Yüce Allah,bir takım mükellefiyetler ile muhatap kıldığı insan,melek,cin gibi akıl sahibi varlıklar ile akıl sahibi kılmadığı varlıkları ahenkli,son derece mükemmel bir düzen içerisinde yaratmıştır.Bu mükemmel düzen ve ilişki;hüküm ve hikmet sahibi yaratıcının tayin ettiği belli bir vadeye kadar eşsiz ahenk içerisinde sürüp gidecektir.
Akidemize göre,insan;kainatiçerisinde tanrıların-Allah belasını versin- gazabına uğramış,kainat ile savaşmak zorunda bırakılmış,çaresiz bir zavallı değildir. (Promethe’ninOlimpus Dağı’ndan,Tanrının ateşinden çalması olayını hatırlayınız.)
İslam’a göre insan,yeryüzünde Allah’uTeâla tarafından halifelik makamına getirilmiştir:“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara,30)Halife, vekil ve temsilci demektir. Allah, yeryüzünde iradesini temsil etmek üzere insanı yaratmış, orada ilahi hükümranlığı gerçekleştirme görevini de ona vermiştir.(Bk.Sa’d 26)Ve kâinat onun emrine verilmiş/musahhar kılınmıştır:“Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.”(Lokman,20) (bk. Casiye,13)Allah, onu mükerrem/üstün ve şerefli bir varlık olarak yaratmıştır:“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”(İsra,70)
Dünya Hayatının İç Yüzü Nedir?
“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.”(Taha 131)
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadid 20)
“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.
(Rasûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.
Ayette sayılan dünya nimetleri ve dünya güzelliğinin, insana sevdirildiği ifade edilmiştir. Bu davranış tabiidir, dünyevidir. Esasen insanoğlu nefsini ve neslini devam ettirebilmek için bu nimetlerden belli ölçüde istifade etmek zorundadır. Ancak insan bunlara kul-köle olmamalıdır. 15. ayette bunlardan daha güzeli gösterilmiştir, çünkü öncekiler ne kadar güzel olursa olsun geçicidir, ikinciler ise devamlıdır.
“(Bu nimetler) Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!” diyen; Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah’tan bağış dileyenler (içindir).” (Al-i İmran 15-17)
“Doğrusu feraha ermiştir temizlenen, Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden.Siz (ey insanlar!) dünya hayatını tercih ediyorsunuz.Oysa ahiret daha hayırlı daha devamlıdır.” (A’la 14-17)
Ya Efendimiz (aleyhi’s-salâtuve’s-selâm)’ın yaptığı gibi, yolunun bir aşamasında bir ağacın altında gölgelenen ve kalkıp yoluna devam eden bir insan olarak tanımlayacaksınız dünya ile ilişkinizi. Ya da dünyaya kazık çakmak için yaşayacaksınız. “Hepsi benim” diyeceksiniz.
MODERNİZM’E göre ise,artık dünya Tanrı ile ilintisi olmayan bağımsız otonom bir bölgedir ve insan, süfli arzuları ve doymak bilmeyen iştahı, daha fazla üretmek ve daha fazla tüketmek doğrultusunda ona istediği gibi egemen olabilir hatta istediğini alabilmek için onu tahrip edebilir. Zira Tanrı merkezli dünya görüşünde olduğu gibi, dünya insana bir emanet, insan da, yeryüzünde Tanrı`ya karşı sorumlu bir halife değildir.
Modern İnsan Kimdir?
Modern insan,kim olduğunu unutan insandır. Modern insan,kim olduğunu unutmaya başladığı gün yaktığı ateşte ellerini de(aslında tüm vücudunu,hatta ahiretini de) yakmıştır.Varoluşun amacını gerçekleştirme aracı olarak sunulan dünya ile kendini aldatmış olmaktadır.Bunu da “Allah’ı unutmadıkça” yapamaz. Allah’ı unutan insana,Allah da kendisini unutturur.
ALLAH’ı unutmak bütün kriz ve hastalıkların nedenidir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr,19)
İnsanın yaratılış gayesi şöyle açıklanmıştır:“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
“Nefsini bilen Rabbini bilir.”denilmiştir.Bu söz, Hadis-i Şerif olarak zikredilir fakat kelamı kibardan olduğu kabul edilmiştir.Bu söz şöyle de anlaşılmıştır:“İnsan ancak, Allah’ın ışığında/nur (Nur 35) kendisini bilebilir.”
