Firavunluğun yeniden hortla(tıl)ması ve Mısır
Genel Gündem Yazarlar

Firavunluğun yeniden hortla(tıl)ması ve Mısır

Mısır, sadece Ortadoğu’da, Afrika’da değil bütün dünyada stratejik önemi haiz ender ülkelerdendir. Süveyş kanalı ile Nil nehri ile hem Ortadoğu, hem de Afrika’ya dönük yüzü ile bu önemini daha da artırmaktadır. Tarihi incelendiği zaman emperyal ülkelerin her dönemde daima iştahını kabartan, işgal ve kendi hegemonyasına almak için savaş verdiği bir ülkedir.

Mısır’ın, uzun dönem Firavunlar tarafından baskıyla, zulümle yönetildiği Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa ve Hz. Harun kıssalarında uzun uzun anlatılmaktadır. Mısır daha sonraki dönemlerde çeşitli işgallere uğramış ve nihayet Müslümanların fethiyle yönetim Müslümanların eline geçmiştir. İslam Halifeliği tarafından kontrol edilen Mısır, Fatımiler, Memlukler ve Eyyubiler tarafından uzun yıllar yönetilmiştir. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Ridaniye Muharebesi’yle Memlûk Sultanlığı’nı yıkarak Mısır’ı Osmanlı topraklarına katması sonucunda Mısır Eyaleti kurulmuştur. Böylece Halifelik de Osman oğullarına geçmiştir. 1800’li yılların başlarına kadar bir Osmanlı eyaleti olan Mısır, 1805 yılında vali olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve oğulları döneminde, iç işlerinde serbest dış işlerinde Osmanlı Devleti’ne bağlı Mısır Hidivliği olarak varlığını devam ettirmiştir. 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması emperyal ülkelerinin iştahını ve rekabetini artırmıştır. Bu rekabetin sonunda İngilizler Mısır’ı 1882’de işgal etmiş ve bu işgal 1922 yılına kadar devam etmiştir. Mısır’da 28 Şubat 1922 tarihinden itibaren ise krallık ilan edilmiş, krallık rejimi de 1952 yılında Cemal Abdu’n-Nasır’ın öncülüğünde Hür Subaylar darbesi yapılarak 18 Haziran 1953 tarihi itibariyle cumhuriyet ilanına kadar devam etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ile Osmanlı toprakları üzerinde, dönemin emperyal devletlerin güdümünde sınırları cetvelle çizilmiş tamamı aynı din, çoğunluğu ise aynı ırktan onlarca devletçik kurulmuştur. Bu devletçiklerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti idi. Başlangıçta Padişahı, Halifeyi ve Hilafet merkezini kurtarma üzerine bina eden ve halkın desteğini bu nedenle yanına alan Mustafa Kemal, yavaş yavaş gücü ele geçirmesiyle 1 Kasım 1922’de Saltanatı kaldırmış, 1 Nisan 1923’de bir darbeyle Meclisi feshetmiş, 29 Ekim 1923 Cumhuriyeti bir oldubittiyle ilan etmiş ve 3 Mart 1924’de de Hilafeti kaldırmıştır. Oysa Hilafet, İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Müslümanlar için sembolik de olsa çok büyük bir öneme sahipti. Çünkü Müslümanları birbirine ve Hilafet merkezine bağlayan yegâne bağ ‘Hilafet’ bağı idi. Hilafet bağı koparılınca, Müslümanlar yeni arayışların içine girmek zorunda kalmışlardır.

Böyle bir arayışa Mısır’da 1927’de yeni öğretmen olarak İsmailiye kentine tayin edilen Hasan el-Benna da girmişti. Müslümanların ümitlerinin kırıldığı, yılgınlığa düştükleri böyle bir dönemde Benna’nın bu arayışı çok anlamlı ve önemli idi. Çünkü bu arayışın neticesinde 1928’de, Müslümanların yeniden uyanışına vesile olan İhvan’ül-Müslimin Hareketi kurulmuştu. İhvan’ın kurucusu Hasan el-Benna mücadelesini iki hedefi gerçekleştirme temeli üzerine bina etmişti. Bu hedeflerden birisi bütünüyle İslam coğrafyasını emperyal işgal ve istiladan kurtarmaktı. İkinci hedefi ise bütün İslam topraklarını kuşatacak tarzda bir İslam devletini kurarak hilafeti yeniden getirmekti. Şehid edilinceye kadar da bu iki hedefi gerçekleştirmek için gece gündüz çalışmış ve mücadele etmiştir.

