Şehit Kim, Şahit Kim?
Arşiv Genel Yazarlar

Şehit Kim, Şahit Kim?

Şehadet, İslam’ın bir gereği; ona müntesip olanlar için vazife, fırsat, gaye ve sorumluluktur. Hududu çizilmemiş olan davalar, yalnızca İslam’dadır ve en ağır savaşlara katlanmak mecburiyeti, bu davaların peşi sıra yerini alır. Mevsimlik cihatlar değil, diken üstünde yaşayan insanları aciz bırakacak adımları takip edip engel olmak, yola koyulmanın en şerefli yolunu bulmak içindir her biri.

İslam’a atılan her taş, bu cihada tüm benliğini kaptıran bedenlere isabet ediyor. Bu din, çaresizliği tattığı vakitlerde, bu kutlu bedenler çare olarak çıkıyor meydana. Mücahitlerin ördüğü etten duvara ilk kayayı yerleştiriyorlar. Arkasına sığındıkları din öyle yüce ki adımlarının kararlı ve korkusuz olmasını sağlıyor her daim. Sözün özü hayat, onlar için din; din, onlar için hayat.

Onların gözünde dünya, bir şey ifade etmiyor. Herhangi bir albenisi, ulaşılmaz güzellikleri yok. Kâfiri yerle bir etmekten başka dertlerle yaşamıyorlar. Gözleri daima keskin bakıyor. Yürekleri öyle sert ve dayanıklı ki ölüm bile yıkmıyor onları, ta ki o nimet kendilerine lütfedilene kadar. Hakikatin farkına en erken onlar varıyor. Herkesten çok, onlar koşuyor. En güçlü arzular, onlarda. Cennete önden varacak olanlar, yine onlar, biiznillah. İslam, onların omuzlarında yükseliyor. Kalpleri öyle bağlı ki inançlarına, yıkıp geçiyorlar despot devirleri. Teslimiyet ve tevekkül, onlarda cisimleşmiş; yürekleri sayesinde yaşamaya devam ediyor bu kavramlar. Onların her nefesi zikir, sabır, iman… Mertebeleri, yeri sağlam tutan dağlardan da öte.

Kişiliğe kurşun sıkmak kadar nefsi tatmin eden ve acınası bir rahatlama yaşatan bir şey yok. Medya dışında başka bir sığınağı ve bilgi dayanağı bulunmayan, yaşam sınırları birkaç santimlik aletleri olan ve lakayt cümleleriyle oksijen israfı oluşturan insanlar, gün geçtikçe hızla üremekte. Mücadelenin ne demek olduğundan, gayrimüslimlerin dahi galeyana geldiği bu zamanın çığlıklarının sebebinden, amaçlardan, sonuçlardan, bebeklerden, kanın sudan daha fazla aktığı topraklardan habersiz yaşayan insanlardan bahsediyorum. Meselenin özünü kavrayamayan, umursamayan, vicdanlarını yitirmekten gocunmayanlardan bahsediyorum. Şimdi farkında olmadan çektikleri nefeslerin, zehir olarak iade edileceği o hak günde yakıt olacaklardan bahsediyorum. Paranın, eğlencenin ve menfaatin kokusuyla ayakta durabilenlerden, dünyada neler döndüğünü hissedemediği hâlde, canını inancı uğruna hiç sayanlara kin kusanlardan bahsediyorum. En önemlisi de koltuklarındaki rahat battığında uydurma laflara coşkuyla inanıp bunları itina ile her yerde duyurmaya çalışanlardan, ezikliğin en muazzam hâlini tadanlardan bahsediyorum.

Dünya dalga dalga yükselirken olayların apaçık ortada olan muhtevasına aldırmadan bildiklerini okuyanlar, şahadetin ne demek olduğunu bilmeye bile layık değiller. Çağın yüce şahsiyetlerinin isimleri bile onların  ağızlarında eğreti duruyor. Zaten “Şehit mi yoksa ona inanan insanlığı aldatan biri mi?” safsatasını da çürük bir beyinden başkası ortaya atamazdı. Arkasından hızla ilerleyip atılan yemleri yiyenler de cabası tabii.

Filistin, Gazze, Kudüs ve İslam’ın tüm kutsallarını, dininin sağlam halkasına bağlayıp devrin en büyük cihadını yapanlar ve inançlarından taviz vermeden dünyadan hicret edenler, şehittir. Maddi ve manevi olarak kendini o diyarlarda görenler ise buna şahittir. Gerisi? Gerisi ise cahiliyenin artıklarıdır.

Sözlerin sonu, adaletin ve şehitlerin rabbine aittir: “Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir.” (Mearic, 33).

Rüveyde Bera PALA

GRUBA KATIL