2004’te hükümet kuvvetleriyle çarpışarak isyan başlatmıştır. Yemen tarih ve kültüründe önemli yeri olan ve 1962’de kaldırılan imametin yeniden kurulması hedefi onlara dini bir motivasyon da sağlamaktaydı. Sloganları “Allahuekber, Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm, İslam’ın zaferi”.[18] Husilerin/Husilerin siyasal talepleri ise; Saada bölgesinde daha fazla özerklik elde etmek, Zeydi okulların açılmasına izin verilmesi, bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi ve kendilerine yönelik ayrımcılığın giderilmesidir.[19] Mümin Gençler olarak kurulan örgüt, Haziran 2004 tarihinde “Ensarrullah” silahlı milis gücüne dönüşmüştür. Hükümet ile Husiler arasında başlayan çatışmalarda Husilerin lideri Hüseyin Bedrettin el-Husi’nin 10 Eylül 2004 tarihinde öldürülmesi gerginliği daha da arttırmıştır. Çatışmalar, Ensarullah lideri Hüseyin Bedrettin el-Husi’nin öldürülmesinden sonra yerine geçen küçük kardeşi Abdülmelik el-Husi zamanında da devam etmiştir. Aralıklarla devam eden çatışmalar, Katar hükümetinin arabuluculuğuyla 16 Haziran 2007 tarihinde ateşkes ilan edilmişse de asli sorunlar çözülememiş ve Mart 2008 tarihinde çatışmalar tekrar başlamıştır. Silahlı çatışmaların başlamasından sonra, hükümet 22 Ağustos tarihinde tek taraflı olarak altı maddelik ateşkes şartlarını açıklamıştır. Bu şartlar; Husi güçlerinin Saada ve diğer kontrol altında tuttukları bölgelerden çekilmelerini, dağdaki militanların direnişten vazgeçmelerini, ellerindeki silahları ve ele geçirdiği mühimmatları teslim etmelerini, kaçırılan yabancıların akıbeti hakkında hükümetle işbirliği yapmalarını, kaçırdıkları kişileri teslim etmelerini ve yerel yönetimin iç işlerine hiçbir şekilde müdahale etmemelerini içermekteydi.[20] Yemen hükümetinin askeri operasyonların isyan bitirilinceye veya isyancılar önerilen altı maddelik ateşkes koşullarını kabul edinceye kadar süreceğini açıklamasına rağmen, Husiler silah bırakma talebini reddetmiştir.
Çatışmalar 2011 yılına kadar aralıklarla devam etmiştir. 2011 yılında Tunus, Mısır, Libya’da başlayan halk ayaklanmalarının benzeri Yemen’de meydana gelmeye başlamıştır. Nitekim 16 Ocak 2011’de yaklaşık 30 kişilik bir grubun Sana’a Üniversitesi’nde Devlet Başkanı Abdullah Salih’in görevi bırakması yönünde bir gösteri düzenlenmiştir. Olaylar artarak devam etmiş ve 11 Şubat 2011 tarihinde başkent Sana’da halk sokağa çıkarak reform talep etmiştir. Husiler de ülkedeki bu halk ayaklanmalarından yararlanmayı bilmişler ve gösterilere katılmışlardır. Gösteriler zaman zaman silahlı çatışmaya dönüşen şiddet eylemlerini de içermiştir. Çatışmalar haftalarca devam etmiş ve 3 Haziran’da Başkanlık Sarayına yapılan roket saldırısı sonucu Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih ağır bir şekilde yaralanmış, 5 Haziran’da ise tedavi için Riyad’a götürülmüştür. Riyad’da tedavi bitip 23 Eylül’de Sana’ya döndükten sonra Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) başlattığı Yemen Barış Planı anlaşmasını imzalayarak görevini 23 Kasım 2011’de dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdu Rabbu Mansur Hadi’ye devretmiştir. İmzalanan anlaşmaya göre Salih kendisine ve ailesine sağlanacak olan dokunulmazlık karşılığında yetkilerinden vazgeçmiştir. Ayrıca Salih’in anayasal koşullarda “Devlet Başkanı” statüsü de korunacak. Anlaşma ile Salih, 30 gün içinde tüm yetkilerini Hadi’ye bırakırken, 90 gün içinde de cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilecek. Belirlenen 2 yıllık geçiş sürecinde kurulacak milli birlik hükümeti, anayasada gerekli değişiklikleri yapacak.