İhvan mensupları ve İhvan Hareketi, gerek Hasan el-Benna döneminde ve gerekse sonraki dönemlerde insanlık dışı muamelelere tabi tutulmuş, en tabii, en makul talepleri bile zorbalıkla ve vahşi yöntemlerle bastırılmıştır; idam edilmeler, tecavüzler ve katliamlar hiç eksik olmamıştır. 1949’da Hasan el-Benna şehid edilmiş, 1954’de Türkiye’de de yakinen tanınan Abdülkadir Udeh ve arkadaşları idam edilmiş ve Seyyid Kutub’un da aralarında bulunduğu binlerce İhvan mensubu zindanlara atılmıştır. Zindanlara atılan Müslümanlar akıl almaz insanlık dışı işkencelere tabi tutulmuş, bu işkencelerde çok sayıda Müslüman kadın ve erkek katledilmiştir. Bu kadarla da yetinmeyen dönemin çağdaş Firavunu Cemal Abd’u-Nasır yıllarca zindanda tuttuğu Seyyid Kutub’u ve arkadaşlarını 1966’da idam ederek yeni bir vahşete imza atmıştır. Firavun Nasır’ın 1954’lerden itibaren amacı İhvan’ı, süreç içerisinde marjinalleştirerek yavaş yavaş bitirmekti. Ama İhvan’a karşı uygulanan bütün insanlık dışı yöntemlere rağmen İhvan bit(irile)medi, tersine gelişti ve sınırları aşarak evrensel bir İslami hareket haline dönüşmüş oldu. Suriye’de, Irak’ta, Ürdün’de, Lübnan’da, Libya’da, Sudan’da, Tunus’ta ve daha birçok yerde İhvan’ın şubeleri açılmaya başlandı. Türkiyeli Müslümanlar da, 1960’lı yıllardan itibaren tercüme edilen İhvan önderlerinin eserleriyle bilinçlenerek tevhidi anlamda bir yaşama/hayata adımlarını bu vesileyle atmış oldular. Dolayısıyla İhvan-ı Müslimin Hareketi’nin, sadece Mısırlı Müslümanların üzerinde değil, Türkiyeli Müslümanlar da dahil İslam dünyasındaki bütün Müslümanlar üzerinde müsbet ve küçümsenmeyecek bir etkisi bulunmaktadır. Dünya Müslümanları –halen- bu Müslümanların tercüme edilen eserleriyle fikir dünyalarını beslemektedirler.

İhvan’a yönelik gerçekleştirilen idamlar, işkenceler, baskı ve zulümler çağdaş firavun Nasır öldükten sonra yerine geçen diğer firavunlar; Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde de devam etmiştir. Bütün bu baskılara, zulümlere, işkencelere, idamlara ve bunca katliamlara rağmen İhvan, 25 Ocak 2011’de başlayan halk ayaklanmalarında motor gücü görevini görmüş ve 2012’de yapılan parlamento seçimlerinde %47, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise %52 oranında oy almıştır.

Cumhurbaşkanlığına seçilen Mursi, Ortadoğu tarihinde, belki de Arap tarihinde, bir ilki gerçekleştirmiştir. Adam olamaz denilen, pasif, korkak gözüyle bakılan Mısırlılar, Mursi’nin yaptıklarıyla tarihi, tersine çevirmiş ve kendilerine bu ithamları yöneltenleri utandırmıştır. Mursi, seçildikten 1 ay 12 gün sonra yani 12 Ağustos 2012’de hem Askeri Konsey başkanı Tantavi ve yardımcısı Anan’ı, hem Askeri Konseyi, hem de 500 civarında subayı da görevlerinden azlederek askeri vesayeti sona erdirmeye dönük ilk adımı atmıştır. Bu, Mısır tarihinde hatta Ortadoğu tarihinde bir ilkti.