Modern insan, göğe isyan edip,kalbin nuruna değil,aklının gücüne dayalı bir bilim oluşturmuştur ve “rölativizm”i esas almıştır.Yani mutlak hakikat yoktur.İzafiyet tek bir doğrudan söz edilemez.Her şey görecelidir.Bilgi, kişi,zaman ve yere göre farklılaşır.Mutlak hakikati reddederken,yeni binlerce hakikat(!) oluşturmaya çalışmıştır.
Modern insan,Cenneti dünyada yaşamaya çalışandır.Zaten MODERNİZM’İ de “DÜNYA CENNETİ” olarak nitelemektedirler.
Modern insan,kalbini unutup,beyniyle yaşıyor.Ağlamak onun için acizliktir,zelilliktir.Oysa ağlamayı unutmuş insan,korkulası insandır.Bu insan Müslüman da olsa! “Benim bildiklerimi bilseniz az güler çok ağlardınız.”
Modern insan zekidir fakat akıllı değildir.Kur’an-ı Kerim akleden kalpten bahseder:
“…Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.”(Hacc 46)
Modern insan, yer merkezlidir. Müslüman ise gök merkezlidir. “Namaz mü’minin miracıdır.” Hadis-i Şerifi bu konuda çok manidardır.İbadetler Allah ile irtibatımızı sağlar ve güçlendirir.Özelliklenamaz ve dua.Salat dua demektir,Namaz için de salat kelimesi kullanılır.Bir anlamı da bağ demektir.Allah ile bağ.Allah ile irtibatını kesen adam(!) serseri mayın gibi ne zaman ne yapacağı belli olmaya varlıktır. Ondan her şey beklenebilir. Bu yüzden Allah’uTeala ile irtibatımızı güçlendirmeliyiz.
Modern insan, hayatın odak noktasını kaybetmiştir.Hayatın nasıl yaşanacağı ve nasıl anlamlandırılacağı belirsizleşmiş,hayat onun için taşınamaz bir yük haline gelmiştir.İntiharlar,psikolojik ve toplumsal travmalar…
Modern dünyaya karşı peygamberi geleneğe sahip çıkmalıyız.Sade bir hayata talip olarak işe başlayabiliriz.ZÜHD: Şüphesiz bunun ödenmesi gereken bedeli büyüktür.İşe kendimizi değiştirmekle başlamalıyız:
“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”(Rad,11)
İslam’ın hedefi,insanın dünyevi hayatını nicel olarak zenginleştirmek,siyasette,ticarette başarılı kılmak değil;Allah’a gerçek anlamda ibadet eden, O’nu zikredip tesbih eden “mü’min kul” seviyesine yükselmenin yollarını göstermek,bunun temin etmektir.Nihai hedef ahlaki olgunluk, kemalâttır.
Modern insan, kalp hastasıdır. EN ŞİFASIZ HASTALIK; DÜŞÜNMEYEN KALP HASTALIĞIDIR. (Bk.TEFEKKÜR,Al-i imran 190,…)
Fakat bizMüslümanların da,“kalpleri hasta ve herkesten önce bizim şifaya ihtiyacımız vardır.”
Taşların bile Allah korkusundan gözyaşı döktüğü varlık aleminde,nasıl oluyor da insan kendisini hakir bir su damlasından yaratan Allah’a karşı nankör olabilir.İşte buna kalp hastalığı/kalbin taşlaşması diyoruz:
“Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, paramparça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 21)
Modern insan,Tanrıyı öldürmüş,kendisi tanrılaşmışya da binlerce tanrılar türetmiştir. Bir olan Allah’a kulluk etmeyen, binlerce tanrıya kulluk eder.
“Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Rasûlüm!) ona koruyucu olabilir misin? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.”(Furkan 43,44)
Modern insan, dünyaya hakim olma mücadelesi vermektedir.Halbuki insan,dünyaya hâkim olmaya değil şahit olmaya gelmiştir.
