Halefe (H-L-F) kökünden gelen halife, kendinden öncekinin ardınca gelip sonra onun yerine geçen demektir. Halef, kendinden sonra yerine geçecek olan demektir. “Arkada olmak, birinin arkasından gelmek, yerine geçmek” anlamlarına gelen half kökünden türetilmiş olup “birinin yerine geçerek işini, görevini devam ettiren” şeklinde açıklanmıştır (TDV Ansiklopedisi).
Allah (cc), meleklerine, “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 30) diyerek, yeryüzünde kendi hükümlerini ve adaletini uygulayacak bir varlık yaratacağını bildirmiştir. “Sizi, yeryüzünün halifeleri kılan O’dur” (Enam, 165 – Neml, 62) mealindeki ayetlerde, Hz. Âdem ve soyundan gelenlere halifelik görevi vereceğini söylemiştir.
İnsanların tümünün, Allah’ın halifesi olması düşünülemez. Zira insanlardan Allah’a inananlar olduğu gibi, inanmayanlar da bulunuyor. Allah’ın emirlerini yerine getirenler olduğu gibi, getirmeyenler de bulunuyor. Allah’ın emirlerini yerine getirmeyenleri, haramların peşinde koşanları Allah’ın halifesi kabul edersek, yeryüzünde işlenen tüm kötü fiilleri de Allah adına, onun verdiği yetkiyle yapmış gibi, yanlış bir düşünce çıkar ortaya. Elbette ki inanmayanlar, Allahın halifelik sıfatını taşımayanlardır. Yazımızın gündeminde bu sınıf insanlar yoktur. Bizim gündemimizde olan insanlar, kelime-i şehadet getirmiş, iman etmiş, halifelik görevini yüklenmiş insanlardır.
“Ey Dâvûd! Biz, seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet” (Sâd, 26).
Halifelik unvanıyla yeryüzü mahlûklarını yönetmek üzere gönderilen insanoğlu, Allah’ın (cc) bir temsilcisidir. Kendisine, kâinatın hâkimi tarafından verilen halifelik vazifesi ile görevlendirilmiştir. İnsanoğlunun görevi, temsil ettiği otoritenin istediklerini yerine getirmektir. Kendisine verilen yetkileri, Allah (cc) rızasına uygun olarak yerine getirmesi gerekir.
Yaratılmışlar içinde akıl ve irade sahibi olarak, üstün olarak yaratılan (Ahsen-i takvim) insanoğlu, kendisine verilen bu halifelik vazifesi ile kuşlar gibi havada uçabiliyor, su altında ve üstünde yüzebiliyor, kendinden kuvvetli veya vahşi hayvanları eğitebiliyor, yönetebiliyor. Kendinden güçlü hayvanların etinden sütünden faydalanabiliyor. Su üstünde kaç bin grostonluk gemilerle yükleri uzak mesafelere taşıyabiliyor, ağır yük ve yolcuları havada uzak mesafelere taşıyabiliyoruz.
İnsanoğlu, kendisine verilen bu halifelik vazifesini, Allah (cc) rızasına uygun olarak yerine getirmeyip, kendi heva ve hevesine uygun olarak uygulamaya başlarsa, kâinatın efendisinin rızasından, rahmetinden, bereketinden mahrum kalır.
“Semud’a kardeşleri Salih’i gönderdik: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar (mamur) etmenizi dileyen O’dur, dedi” (Hûd, 61).
Allah (cc), ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, Fatır, 39; Araf, 69; Neml, 62; En’am, 165. ayetlerinde insanoğlunu yeryüzünde halife kıldığını ve kendine ibadet edip yeryüzünü imar etmemizi, düzeni kalıcı halde tutmamızı emretmektedir. Günümüzde insanlar veya hilafet görevinin farkında olan Müslümanlar, yeryüzünü imar etmek, düzeni muhafaza etmek, tabiatı, doğayı korumak konusunda görevini layıkıyla yerine getiriyor mu?
Yüce Allah (cc), yeryüzünde her şeyi yerli yerince yaratmıştır. Onda bir düzen, ahenk ve denge vardır. Yeryüzündeki halifelerin üzerine düşen görev, buradaki bu eşsiz düzeni, ahengi ve dengeyi korumak, bunları bozacak ve tahrip edecek tutum ve davranışlardan kaçınmaktır. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Şüphesiz biz, her şeyi bir ölçüye, bir düzen ve plana göre yarattık” (Kamer, 49). “Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık. Oraya sağlam dağlar yerleştirdik. Orada her şeyi belli bir ölçüde bitirdik. Orada sizin için ve rızıklarını sizin vermedikleriniz (yabani hayvanlar, böcekler) için geçim yolları yarattık. Her şeyin hazinesi, bizim katımızdadır. Biz, onlardan ancak belli ölçülerde veririz” (Hicr, 19-21). “Düşünün ki Allah, ad kavminden sonra yerlerine sizi getirdi ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler kuruyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” (A’raf, 74). Rabbimiz, yeryüzünde, her şeyi bir ölçü, bir düzen dâhilinde yarattığını ve insanoğlunun veya halifelerinin bu düzeni bozmamaları gerektiğini açıklamaktadır.