Mısır, Arap dünyasının en önemli ülkesidir; Mısır’da meydana gelen bir değişim, kısa bir sürede bütün bölgeyi etkilemektedir. Zaten Siyonist İsrail’i, bölgedeki gerici krallık ve Şeyhlikleri korkutan da bu idi. Çünkü Mısır’da İhvan’ın başarılı olması halinde sıranın kendilerine geleceğini çok iyi biliyorlardı. Eğer İhvan yönetimi devam etseydi ne Siyonist İsrail kalabilirdi bölgede, ne de krallıklar ve Şeyhlikler! Bu nedenle bölgesel ve küresel güçler el birliğiyle Mursi yönetimine karşı bu darbeyi gerçekleştirmişlerdir.

İhvan liderleri de, darbenin karşısında duran Mısır halkı da takdir ve tebriki hak eden onurlu ve haysiyetli bir tavır takınmıştır. Özellikle halkın Ramazan ayında yaptığı milyonluk eylemlere yönelik 8 Temmuz’da, 27 Temmuz’da ve 14 Ağustos’ta gerçekleştirilen insanlık dışı saldırılarda binlerce masum insan katledilmesine rağmen sokakları ve meydanları terk etmemiştir. Halkın bu tavrı, sadece darbecileri panikletmemiş, aynı zamanda arkasındaki karanlık emperyal ve Siyonist küfür güçlerini de panikletmiştir.

beltaci

 

529 İDAM CEZASI YETMEDİ, 683 İDAM DAHA!..

 

3 Temmuz 2013’te Mısır ordusu tarafından gerçekleştirilen askeri darbeye karşı sivil ve barışçıl direniş sergileyen İhvan üyelerinden 529 kişiye 24 Mart’ta idam cezası verilmiştir. İdam cezasının gerekçesi ise, ‘Bir polis memurunu öldürme, iki polis memurunu öldürmeye teşebbüs’ olarak gösterilmiştir. Bütün suç bu kadar! Bir kişiye karşılık 529 kişiye idam kararının verilmesi, hangi hukukta, hangi düzende bulunmaktadır? Üstelik 529 kişiye verilen idam cezası sadece 2 celsede ve toplam 20 dakikalık bir yargılama neticesinde verilmiştir. Aslında sadece bu cezayı veren Minye mahkemesi değil, bu ceza karşısında sessiz kalan, destekleyen, ama’larla geçiştiren bölgesel ve küresel bütün güçler, sözde aydınlar, insan hakları savunucuları hepsi suçludur ve insanlık tarihinin utanç sayfalarında çoktan yerini almışlardır. Dakikada 26 idam kararının sadece Mısır askeri cuntasının kararı olarak bakılmamalı, aynı zamanda destekçisi bölgesel ve küresel işgalci güçlerin kararı ve hukuku olarak görülmelidir.

529 kişinin idam kararında 37’sinin idamının onaylandığı 28 Nisan günü, aralarında İhvan’ın lideri/Genel Mürşidi Muhammed Bedii’nin de bulunduğu 683 idam kararı daha aynı mahkeme tarafından açıklanmıştır. İhvan’a yapılanlar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere Körfez destekli küresel bir İhvanı sindirme operasyonudur. Bu darbe ve idam kararlarının içerideki ayağı Selef(ç)i Nur Partisi ise küresel ayağı ise ABD, Siyonist İsrail ve diğer batılı ve doğulu bütün emperyal işgalci güçlerdir. Bu güçler, Muhammed Mursi’ye karşı yapılan darbeyi nasıl destekledilerse aynı şekilde insanlık dışı bu idamları da desteklemektedirler. Amaç sadece İhvan’ın ehlileştirilerek darbecilere teslim olmasını sağlamak değildir; İhvan’ı terbiye etmenin yanında, İhvan üzerinden bölgede, hatta bütünüyle İslam coğrafyasında emperyal şirke, küfre ve tuğyana karşı mücadele eden, işbirlikçi yerli diktatoryal yönetimleri devirmeye kalkışan bütün İslami güçlere bir gözdağı vermektir. Ama bunu beceremeyeceklerdir. Çünkü sadece Filistin’de verilen mücadeleye baksınlar; 1917 Balfour Deklarasyonundan beri verilen bir mücadele vardır ve halen de devam etmektedir. ABD’nin başını çektiği 40’dan fazla işgalci güç, Afganistan’da, yüz binlerce masum insanı katletmesine ve bombalamadık yer bırakmamalarına rağmen mücadele bütün hızıyla devam etmektedir. Dolayısıyla emperyal kâfirler, ne Mısır’daki idamlarla, ne de Orta Afrika’da gerçekleştirdikleri insanlık dışı vahşetlerle Müslümanların gözlerini korkutamazlar. Ve bu mücadele ‘din yalnız Allah’ın oluncaya ve fitne yeryüzünde kalmayıncaya kadar’ (Enfal, 8/39; Bakar, 2/193) devam edecektir.