Modern insan,Dünyayı Tanrısız(Tevhid),ötesiz(ahiret) ve yol göstericisiz(peygamber/risalet) yaşamaya kalkışmaktadır.Oysa bunlardan bağımsız,varoluşunun anlam ve sırrını çözebilmesi mümkün değildir:
“Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah’ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”(Tevbe, 116)
Modern insan,Allah’a karşı istiğna halinde ve yaratılmışlara kulluk halindedir. Eşyaya karşı istiğna, Allah’a kulluk gerek.
“Gerçek şu ki, insan azar. Kendini kendine yeterli gördüğü için. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.” (Alak6,7,8)
Modern insan,susuzluğunu/huzursuzluğunu tuzla ya da tuzlu su ile gidermek istiyor.Tabii ki bu ne mümkün?!..
Modern insan,nefsinin arzularına teslim olarak mutlu olmaya çalışmaktadır.Hâlbuki nefsini ıslah edip, kendini değiştirebilen kişi hakiki manada özgür,bağımsız ve mutludur. Çünkü Allah’tan başka her varlığa bağlı olmaktan kurtulmuştur.Rasulullah(SAV) Efendimiz; “Allahım,göz açıp kapatıncaya kadar dahi olsa,beni nefsimle başbaşa bırakma.” diye dua ediyordu.
Modern insan,CAN SIKINTISI çekmektedir ve teknoloji bunu karşılamamaktadır. 21.yy internet çağı olarak da adlandırılmaktadır. İnternet binlerce insanın zekâsından daha işlevseldir ancak bir şey eksik. O da kalp/akıldır. Teknoloji yüreksizdir,ruhsuzdur,düşüncesizdir.Norveç örneğinde olduğu gibi.Norveç, gayri safi milli hasılası en yüksek ülkelerden biridir.Aynı zamanda,intihar oranının en yüksek olduğu ülkelerdendir.
“(Ya’kub:) Ben sadece gam ve kederimi Allah’a arzediyorum…” (Yusuf 86)
“Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad 28)
Modern insan, ‘fıtrat’la oynamaktadır.Örneğin,kadın erkekleşmekte,erkek kadınlaşmaktadır.
Modern insan,kibirlidir,bencildir.Buna karşı,tevazu sahibi olarak ve sade bir hayat yaşayarak-sünnet ehli olarak-karşı durulabilir.
Modern insan,Allah’a kafa tutmaktadır.
Allah kendi hükümranlığında kimseyi şerik tutmaz.İnsan,Allah’ın mülkünün bir parçası olan yeryüzünde hangi iktidar seviyesine gelirse gelsin,hiçbir zaman hakiki ve ebedi iktidar sahibi olamaz.İnsanın kendi özünü (Nefha-i ruh),üstün ve ayrıcalıklı konumu (eşref-i mahlukat) ve bilincini (marifetullah) tahrif ederek yapabildiği tek şey;Kendine tevdi edilen emaneteihanet etmek,verdiği misakı bozmak olmuştur.
Modern insan, bu dünyada ev sahibi gibi davranıyor. Efendimiz’in YOLCU misali… Ev sahibi gibi yerleşirsen,gitmesi zor olur.
Modern insan,her şeyi tartışıyor.Halbuki Müslümanın iman esasları tartışılamaz; Müslümanın ahlakı tartışılamaz; İslam’ın ahlakı ve değer hükümleri tartışılamaz; İslam’ın eşya ve olaylar ile alakalı olarak koyduğu helal, haram, farz gibi fıkıh kitaplarında mükelleflerin fiillerinin hükümleri denilen hususlar, İslam’ın konuyla alakalı delilleri muvacehesinde verilen bu hükümler tartışılamaz.İslam’ın suçlarla, cezalarla alakalı hükümleri tartışılamaz; İslam’ın tesettürü tartışılamaz; Miras hukuku tartışılamaz.Bunlar İslam’ın ve Müslümanların sabit değerleridir. Bunlar gibi… Cenab-ı Allah’ın Kur’an-ı Kerim ile Yüce Resul’ün sünnet-i seniyyesi ile tespit etmiş olduğu açık ve net hükümler hiçbir şekilde Müslüman için tartışma konusu yapılacak konular değildir.
Modernizmin Çıkmazlarına Karşı İnsan Beş Konuda Barışık Olmalıdır
1-İnsanınkendisiyle barışık olmalıdır.
