Okumak, İnsana Özgüdür
Arşiv Yazarlar

Okumak, İnsana Özgüdür

Bismillahirrahmanirrahim…

Okumak, bir düşünürün ifadesiyle “sadece insana özgü bir davranıştır”. Okuma eylemi, insanı diğer canlılardan üstün kılan, yükselten, yücelten ve insanı değiştirip-dönüştüren bir niteliğe sahiptir. Okumayla insan zenginleşir. Okumayla insan gelişir. Okumayla insan yücelir. Okumayla insan ayrışır. Okumayla insan, insan olur…

Okuma emriyle başlayan, İslam dışında herhangi bir din, ideoloji, inanç sistemi yoktur. Bu dinin okumaya verdiği önem, bu dinin okumayı insan için üst düzey bir hedef olarak belirlemesi, insana verdiği ehemmiyetin ve değerin de adeta bir kanıtı niteliğinde değil midir? Yüce Allah, insanlığa yol gösterici olarak mesajlarını iletmiş olduğu Kelamullah yani Kur’an’da ilk mesaj ve ilk buyruk, “İkra” yani “oku”dur. Bu konuda çok ilginç ve dikkate alınması gereken önemli bir husus da bu ilahi emrin (İkra-oku) ümmi (okuma-yazma bilmeyen) peygambere ilk muhatap olarak emredilmesidir. Allah katında çok büyük bir değere sahip olan peygamberin doğal olarak bu soruya yanıtı; “Ben, okuma bilmem” olmuştur. Ancak mesaj taşıyan elçi (Cebrail a.s.) ısrarla “oku” diye buyurmuş ve okuma bilmediğini, neyi, nasıl okuması gerektiğini bilmeyen peygambere, “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, (Allah) insana bilmediğini öğretti. Şüphesiz Rabbin büyük bir ikram sahibidir.” karşılığını yine vahiyle vermiştir. Bu durum, aslında insanın ontolojik ve epistemolojik bağlamda varoluşunun yerini, anlamını belirleyen bir bilgi içermektedir. Zaten Kur’an’ın bilgi ve hikmet konusundaki zenginliği, muhatabına göre, muhatabının bilgeliğine göre birden çok hakikati barındırmasının da açık bir göstergesidir. O halde okuma eyleminin dindeki yerini, öneminin ayırtına vardıktan sonra asıl sorulması gereken bir soruyla yüzleşmek zorundayız: Biz müslümanlar, bu dini benimseyip, hayatının gayesi edinenler, neden okumalıdırlar? Ancak bu soru, okuma eylemi için yeterli olmadığından başka sorulara da cevap vermek zorunda kalmaktayız.

Okumalıyız ancak niçin? Ne okumalıyız? Niçin okumalıyız? Neyi okumalıyız? Ne kadar okumalıyız? Nasıl okumalıyız? Bu ve benzeri soruların Hz. Muhammed’in zihninden geçtiğini de düşünebiliriz. Çünkü okuma emriyle baş başa kalan peygamberin; neyi, nasıl okuması gerektiğine dair herhangi bir fikri yoktu. Aslında ilk ayetlerin okuma emrini barındırmasının yanı sıra nasıl ve ne şekilde okunma yapılmasına dair bir usul öğrettiğini de ilgili ayetlerden anlayabilmekteyiz. Ancak bu, uzun bir araştırma ve tartışma konusu olduğundan bu konunun üzerinde pek durmadan, okuma eyleminin başka yönlerine değinmek yazımın ana teması olacaktır. Okuma eylemi; bilgiye, hikmete, tefekküre, hür düşünceye, anlama ve hakikate yapılan yolculuğun başlangıç safhasında gerekli olduğundan kendi bağlamsallığından çok daha fazla bir mahiyet kazanmaktadır. Hayat gayesinin merkezinde akıl, düşünce, inanç ve merak gibi bilişsel duyguları barındıran insanın, kesintisiz öğrenme davranışını edinmesi için okuma, vazgeçilmesi veya terk edilmesi asla doğru olmayan bir değer haline dönüşmektedir.