İslam coğrafyasında halen devam eden bunca işgale, tecavüze ve katliama rağmen, dünyanın değiştiğini söyleyenler vardır. Bunlar artık dünya değişti, batı da değişti, dolayısıyla hiçbir şey, hiçbir devlet tarafından insan haklarına, evrensel hukuka aykırı yapılamaz tarzında gerçekle ilgisi olmayan düşünceleri savunmaktadırlar. Aslında bu düşünceleri savunmak, küresel emperyal sistemi tanımamak, bilmemek anlamına gelir. Çünkü küresel sistem bütün vahşiliği ve azgınlığıyla günümüzde de, tıpkı soğuk savaş döneminde ya da daha öncesinde olduğu gibi aynı şekilde devam etmektedir. Bu sistem, dün olduğu gibi bugün de ilkesizdir, işgalcidir, emperyaldır ve pragmatisttir. Nitekim Filistin’de, Çeçenistan’da, Arakan’da, Somali’de, Afganistan’da, Irak’ta olup bitenleri bir tarafa bıraksak bile sadece son aylarda Mısır’da, Orta Afrika’da ve Ukrayna’da olup bitenler bile, ‘dünya değişmiştir’ sözünün gerçeği hiç de yansıtmadığını açıkça göstermektedir. Mısır’da gerçekleştirilen darbeye, darbe bile diyemeyen, değiştiği söylenen bu dünya, bugün de, bir dakikada alınan 26 (daha sonra bu sayı 76’ya çıkmıştır) idam kararına sessiz kalarak destek vermiştir. Hatta ABD bu desteğini açığa vurarak, Mısır’a, daha önce satışını durdurduğunu söylediği 10 adet Apaçi helikopteri satma kararı alarak göstermiştir.

İşin üzücü yanı değiştiği söylenen bu dünyanın gözleri önünde, halkın iradesiyle cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursi derdest edilerek zindana atılmıştır. Sadece bu kadarla yetinilmemiş binlerce İhvan mensubu, darbeciler tarafından katledilmiş, binlercesi de işkencelerden geçirilmek üzere zindanlara atılmıştır. Üstelik binlerce masum insanı katleden darbecilerin hiçbirisi yargılanmazken, İhvan mensuplarından önce 529, sonra da 683 olmak üzere binden fazla insan idama mahkûm edilmiştir.

Minye Mahkemesi tarafından 24 Mart’ta dakikada 26 kişi için idam kararı verilirken, 28 Nisan’da ise dakikada 76 kişi için idam kararı verilmiştir. Anadolu Ajansı, Mahkeme Başkanı Said Yusuf Saad Sabra ile üye İbrahim Velid ve Talat Cevded’in yönettiği duruşmanın sadece dokuz dakika sürdüğünü bildirmiştir. Kimlik tesbiti bile yapılamayacak bir sürede, düzmece bir mahkemede usul ve esasa ilişkin şartlar ile kanun devletinin bile asgari şartları yerine getirilmeden göstermelik bir yargılama yapılmıştır. Darbe, katliamlar ve idamlar kısacası 3 Temmuz 2013’den beri Mısırda tam anlamıyla bir insanlık dramı yaşanmaktadır. Anlaşılan o ki, Mısır cuntası, meydanlarda baltacılara ve keskin nişancılara, mahkemelerde ise yargıçlara tetikçilik görevi vermiştir. Böylece meydanlarda keskin nişancılardan ve Baltacılardan kurtulanlar, yargıçlar çetesi tarafından düzmece yargılamalarla infaz edilmeye çalışılmaktadır.