Yeryüzünde örnek ve önder olabilmek için kişinin kendisiyle barışık olması lazım. Kişinin kendini vahiyle terbiye etmesi lazım. İlahi disipline teslim olarak yaradılış amacına uygun, arzın imarı, neslin ıslahı için misyon adamı olması lazım. Kendisiyle barışık olmayan insan edilgen değil etkendir, belirleyici değil sürükleyicidir, esen rüzgâr karşısında sürekli yön değiştirir, modern çağ insanı kurtlaştırır. İslam’ın çağı ise insanı kardeşleştirir. İnsana ise yakışan kardeşleşmektir. Modern çağ insanı özgürleştirme çağıdır fakat özgürleştirmede kısıtlama getirmez. İslam’ın çağı ise insanı Rabbanileştirir. Barışı gerçekleştirecek olan kişi önce halife olması gerekir. Kendisiyle kavgalı olan, iç dünyasında çatışmalar yaşayan, fıtratıyla bozuşan, öz değerlerinden uzaklaşan, özüne dönemeyen bir insanın halife olması mümkün değildir.
İnsan halifelik vasfını yitirip,esfelesafiline sürüklenen bir varlık durumuna düşer.
2-İnsanın toplumla barışık olmalıdır.
Âli İmran 110. ayeti, bu hali karşılayan çok net ifadeleri barındıranbir ayettir:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.”
İnsanın toplum ile barışık olması gerekir.İnsanın insanla barışık olması, sadece kendisiyle barışık olmak işin bir aşamasıdır. İnsanlık diye bir derdimiz var mı? Çürüyen insanlık, kokuşan insanlık, insanlıktan çıkmış insanlara yönelik bir ıslah projemiz, bir girişimimizin olup olmadığını kendimize soracağız. Biz kendimiz için değil insanlık için varız. İşte Rabbimiz bizi böyle tarif ediyor. Müslüman sadece kendisi için yaşayan değildir. Müslüman ötekisi için yaşayan insandır. Başkası için yaşayan insandır. Sadece kendisi için yaşayan,kendisini küçültmüş ve daraltmıştır. Erdem başkası için yaşayabilmektir. Modernizm ise insanı yabancılaştırır, bencilleştirir ve benmerkezciliğine götürür.
3-İnsanın evrenle barışık olmalıdır.
Bizler yeryüzünün fitneye, fesada uğramasına izin vermemeliyiz.Bunun sağlanması için öncelikle evrenle barışık olmak gerekir,dünyanın içinde olacağız ama dünyacı olmayacağız,dünyanın varisi, öncüsü olmak biz Müslümanlara yakışır:
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”(Rum 41)
Kâinat/evren,kadim Yunan kültür(süzlüğ)ünden miras olarak alınan ve günümüz Batı(l) kültür(süzlüğ)ünde adeta itikadi bir umde gibi itibar gören anlayışla,insanın yenebildiği oranda benliğini ispatlayıp o oranda özgürlüğünü kazanabileceği bir rakip,bir düşman değil; hizmete memur, itaatkâr bir yardımcı ve yakın bir dosttur. Sevgili Peygamberimiz(sav)’in yeni doğan hilale hitaben “Allah,benim de Rabbim senin de Rabbindir.” (Tirmizi,345;İbnMace, 1397) buyurması adeta Allah’ın kulu olmak bakımından insan ile ay(kamer),hatta tüm mevcudat arasında yaratıcılarının birliğini hatırlatarak,insan ile kâinat arasındaki derin rabıtaya işaret etmektedir.Tevhid’in evrensel çağrısı.
Efendimiz’inUhud Dağı’ndan: “Bizi seven,bizim de kendisini sevdiğimiz dağdır.” (Buhari 1482) diye söz etmesi de yeryüzünün en dikkat çekici varlıklarından olan “dağ” figürü kullanılarak kâinat ile insan arasındaki önemli bir anlam dile getirilmektedir.Biz dağı seviyor olabiliriz fakat dağ da bizi sevmektedir.Tıpkı vefalı,üstün ve yüce duygulara sahip asil karakterli bir insan gibi.