Okumak, insan için küçük ancak insanlık için büyük ve önemli bir başlangıçtır. O halde okumak, insana özgü ve insana yakışan bir davranıştır. İnsanın ontolojik serüveniyle başlayıp, yine insan yazgısının sonluluğuyla bitecek olan bir eylemdir. Dolayısıyla insanı yoğuran, insanı büyüten, geliştiren ve yücelten bir özelliktir, diyebiliriz. Peki, o halde okumak, insan varlığıyla içselleşmiş ve iç içe geçmiş bir özellikse “Niçin okumuyoruz?” Ya da “Neyi okumalıyız?” sorularına yanıt aramalıyız. Okumak, sadece kâğıttan veya ekrandan bize yansıyan yazıları okumak mıdır? Yoksa okumak, daha geniş bir perspektifle söylenecek olursa insanı, hayatı, doğayı, canlı ve cansız varlıkları, ayetleri ve insanın kendisini okuması olabilir mi? İnsanın hayatına hiçbir anlam katmayan ve insanı gideceği yere ulaştırmayan, daha doğrusu insan yaşamının gerçek gayesini belirlemede yardımcı olmayan okumaların zaman kaybından başka ne anlamı var? Başka bir sorun da bilinçsizce okumanın, okumuş olmak için okumanın, okumuş gibi görünmenin, yüzeysel okumaların insana ne yararı olabilir? Aslına bakarsanız bu soruları çoğaltmamız mümkün ancak okuma eylemine, “Doğru bir okuma nasıl olur?” sorusuna yanıt aramakla başlamalıyız.

Öncelikle doğru, kalıcı ve yararlı okumaya vahiyle başlanması gerektiğini ifade etmek durumundayız. İnsanı yaratan, ona şekil veren, ruh veren, hayat veren ve insanı dünya yolculuğunda yalnız bırakmayıp, O’na öğrenmesi için akıl ve hikmeti öğreten Yüce Allah, doğru yolu öğreterek nasıl okuması gerektiğini de anlatmaktadır. Bu konuda Alak suresinin ilk beş ayeti ile birlikte, İsra 78-79, Bakara-2, Maide 15-16, En’am 92 ayetlerini de birlikte değerlendirmek yararlı olacaktır. Okumanın çok boyutlu olduğuna, çok yönlü oluşuna dair birçok bilginin de olduğu, bu açıdan anlaşılmış olacaktır. “İnsan, okumaya kendiyle başlamadan hiçbir şeyi anlayamaz.” İnsan, kendini okumadan, yaratılışı, hayatı, başkasını, ötekini kısacası varoluş nedenini ve varacağı son noktayı da gerçekte anlayamaz. O halde insan, kendini okumayı ihmal etmemelidir. Eskilerin önemli bir yargısı vardır: “Kendini bilen, Rabbini bilir” veya bilgelik, “Kendini bilmekle başlar” gibi özdeyişlerin okuma eyleminde, kendini okumakla başlanması gerektiğine dair önemli bir kanıt olabilir. Kendini okumak için de başkasını okumak gereklidir. Başkasını anlamak için de kendini okumalıdır, insan…

O halde okumaya kendimizle başlayalım. Peki, okuma eyleminin salt bir yazı okumadan ibaret olmadığını anlamlandırdıktan sonra, okuma denilince ilk aklımıza gelen okuma biçimi olan yazıyı okuma ile ilgili doğruların neler olduğuna dair fikir yürütelim. Evet, günümüzde çok fazla sayıda basılı yazma eser mevcut. Bir insan, tüm hayatı boyunca tüm zamanını kitap okumaya ayırsa bile hepsini okuması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla insan kitap seçimi noktasında seçici davranmak zorundadır. İnsan, hangi kitapları öncelikli olarak okuması gerektiğine dair tercihlerde bulunmak ve okuduğu kitaplardaki bilgileri de hayatına aksetmek zorunda kalacaktır. Yoksa nice okumaların boş, lüzumsuz ve yararsız olduğu da hepimiz tarafından inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Bu nedenle okuma ile ilgili doğru ve faydalı bir metoda ihtiyaç duyulduğu da tabi olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun için başvuru kaynağımız olan Kur’an ve hadislere dönüş yapılmalıdır. Gerçekte ümmi olan bir Peygamberin ümmeti olarak, O’ndan öğreneceğimiz çok şey olduğunu, okuma eylemi noktasında da bize örnek ve önderlik ettiğini söyleyebilmekteyiz. Okumanın çok az olduğu, yazılı kültürün neredeyse olmayıp, sözlü kültürün üstün olduğu ve okuma-yazma bilenlerin bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğu bir toplumda; adeta bir okuma-yazma seferberliği başlatarak, insanları okumaya teşvik etmesi de dünyada eşi benzeri olmayan bir davranış olarak karşımızda durmaktadır. Sadece buradan hareketle bile okumanın ne’liğine, nasıllığına dair önemli ipuçları yakalamış olacağızdır.