Herkes, darbenin lideri Abdulfettah Sisi’nin taşeron bir cani olduğunu, Amerika’nın himayesi altında darbe yaptığını ve yüzlerce insanın idamına imza atabilme cür’etini ancak ve ancak ABD’den en azından göz yumma işareti alarak gösterdiğini biliyor. Sisi de Hüsnü Mübarek gibi, Enver Sedat gibi bir kukladır. ABD ve diğer emperyal güçler, kendi menfaatlerini bu kuklalar kanalıyla devam ettirmektedirler. Nitekim bu emperyal ve Siyonist güçler,  Mısır’da Sisi gibi bir katilin eliyle İhvan’a jenosid uygulamakta, Suriye’de Esad’ın varil bombaları ile bir ülkenin insan ve medeniyet birikimini yok etmekte, Irak’ta mezhep kavgası ile iç savaş çıkartmaya çalışmaktadır. Emperyal güçler için bir halkın yok olması, iç savaş çıkması hiç mi hiç önemli değildir. Önemli olan kendi kirli ve sufli çıkarlarının devam etmesidir. Hegemonik küresel güçler –ideolojiye ve yönetim şekline bakmadan- bütün planlarını kendi çıkarlarına göre tanzim ederler. Kan gerekiyorsa kan dökerler. Çifte standartsa çifte standartta bulunurlar. Çıkarlarına uygunsa, mesela düşmanlarını kuşatma ya da adamlarını koruma amacına denk düşüyorsa, “insan hakları” söylemini dillendirirler, birilerini yok etmek gerekiyorsa, onu idama götürecek gerekçeler üretirler. Çünkü bu emperyal işgalci güçler, omurgasızdırlar, ilkesizdirler; her şeyi kendi çıkarlarına endeksli olarak kurgularlar.

Mısır halkı, özellikle de İhvan hareketi, Mısır askeri cuntasının aldığı bu tür idam kararlarına hiç de yabancı değildir. Muhammed Mursi’nin bir yıllık özgürlük ve adalet dönemi sayılmazsa, İhvan hareketi, tarihi boyunca sürekli bu tür kararlarla terbiye edilmeye, boyun eğdirilmeye çalışılmıştır. Ancak idamlara, zindanlara ve kapatılarak yasaklanmalara rağmen varlığını güçlü bir şekilde bugüne kadar devam ettirmiştir. 3 Temmuz 2013’den sonraki uygulamalar ve özellikle de son kitlesel idam kararları İhvan’ı bütünüyle yok etmeye dönük kararlarlardır. Mısır cuntası bu kararlarla, Türkiye’de, Kemalistlerin giyotini olarak görev gören ve ‘önce idamına sonra tanıkların dinlenmesine’ kararı ile meşhur İstiklal Mahkemelerini yeniden hortlatmıştır. Ancak bilinmelidir ki, zulümde, küfürde yarışanlar, tarihin hiçbir döneminde başarılı olamamışlardır. Tarihin çöplüğü Abdulfettah Sisi’nin benzerleriyle doludur; Saddam Hüseyinler, Zeynel Abidinler, Sedatlar, Stalinler, Maolar, Mussoliniler, Bushlar, Kemalistler ve daha birçokları… Bugünkü zalimlerin yeri de yine tarihin çöplüğüdür…

Mısır’da olup biten bütün bu olumsuzluklara rağmen sevindirici durum ise, Mısır’da, 3 Temmuz 2013’den beri olağanüstü hal’e, ölüm kusan silahlara ve idamlara rağmen İhvan’ın takındığı dik duruşun devam ediyor oluşudur. Dün olduğu gibi bugün de İhvan’ın örnekliği devam etmektedir.

Bu dik duruş, Adeviye, Nahda, Ramses meydanlarında katledilen binlerce Müslüman’a, 529 ve 683 idama ve zindanların İhvan mensuplarıyla doldurulmasına rağmen devam etmektedir.