Gerçekleştirilen barış planı çerçevesinde 21 Şubat 2012’de yapılan seçimde tek aday olarak seçime giren Abdu Rabbu Mansur Hadi cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Hadi’nin Devlet Başkanı seçilmesinden sonra da, Yemen’de istikrar sağlanamamıştır. 18 Ağustos 2014 tarihinde Husi lideri Abdulmelik el-Husi, Hadi yönetimini protesto etme çağrısında bulunarak ülkedeki krizi giderek tırmandırmıştır. Husi göstericileri başkent Sana’da hükümet binalarının bazılarını ele geçirmiştir. Husiler ilk önce Sana ile Saada arasındaki Amran vilayetini, ardından da 21 Eylül 2014 tarihinde başkent Sana’daki hükümet binalarını işgal etmiştir. 21 Eylül 2014’te taraflar arasında “Barış ve Ulusal Ortaklık Anlaşması” imzalanmıştır. Ama Yemen ordusu ve Husiler arasındaki çatışmalar bitmemiştir. Cumhurbaşkanı Hadi’nin özel kalem müdürü ve önemli bir isim olan Ahmed Avad Bin Mübarek 17 Ocak 2015’te Husiler tarafından kaçırılmıştır. Çatışmalar daha da artmış ve 22 Ocak tarihinde cumhurbaşkanlığı sarayı ve başbakanlık konutu abluka altına alınmıştır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan Halit Bahhah’ın hükümeti, eş zamanlı olarak istifa etmiştir. Ancak istifayı kabul etmesi gereken parlamento toplanamadığı için istifalar hiçbir zaman resmi nitelik kazanmamıştır.
(devam edecek)
DİPNOTLAR
[1] Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu yemen elleri ne de yamandır
Ah o yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir.
Türkünün diğer kısmın için bkz; https://tr.wikipedia.org/wiki/Yemen_T%C3%BCrk%C3%BCs%C3%BC
[2]http://docplayer.biz.tr/14263992-Analiz-no-2015-7-mayis-2015-cemalettin-tasken-husiler-ve-zeydilik-analiz.html
[3]http://docplayer.biz.tr/14263992-Analiz-no-2015-7-mayis-2015-cemalettin-tasken-husiler-ve-zeydilik-analiz.html
[4] Zeydiyye, Zeyd bin Ali bin el-Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib’e uyanlar ve imametin Ali-Fatıma soyundan gelen, alim, salih, cesur, zahid gibi vasıfları haiz ve bizzat kılıca sarılıp kendi adına davette bulunarak imametini ilan edip mücadele meydana çıkan kişilerin hakkı olduğuna inanan kimselerden oluşan topluluk olarak tanımlanmaktadır. Daha geniş bilgi için bkz; Prof. Dr. M. Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, İstanbul s.50 vd.
[5] Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988) T. İş Bankası Yayınları 2. Bsk. 1991, Ankara s.175 vd.
[6] Armaoğlu, age. s.176
[7] 30 Kasım 1967’d Güney Yemen’de Güney Yemen Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu, 22 Haziran 1969’da da Milli Kurtuluş Cephesi’nin aşırı solcuları yeni bir darbe ile Marksist bir rejim kurmuşlardır. 30 Kasım 1970’de de devletin adı Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir.
[8] http://gezite.org/10-soruda-yemende-ne-oluyor/
[9] Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, Yeni Şafak, tarihsiz. s.362
[10] http://www.ankarastrateji.org/haber/yemen-de-derinlesen-savas-1668/
[11] http://ordaf.org/kurulus-asamasindan-cikamayan-yemende-savas/
[12] Husi, Husi ve Husi olarak da söylenmektedir.
[13]http://docplayer.biz.tr/14263992-Analiz-no-2015-7-mayis-2015-cemalettin-tasken-husiler-ve-zeydilik-analiz.html
[14] http://www.turkiyehabermerkezi.com/gundem/yemeni-katleden-husiler-kimdir-h6251.html
[15] Ebu’l-Carud’a bağlı olan bu ekol mensupları, Hz. Ali’den sonra Hz. Hasan’ı, ondan sonra da Hz. Hüseyin’i imam olarak kabul etmektedir. Hz. Ali’nin imametine biat etmedikleri için sahabeleri küfürle itham etmektedirler. Daha geniş bilgi için bkz; Abdülkadir el-Bağdadi, Mezhepler arasındaki Farklar, T. Diyanet Vakfı Yayınları, 7. Bsk. Mart 2014 Ankara, s.26 vd.
[16]http://docplayer.biz.tr/14263992-Analiz-no-2015-7-mayis-2015-cemalettin-tasken-husiler-ve-zeydilik-analiz.html
[17]http://docplayer.biz.tr/14263992-Analiz-no-2015-7-mayis-2015-cemalettin-tasken-husiler-ve-zeydilik-analiz.html
[18] http://www.aljazeera.com.tr/gorus/zeydilik-husiler-ve-el-kaide-yemende-neler-oluyor
[19] https://ankasam.org/yemende-ic-savas-ve-Husi-isyani/
[20] https://ankasam.org/yemende-ic-savas-ve-Husi-isyani/