4-İnsanın Allah-u Teala ile barışık olmalıdır
Bizler Allah’tan bağımsız yaşayamayız Allah’la ilişkilerimiz iyi olmalıdır, değer kazanmak istiyorsak Yaradana değer vermeliyiz, bizler için Allah neyi ifade ediyorsa bizlerde Allah için onu ifade ediyoruz, biz Allah’ı sürekli gündemimizde tutarsak Allah da bizi gündeminde tutar.Hiçbir renge bağlı kalmayacağız, Allah’ın boyasıyla boyanmaya çalışmalıyız. Allah’a muhtaç olduğumuzu unutmamalıyız. Allah Samed’dir yani hiçbir şeye muhtaç değildir. Ama herkes ona muhtaçtır. Allah’la barışık olmanın iki kilit yolu vardır.Bunlar;“Tevhid ve Takva”dır.
Modern insan parçalanmış ‘ruh-beden,dünya-ahiret’ bir haleti ruhiyeye sahiptir.
Modern insan parçalanmış kişiliktir. Parçalanmış zihin,aile, toplum vb. Tevhid yerine şirk hâkimdir.
Modern insan,bir yere kapatılmış ve ışıksız,yardımsız ve umutsuz yaşıyor.
Allah’ın birliğine -Tevhide- inanmanın kaçınılmaz işdüşümü olan hayatın birliği,Müslümanların modernite ile karşılaşmasıyla açıktan bir saldırıya uğradı.Bunun sonucunda ahireti unutarak ya da ihmal ederek sadece bugünü düşünmelerine sebep olan sersemletici bir etkiye sebep oldu.
“Kendisine ortak koşmaksızın Allah’ın hanifleri (O’nun birliğini tanıyan müminler olun). Kim Allah’a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir.”(Hacc, 31)
5-İnsanın ölümle barışık olmalıdır.
Ölümü ötelemeye çalışmamalıyız, ölümle barışık olmalıyız, ölümü hayatın merkezinde tutmalıyız, ölümü göze almadan özgürleşemeyiz, ölümle dost olduğumuzda korkmayız, çekinmeyiz, güçlenir ve kuvvetleniriz.ÖLÜM çok hatırlanmalıdır. Ölüm düşüncesinin canlı olduğu bir kültürde sınırsız sermaye biriktirme ve her hazzın tatminini esas alan tüketimi tahrik etmek mümkün değildir.ÖLÜM, her şeyi içine sığdırılmaya çalışılan “hayatın sonu” nu hatırlattığı için mümkün oranda gözden uzak tutulmaya çalışılıyor.Zincirlikuyu Mezarlığı’nın giriş kapısına “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut 57) ayetinin yazılmasına gösterilen tepkiler-TÜRKAN SAYLAN ÖRNEĞİ- boşuna değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v) gelecekte kendisine inananların içine düşeceği muhataralı bir durumdan haber verir. Hz. Sevban(ra. anh) anlatıyor:Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki:
“Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahabiler şaşkınlıkla sorarlar: “Ya Rasûlullah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (s.a.v): “Hayır” der. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz -çokluğunuz- bir akıntıya taşınan çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.”
Bunun üzerine sahabilerden biri sorar: “Vehn nedir ya Rasûlullah?..”
O da buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek.”(Süneni Ebû Davut: 4/111, hn. 4297; MüsnediAhmed: 5/278, hn. 22450)
YAŞAYAN ÖLÜLERDEN OLMAMAK İÇİN,HER AN ALLAH’I ANMALI,ANLATMAK İÇİN ÇABA SARFETMELİYİZ.