Bu dik duruş, Muhammed Biltacı, Hayrat el-Şatır ve İhvan’ın diğer liderleri zindanlara atılmalarına ve Muhammed Bedii ile ilgili verilen idam kararına rağmen devam etmektedir.

Bu dik duruş, Muhammed Bedii’nin oğlu Ammar Bedii, Muhammed Biltacı’nın 17 yaşındaki kızı Esma, Hayrat el-Şatır’ın kızı ve damadı, Şehid imam Hasan el-Benna’nın torunu ve daha binlerce masum insan katledilmesine rağmen devam etmektedir.

Ne mutlu onlara!

Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Çünkü ya İhvan önderleri darbeye ve darbecilere teslim olsalardı, yaptıklarından dolayı pişmanlık duyduklarını kitleler önünde açıklamış olsalardı, İhvan’a başarıları ile sevinen biz Müslümanların hali ne olurdu? Başımız öne eğik, Türkiye’deki laiklerin, Kemalistlerin, ulusalcıların, demokratların kısacası azgın azınlığın karşısına inanın çıkamaz hale gelirdik. Allah’a şükür ki, böyle bir şey olmadı ve İnşaallah da bundan sonra da olmayacaktır.

Bu dava bedel ister. Bedel ödenmeden elde edilen kazanımlar çabucak elden çıkarılabilir. Bu nedenle bedeli ödenmeyen bir dava kolay kolay da devam ettirilemez. İşte bugün, Adeviye, Nahda, Ramses ve diğer meydanlarda İhvan’ın önderleri, Hasan el-Benna’ların, Seyyid Kutub’ların, Abdülkadir Udeh’lerin, Muhammed Kutub’ların, Zeynep Gazali’lerin, Emine Kutub’ların ateşledikleri kıyamı bedel ödeyerek sürdürmektedirler.

İnsanlık tarihi bize, gülerek ölüme gidenleri, en güçlü orduların bile yenemediğini defalarca göstermiştir. Bugün Mısır’da idam kararı verilen kadın ve erkek kardeşlerimiz mahkemenin bu kararını gülerek, hiçe sayarak ve umursamayarak karşılamışlardır. Bu Müslümanların tavrı tıpkı, Firavun’un sihirbazlara ben sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip ibret-i âlem için şu hurmalığa asacağım dediği zaman, henüz Müslüman olmuş bu sihirbazlar, ‘senin bize vereceğin ceza sadece bu dünyada geçerlidir, ya Rabbimizin bize vereceği ceza’ şeklinde gösterdikleri tavra ne kadar da benzemektedir.

İslam coğrafyasında mücadele veren İslami hareketlere imkânlarımız nisbetinde yardım etmek, katkıda bulunmak Müslüman olarak bizim temel sorumluluğumuzdur. Bugün Suriye’de yanı başımızda her gün yüz civarında bizden olan insanlar, eli kanlı caniler tarafından katledilmektedir. Aynı şekilde Mısır diktatörü uşak ruhlu işbirlikçi Sisi ve mahkemesi yüzlerce Müslüman’ın idamına karar vermiştir.  Bir yıla yakın zamandır bunca katliama ve işlenen zulme rağmen meydanları terk etmeyerek onurlu bir direnişe imza atan Mısırlı kardeşlerimiz yargıdan kaynaklanan bu zulme teslim olmayacaklardır. Umut ve temenni ediyoruz ki, idamlara, zindanlardaki akıl almaz işkencelere rağmen İhvan’ın dik duruşu devam edecektir. Bu dik duruş, sadece Mısır’daki kukla cunta yönetimini değil bölgedeki diğer kukla yönetimleri ve Siyonist İsrail’in de sonunu getirecektir. Zaten bu kukla yönetimlerin ve destekçisi emperyal ve Siyonist güçlerin tek korkusu da budur. İnşaallah korktukları başlarına gelecek ve başta Mısır olmak üzere bütün İslam coğrafyası ümmet bilinciyle tekbir devlet haline gelecektir.

NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin 180.Sayısında( Mayıs 2014) Yayımlanmıştır.

 

 

 

 

 

GRUBA KATIL