Günümüzde, denizlerimizi, arıtmadan döktüğümüz atıklar sebebiyle “müsilaj” kirliliği ile hem yeryüzünü hem de su altı yaşamını yok ediyoruz. Nehirlerimize döktüğümüz sanayi atıkları sebebiyle akarsularımızda canlı yaşamı yok ediyoruz. Yeraltı sularını aşırı kullanarak göllerimizin, balıkların ve kuşların yaşam alanlarını kurutuyoruz. Doğal güzelliklerimizi, doğamızı, piknik alanlarımızı evlatlarımıza miras bırakmamak için virane edip çöplüğe çeviriyoruz. Daha fazla kar hırsı ile yediğimiz yiyeceklerin ne olduğunu bilmiyoruz. Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ile ne yediğimizi bilmiyoruz: “Hâkimiyeti ele aldığında ise ülkede bozgunculuk çıkarıp ürünleri ve nesilleri yok etmeye çalışır. Allah, bozgunculuğu sevmez” (Bakara, 205).
Günümüzde çoğu tohumlar, “ebter” tohumdur (kısır). Firmaların kar hırsı ile çiftçileri tohumda kendine bağımlı kılmak isteği, kısır tohumlar (genetiğiyle oynanmış) üretilmiştir. Pekâlâ, bu durum, ebter tohumlarla beslenen bizlerde ne gibi yan etkiler doğuruyor? Son 50 yılda erkeklerde sperm sayısı % 50 oranında düşmüştür. Kadınlarda menopoza girme yaşı 40’lı yaşlara gerilemiştir. Kısırlık oranı arttıkça kansere yakalanma oranı da o kadar artmaktadır. Günümüzde evlenme yaşı giderek 30’lu yaşlara yükselmektedir. Evlenen çiftler, çocuk sahibi olmada sorun yaşamakta ve tıbbi destek almaktadırlar (tüp bebek tedavisi).
Ülkemizde, 75 yaş altı dört kişiden biri kanser hastasıdır (% 25). Eskiden kanser olduğunu duyduğumuz kişiye “vah, tüh” derken, şu anda her ailede kanser vakası görülmektedir.
Ürünlere zarar veren haşerata karşı, zehir üreten mısır, şeker, soya ve benzerleri üretilmiştir. GDO’lu ürünleri, büyükbaş ve kanatlı hayvanlarda geliştirici iğnelerle, yemlerle beslenen hayvanları tükettiğimizde, zehirli ürünler ve iğneler, bizlerin ve neslimizin üzerinde bozulmalar meydana getirmektedir.
Kirli denizlerimizde yetişen balıklar, ağır metal veya plastik yüklü olmakta, yetiştirme balıklar da büyükbaş veya kanatlı hayvanlarla aynı durumdadır.
Bazılarının, “bu kadar nüfusun doyması için, ürünün dayanıklı olması için, maliyetlerin düşmesi için bunların da olması gerekir”, dediğini duyar gibiyim. Haklılık payı da var. Bu tür çalışmalar, kar hırsı ile değil de insanlığın yararına hizmet için yapılıyorsa elbette faydalıdır.
Covid-19 yani mers, sars, covid virüslerinin laboratuar ortamında birleştirilerek üretildiği ve Covid-19 virüsünün insanlığın başına bela edildiği söylentileri dolaşmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki ileriki yıllarda, yeni savaş silahı virüsler olacaktır.
Rabbimizin, yeryüzüne halife olarak yarattığı insanoğlu, yeryüzünde nizamın, düzenin koruyucusu olması sıfatını kar hırsı, bencilliği, egosu yüzünden yitirmiş bulunmaktadır. Bizlere düşen görev ise çevresine duyarlı olmak, doğayı ve hayvanları sevmek, tabiatı korumak, emanet aldığımız doğayı nesillerimize aynı şekilde teslim etmektir. Çiftçi olabiliriz, hayvan yetiştiricisi olabiliriz, kar hırsı ile neslimize zarar verecek davranışlardan uzak durmalıyız. Unutmamalıyız ki yaptığımız her yanlış, bizlere ve neslimize musibet olarak geri dönmektedir.
“Hâkimiyeti ele aldığında ise ülkede bozgunculuk çıkarıp ürünleri ve nesilleri yok etmeye çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez” (Bakara, 205). Allah’ın (cc) bu ikazına muhatap olmamamız dileğiyle. Rabbim, bizleri ve neslimizi muhafaza etsin.
Cefai DEMİREL