Kutlu Son
Arşiv Genel Yazarlar

Kutlu Son

Âlemlerin rabbine hamd, onun seçkin elçisine salat ve selam olsun. Allah’ın rahmeti, ona ittiba edenlerin üzerine olsun.
Eşref-i mahluk olan insan, çok özel vasıflarla donatılmıştır. Bunların en özellerinden olan sabır ve sebat da böyledir. Önemli olan, o güzel hasletlere sahip olup başarılı olmanın yollarını Kur’an ve sünnetten anlamak ve yaşamaktır.
Sabır ve sebat, aynı manada iki kelime değildir. Kur’an-ı mübin, Ali İmran suresi 200. ayette bu iki kavramı açıklayarak bize yol göstermiştir: “Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz.”
Sabır, lügatte “bağlanmak ve alıkoymak” demektir. Istılahta ise nefsi, emredilen şeylerde tutmak, hapsetmek şeklinde tarif edildiği gibi, “kaza ve kaderin tecellilerine karşı şikâyette bulunmamak; elem, bela ve musibetler karşısında sızlanmamak, verilene rıza” şeklinde tarif edilmiştir. Sabır, Kur’an-ı kerimde, yetmişten fazla ayette geçmiştir.
Sabır gerçekleşirse insan, kendisini süfli hallerden alıkoyar, direnir, inat eder ta ki Allah’ın rahmetine ve onun vereceği ecre ulaşır. Taat üstünde sabır, masiyetten sabır, musibete karşı sabır, bu üç cephe çok önemlidir. Bunların hepsi, Allah’a itaat babındandır; kişiyi azaptan kurtarıp selamete erdiren gayretlerdir.
Ebu Yahya Suheyb b. Sinan’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resulullah şöyle demiştir: “Müminin durumu ne hoştur! Her hâli, kendisi için hayırlıdır. Bu durum, yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu, onun için hayır olur. Başına sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder, bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64).
Elhamdülillah, İslam ne kadar muhteşem bir davadır. İnsanı iç ve dış olarak tadil eder. Psikolojik olarak ona imandan doğan sabır gibi bir otokontrol (öz denetim) yükler.
İnsanları güçlendirmenin yollarını arayan, ilimle uğraşanlar; çok çeşitli ilimler üretmiş, yollar belirlemişlerdir yine de hakiki manada istenen sonuca ulaşılamamıştır. Ulaşamadıkları şu gerçeği ancak müminler yakalamıştır: “Es-sabru minel iman (Sabır, imandan doğar).”
İslam tarihini incelediğimizde hepsi birer mücadele ve aksiyon insanı olan peygamberler ve salihlerin yaşantılarına, hayatımızı aydınlatacak örnekliklerine şahit oluruz: Yakup (aleyhisselam), Yusuf (aleyhisselam), Musa (aleyhisselam), Nuh (aleyhisselam), Meryem (annemiz), Hacer (annemiz) vs. Peygamberlerin lideri olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem). Hepsi, kendi çağlarında sabırla sebat ettiler, cihatlarını asla bırakmadılar. Kimileri şehit oldu, kimileri de salihler, salihalar olarak rablerinin huzuruna selametle vardılar. Allah’ın rahmeti, hepsinin üzerine olsun.
Gayeli insanlar, hedeflerine odaklandıkları zaman onlarda meydana gelen eylem, sabırdır. Sabrın devamlılığına da sebat diyoruz. Aslında biraz düşünürsek her sebatta cehd vardır; öyleyse sebatın müradifi cihattır, her cihadın sonucu da ya zafer ya da şehadettir.
Sebat, “kararından, sözünden dönmeme, bir iş veya davranışta azim ve kararlılık gösterme” demektir. Sabır, bir şeyin tamamlanması ya da sonuçlanması için bekleme gücü; sebat, bir şeyin tamamlaması ya da sonuçlandırması üzere gösterilen dayanıklılık gücüdür.
Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimede de gördüğümüz gibi Rabbimiz, bizi terbiye ederken sadece sabrın yeterli olmayacağını, sebatın da gerekliliğini emreder. Ayrıca davamızdaki sebat ve ısrarla cihadımızı güçlendirmemiz gerektiğini bize bildirir. Öyle ki Allah’a ve onun emirlerine sıkı sıkıya bağlı olup düşmanla savaşmamızın gerektiğinden de bahseder.
Gerçekten biraz derin düşünürsek sebatın altında bir güven, kararlılığın altında hedefe kilitlenme vardır. Bunun adı da cihattır.
Cihat; sevgiden, itaatten, bağlılıktan doğar. Bir an gelip geçen, hamasi bir duygu değildir. Kişinin nefsini; ölümüne, iddiasına bağışlamasının adıdır. Vuslat, özlemdir.
Bugün içinde bulunduğumuz durumları göz önüne alırsak Filistin’de, Afganistan’da, Suriye’de yaşananlara baktığımız zaman ne bedeller ödendi, ödeniyor ve ödenecek de. Bu cehtler; tüm gayretler, aşkın bir sevgi içindir. Sabırla başlayan, sebatla yürüyen cihat gibi bir farizanın hayat bulmasıyla fetihlere ve Allah’ın açtığı zaferlere ulaşılıyor.
Zaferler, ne adam çokluğuyla ne de silahladır. Zaferler, Allah’ın yardımıyladır. Allah’ın rızası için yola çıkan, azimle gayret sarf edenleri Allah, hiçbir zaman mahzun etmeyecektir. Onlar için yenilgi yoktur, başarısız olsalar da yenilmemişlerdir. Başarının ölçüsü, kazanmak değildir; adandığı yoldaki samimiyeti ve gayretleridir. Bu yüzden Rabbimiz, “Allah yolunda öldürülmüş olanlara ölü demeyin.” emrini verir, “Siz onları ölü gibi görseniz de onlar, ayrı bir âlemde hayat içindedirler.” Ölümü, hayatın bitmesi olarak biliyoruz oysa Rabbimiz, şehitlere “ölü” demememizi öğretiyor. Şehadet, hayat bulmanın başlangıcıdır.
Şehitlik, ne güzel bir son! Sevenin, sevdiğine kavuşma anı! Bu, sözle olmayan bir eylemdir. Dil ile, beden ile, mal ile yapılan ibadetleri biliriz. Şehitlik öyle değildir; o bir rızıktır, her isteyene de verilmez. Eğer cihat eden herkes şehit olsaydı; şehitlik, sadece çabaya bağlı olsaydı, hemen aklımıza asrının öncü komutanı, şehitliği en çok hak eden “Halit Bin Velit” (radiyallahu anh) efendimiz gelir. Halit Bin Velit (radiyallahu anh) buyuruyor ki“Nice kılıçlar elimde parçalandı, işte bu, ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip yatak yüzü görmemiş olan bu Halit’in yatakta ölmesidir. Resulullah’ın hiçbir ashabı, rahat yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde, din-i İslam’ı yayarken garip olarak şehit oldu.
Ah Halit! Şehit olamayan Halit! Harp, benim etimi çiğneyemedi. Şehitlik mertebesi hariç, elde etmediğim makam kalmadı. Vücudumda bir karış yer yoktur ki ya kılıç yarası veya bir mızrak yarası olmasın. Ömrü boyunca din-i İslam’ı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak üzerinde mi olacak? Ölümümü, harp meydanlarında atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehit olarak beklerdim.”
Bize düşen, Rabbimizin emirlerine sıkı sıkıya yapışmak, onun yolunda azimle cihadımıza devam etmektir. Bu, malımızla olabilir, evladımızla olabilir, zamanımız veya kalemimizle olabilir. Durmadan, kesintiye uğratmadan bu yüce İslam dinini insanlığa duyurmak, tebliğ etmektir. İnsanlığa hayat sunan bu hayat tarzının şahitleri olmak için tüm gücümüzü harcamaktır. Şehadetimiz, mezuniyetimizi belirleyen en üst mercidir. Bizi de layık gör, rızıklandır ya rab. Âmin.
En emine (cc) emanet olunuz.
Sümeyye DEMİRCİ

GRUBA KATIL