Okuma, o kadar önemli bir eylemdir ki; dünya tarihini etkileyen, değiştiren, dönüştüren güçlerin en başında okuma eyleminin olduğunu görebilmekteyiz. Bugüne kadar bilinen tüm icatlar, keşifler, gelişmeler ve epistemolojinin alanına giren tüm bilgiler etraflıca bakıldığında iyi okuyucuların, doğru okuyucuların ve okumaktan usanmadan-bıkmadan vazgeçmeyenlerin eserleri olduğu görülecektir. Fikir adamları, bilim adamları, âlimler, filozoflar, düşünürler, bilgeler ve tarihe iz düşenlerin tamamının okumayla aralarının iyi olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Tarihe yön verenlerin, aslında okuma eylemine değer veren kişilerden olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Bir toplulukta okuyan ve okumayan bireylerin aralarında çok belirgin farklar olduğu dışarıdan bir gözlemci tarafından çok rahatça anlaşılabilecektir. Okuyan toplumla, okumayan toplum, okumaya değer veren ve okumaya değer vermeyen bir toplum da fark edilmektedir. Okumaya değer veren, okumayı önemseyen, okuma eylemini sıkça gerçekleştiren bir toplum, okumaya önem vermeyen bir topluma göre daha medeni, daha entelektüel, daha huzurlu ve daha güvenilir olur. Ancak günümüzde tam olarak böyle olduğunu maalesef söyleyemiyoruz… Bunun sebebi, sadece okumak değil aynı zamanda doğru okumanın da olması gerektiğini söylemek durumundayız. Evet, bugün Batı toplumlarının maalesef bizlere göre daha fazla okudukları, daha fazla okumaya değer verdikleri tartışmaz bir gerçek olmakla beraber ana merkezinden sapmış, Kur’an’dan kopuk, sünnet çizgisine tam aksi yönde yapılan okumaların gerçek bir medeniyete dönüşemediği de apaçık bir realitedir. Batı toplumları; teknolojide, refahta, ekonomik zenginlikte, konforda bizden daha ileride olabilirler. Ancak asla bizden daha medeni değillerdir. Çünkü medeniyetin merkezinde, vahiy vardır. Medeniyetin beşiğinde, İslam vardır. Dolayısıyla hakikatten kopuk bir okumanın insanlığın ihtiyaç duyduğu adil bir toplum ve adil bir yönetim özlemini ortadan kaldırmaya olanak tanımayacağı da açıkça anlaşılabilmektedir

O halde okuyalım. Okumaya önem verelim. Okuma günleri, okuma haftaları, okuma etkinlikleri yapalım. Okumadan geçen tek bir günümüz olmasın. Tıpkı Seyyid Kutup gibi; kendi ifadesiyle hayatının 40 yılının her gün 10 saatini okumaya ayırması gibi, tıpkı Molcolm X’in mekân ayırt etmeksizin günde en az 8 saat okuması gibi, tıpkı Cemil Meriç’in kişisel kütüphanesinde 40 binden fazla kitabı gözleri bozulduktan sonra da okumaya çalışması gibi, tıpkı ibni Rüşd’ün, “Hayatım boyunca sadece iki gece okuyamadım” dediği gibi okumaya gayret edelim. Hayatımıza ufuk olan âlimlerin okumak için nelere katlandığını unutmadan, okumak için vakit ayıralım… Vakit, okuma vaktidir… Selam ve dua ile…

İslam DOĞUBEY

 

GRUBA KATIL