Dindarlığın Modernizmle Sınavı…
Son yıllarda zihnimi meşgul eden sorulardan biri de şudur: Toplumsal ve kamusal alanda dini görünürlülüklerin artıyor olması, Müslümanlaşma kalitesinin göstergesi olarak kabul edilebilir mi? Zahiri yansımalar bu yönde umut verse de maalesef arka plana baktığımızda gerçekler bu umudumuzu pek de onaylamıyor… Müslümanların yaşamakta olduğu devinim, düşünsel dönüşüm dur-durak bilmiyor… Dindarlığın görünür boyutu ile yetinenler nedense dünyevileşme ile dumura uğrayan değerlerin farkında olmuyorlar… İbadiritüeller, dini figürlerle teselli bulan kitleler, profan bir algıya, pagan bir etkiye kurban gittiklerini bilmiyorlar… İçi boşaltılan bir dindarlık kimin işine yarar, sorgulanmıyor… Sathilikler, sahtelikler sahiciliğin üstünü nasıl örtüyor, bu da bilinmiyor… İslami kimliğimizin flulaşması, dini şiarlarımızın aksesuarlaşması, Müslümanlığımızın muhtevasızlaşması neyin göstergesi? Bu durum, modernleşme salvolarına karşı insanımızın ne kadar savunmasız kaldığının ifadesidir… Daha da ötesi, dindarlar dünyevileşmekle kalmıyor, dini de dünyevileştiriyorlar…
Seküler bir zihinle İslam’ı okuyor, vahyi ona göre yorumluyorlar… İslam’ı olduğu gibi kabul etmesi gerekenler, istiyorlar ki İslam, bulundukları hal üzere kendilerini kabul etsin… Şartları belirleyen bir İslam yerine,şartların belirlediği bir İslam öne çıkıyor… Allah’ın boyası ile boyanması gerekenler, yaşamlarında siyasete liberal bir boya, sosyal hayata seküler bir boya, kültüre popüler bir boya, düşünceye rasyonel bir boya çalabiliyorlar… Renksizleşen ya da renkten renge giren silikler, İslam’ı ne temsil ne de tebliğ edebilirler… Kimilerine göre bu durum, dinin elden gitmesidir… Hayır! Din elden gitmez, yozlaşır… Dini yaşamın içi boşaltılır… Aslını seçemez olursun… Dinin mana ve muhteviyatı zayıfladıkça din adına mitos ve menkıbeler dinleşmeye ve bu da dinde yozlaşmaya neden olur. Evet, İslam’ın ruhu ile oynarsanız ne olur? Akide felsefileşir… İbadet adetleşir… Din ideolojileşir… İslam Protestanlaşır…
Sonra, hayatı tümden İslam’a bağlamak yerine, İslam’a hayatımızda bir parça yer açmakla yetinir oluruz… İşte liberal düşünce ve davranışların Müslümanları sürüklediği uçurum… İslam’lardan İslam beğen… Sloganlaşan İslam… Kültürleşen İslam… Sıradanlaşan İslam… Adetleşen İslam… Bir de bakıyorsunuz ki her çılgınlığın dini versiyonu hemen vizyona giriyor… Tesettür defileleri, güzellik merkezleri, zayıflama kürleri, marka, moda, model savaşlarının Müslümancası… Bankacılığın İslamcası… Nasıl da beceriyoruz? Ne de yakışıyor? “Ehli dünya”dan tek farkımız, ehlileşmiş Müslümanlığımız… Muhalif damarı kurumuş, direniş ruhu çökmüş, mücadele azmi kırılmış yığınlar… Ruhen fakirleşiyoruz… Zihnen donuklaşıyoruz… Kalben uzaklaşıyoruz… Bir umursamazlık, bir umutsuzluk, bir uyuşukluk… N’oluyoruz? Duruş duruş değil… Durum durum değil… Doğrusu iç dünyamızdaki alaborayı durduramadık… Bu bir eksen kayması mıdır, kimlik krizi midir, kıyamet alameti midir? Bilemiyorum… Olgu dinleştikçe İlahi sınırlar zorlanıyor, ilkelerle oynanıyor, değerler sulanıyor… Münkere alışık, şerle tanışık, şeytanla barışık bir profil ortaya çıkıyor… Ve Mevlana haklı çıktı: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” Çağdaş Mürciye, modern İbahiye ciddi anlamda taban buldu… Kalkış noktası ise: “Müslümanlar her şeyin iyisine layıktır” mantalitesi… Malum işleri “ama”larla, “ancak”larla geçiştirme becerileri… Tabii ki tüm bunlar birden bire olmuyor; alıştıra alıştıra… Modernizm içselleştirildikçe dini yaşamın içi boşalıyor… İliklerimize kadar modernizm soluyoruz. İşte modern kent dindarlığının kırılgan hali… “N’olacak bu Müslümanların hali?” diyemiyorsun… Bu acı ve çarpık tablo, “dışı seni, içi beni yakar”ın ifadesi… Çürüyen ve çöken birey… Çözülen aile… Parçalanan cemaat… Çözümden ne kadar uzaklaştığımızın göstergesi… Vakaya boyun eğip vahye veda edince işte işin varacağı varta budur…
Kuru dincilikle, kof dindarlıkla kendinizi koruyamaz, geleceği kuramazsınız… Dindar dünyacıların son durumu; bilgi ile ukalalaşan, başarı ile büyülenen, servet ile şımaran, güç ile büyüklenen, konfor ile küflenen, kariyer ile körlenen bir kötü gidiş… Alabildiğine ılımlılaşan bir İslam’ın Allah ile ne ilgisi olabilir ki? Hz. Ali (ra) boşuna seslenmiyor: “And olsun ki sizde, sizi bir araya getirecek bir din, sizi (gaye için) bileyecek bir duygu yoktur”. Evet, dindar ama dini dar… Dindarlardaki dini daralma ya da savrulma hayra alamet değil… Şimdi tüm bunlara “ahir zaman alametidir, kıyamet yaklaşmıştır, dolayısıyla normaldir” dememiz mi lazım? Sormak gerekmiyor mu: “Din bir etiket midir? Yoksa rozet midir?” Aidiyetler gidince geriye sadece şekil ve suret kalıyor… Bu sarmalda şiar ve şuura yer yoktur… Şikeli, hileli, şaibeli yaşamların önü sonuna kadar açıktır… Bu badiyede kirliliklerin nasıl kanıksandığını, kutsalların nasıl kundaklandığını görmek basiret ehli için zor olmasa gerek… Keyfiyetsizlik ve kifayetsizlik nasıl da kabul görüyor… Artık rağbette olan, revaç bulan dindarlık değil, dini görünürlülük…
Bunlarla da kalmıyor; dinde laubalilik, dinde aşırılık, dinde şekilcilik, dinde dünyacılık, dinde bireycilik dolu-dizgin devam ediyor… Daha da beteri herkesin kendi yorumunu dinleştirmesi… Elbette, kendi yorumlarını mutlaklaştıranlar hakikate ulaşamazlar… Edepsiz âlimler, tefekkürsüzabidler, idealsiz arifler, amelsiz aydınlar, aksiyonsuz akademisyenler, aşkınsız ve aşksız abiler güven vermiyor, gelecek vaat etmiyor… Bireysel dindarlıkla da bir yere varılmıyor… Çünkü iddiası yok! Devrimci öz, direnişçi ruh, dönüştürücü damar kalmayınca geriye muhafazakârlaşmak kalıyor… Muhafazakâr kimlikle gelen İslami söylem ve eylemler ise kimseye heyecan vermiyor, harekete geçirmiyor…
Ekonomik gücü büyüyen nice insanın, insanlık kalite ve kalibresinin nasıl küçüldüğüne tanıklık etmekteyiz… Peki, bu yozlaşma ve yabancılaşma süreci ne zaman başladı? İnsanımız şu üç şeyle tanışmaya başladıktan sonra: İktidar… Para… Karşı cins… Bu üçgeninin baştan çıkarıcı çekim gücüne dayanamadılar, direnemediler… Bizim dindarlar bizi tanımaz oldular… Demek ki politize olmanın, popüler olmanın, paralı olmanın dayanılmaz hafifliğinden kolay kolay kimse kurtulamıyor… Evet, cihadsız yaşamların ceremesi ağır oluyor… Müslüman gibi davranma yetmiyor, Müslüman olmak gerekiyor… Modern zamanlarda dindarın duruşunu ve direnişini güçlendirmek ertelenemez bir görevdir… Peki, bu ne kadar mümkün? Pekâlâ mümkün… Yeter ki vahyin sönmez ışığını, şaşmaz sözünü, tükenmez soluğunu bugüne taşıyabilelim… İyi olmakla yetinmeyip, iyiliğin egemenliği için savaşım verebilelim… Kötülükten korunmakla kalmayıp, beşeriyeti şer ve münkerden koruyabilelim… Dindarlığı diri ve duru tutan dinamik ve damarları canlı tutabilelim… Ve iddiamızdan vazgeçmeyelim… Çünkü imanı olanın iddiası olur!
NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Ekim 2014 sayısında yayınlanmıştır.