Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahi rabbilâlemin, vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Emma bad.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, bir Müslümanın salah bulabilmesi noktasında Resul’e (sav) ittiba etmeyi ve koşulsuz itaati emretmektedir.[1] Böylece Müslümanların dalalet bataklığına düşmesinin önüne set çekilmektedir.
Müslümanlar açısından Kur’an-ı Kerim’den sonra sünnetin telakki edilmesi, bir tercih olmadığı gibi, kişinin özgür iradesine bırakılmış bir yönelim de değildir. Kur’an ve sünnet, bir yaşam kaynağıdır. Dünya hayatı için hava nasıl gerekliyse su da bir o kadar ihtiyaçtır. Bir Müslüman için Kur’an’ın gereksinimi kadar, sünnet de olmazsa olmazdır.
Sünnet; kalplerin şifası, nur üstüne nur olan Kur’an’ın, ahiretin tarlası dünya hayatına daha iyi aktarılması açısından Nuh’un gemisi mesabesindedir. Binen kişinin kurtulacağı, geri kalanın ise helak olacağı bir hakikattir.
Ehlisünnet itikadı, kişiyi Kur’an ve sünnet bütünlüğü içerisinde konumlandırır. Dolayısıyla biz Müslümanlar olarak itikadımız gereği muhatabımızın menhecine göre elvela ve velbera akidemizi sergileriz.
Kendini Kur’an merkezli Müslüman(?) olarak tanımlayıp da sünnetle arasında bir hasımlık bulunan kişi, rabbaniyyet kokusundan uzak kalbinde hastalık bulunan zümreye daha yakın olandır. Sünnetin telakkisi, tarihin tozlu raflarına baktığımızda -özellikle de günümüzde- kalbinde hastalık bulunanlar tarafından hep problem olarak algılanmıştır. Ya kapsamı tartışılmış ya da tamamen reddedilmiştir. Özellikle bu şeytani fikirleri dillendiren ve yayan şahıslara dikkat ettiğimizde nasıl bir yapıda olduklarını, İslam ile ilişkilerinin ne kadar samimi ve bir o kadar da yakın olduğunu bariz görmekteyiz. Ya sistem artığı bir yerlerden nemalanan dilenciler ya da bu şekilde prim yapıp itibar kazandığını sanan dalkavuklardır. Bunlara aldananlar ise ne yazık ki yanlış eğitim ve yönlendirmelerin kurbanı olanlardır. Bu güruh içerisinde davet ve nasihat kaygısı taşıyacağımız kişiler de aldananlardır.
Bu güruh, inkâr ettikleri ilim noktasında aşırı derecede cahil olanlardır. Sünnet, hadis ilmini anlama ve yorumlama noktasında büyük garabet içerisindedirler. Ayrıca ret ve sınırlı kabulleri açısından da farklı farklı yaklaşımlara sahipler ve birinin doğruladığını, diğeri yalanlamakta; ötekinin yalandığını, başkaları doğrulamaktadır. Bunun sebebi, hepsinin özellikle aklı ön plana çıkarıp tek kriter görmelerinden kaynaklanan tenakuzlarının olmasıdır. Hiç kimsenin zekâsı, meselelere yaklaşımı aynı olamayacağı için bir düşünce birlikteliği de olmayacaktır. Hangi akıl ölçüt alınacak, sorunsalı ortaya çıkmaktadır. İlah olan çok fazla akıl var, hepsi de birbirine galebe çalmak isteyecektir. Labirent gibi, ne hayırlı ne de hayırsız bir sonuca çıkılacaktır.
Herkese malum olduğu üzere bu kitlenin en bariz özellikleri arasında yeterli ilimden, akli melekeden yoksun olmak, tevazuu hakir görmek, kibir ve taklit noktasında zirveye ulaşmak vs. olduğu söylenebilir.
Beslendikleri kaynakları, yüce Allah’tan hakkıyla korkan rabbani âlimler değil, bilakis kalbinde hastalık olan ve İslam’ı yıkmak için yetiştirilmiş ne kadar oryantalist varsa onlardır. Onların kınanması ve yüz çevrilmesi için bile bu iki detay yeterlidir. Papağan ve bukalemun birer insan olsaydı kesinlikle sünnet, hadis inkârcıları olurdu. Bu zevat, yeri geldiğinde yüce Allah’a ve resulüne karşı kâfirlerden daha şiddetli, kindar ve iğrenç bir dile sahip olabilmektedir.
Gündem avcısı olan bu güruh, İslam tarihimizde sorunlu gibi görünen ne kadar mesele varsa onları deşmekle vaktini harcamaktadır. Tabii bunları, Allah’ın rızasını gözettikleri için yapmazlar. Bu meseleleri gün yüzüne çıkarttıklarını ve büyük işler yaptıklarını zannederler. Kitleler tarafından her daim beğenilme ve popülistliği kaybetme kaygısı, -sosyolojik bir hastalık olarak- onları bu tür davranışlara yöneltmektedir. “Kur’an apaçıktır; evet, öyledir, amenna!” deyip Kur’an’a dair bir sürü kitap telif eden de yine bunlardır. Ama ne yazık ki bunların peşinden giden cahil kesim, bu durumu hiç mi hiç sorgulamaz.
Yüce Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de, sarih ifadelerle davetçi, eğitimci ve açıklayıcı olarak Resulullah’ı işaret etmesi, Kur’an ve sünnet ilişkisini en açık şekliyle ortaya koymaktadır. Buna rağmen Kur’an Müslümanı olduğunu iddia eden bu gaflet ehlince nasıl oluyor da sünnetin bağlayıcılığı tartışmaya açılıyor ya da reddediliyor? Hayret doğrusu!
Sünnete olan kinlerini, Kur’an’a arz etme, Kur’an terazisinde değerlendirme gibi çeşitli kelime oyunlarıyla ve dillerini eğip bükerek yaymaya çalışmaktadırlar. Bu tarz sentezler, bir Müslüman yaklaşımından çok çok uzaktır.
Aslında asıl mesele, sünnetin inkârı da değildir. Amaçları, sünneti egale edip ontolojik olarak Kur’an’ı tartışmaya açmaktır. Çünkü Kur’an da sünnet gibi, sünneti rivayet edenler eliyle kitaplaşmıştır. Dolayısıyla tevatür sünneti inkâr edenlerin, Kur’an’ı da inkâr etmesi gerekmektedir. Tabii, henüz dilleri bunu söylemeye varamıyor ve o raddeye gelemediler. Yüce Allah’ın korumasıyla sünnet ile olan savaşı kazanamadıkları için, sonraki aşamaya geçemiyorlar. Bunu başarsalar dahi, yüce Allah’ın da buyurduğu[2] üzere korunmuş bir kitabın nurunu kimse söndüremeyecektir. Mesele üzerine biraz tefekkür ettiğimizde masum gibi gelen bazı söylemlerle aslında nerelere varılmak istendiğini kavramak zor olmayacaktır. Batı, niçin fon sağlıyor? Neden oryantalistlerin yetişmesine bu kadar önem veriliyor? Oryantalistler tarafından Müslümanların çocuklarına, neden bu kadar çok ilgi gösteriliyor? Sorular, sorunlar…
Yüce Allah, rahmeti gereği Kitab-ı Kerim’i, kıt ve eksik olarak yaratılmış akıl tarafından daha iyi anlaşılsın, yaşansın diye resulünü hüküm ve hikmetlerini tebyin etmek üzere göndermiştir. Böylece Kur’an ve sünnet bağlantısını reddetmek, bağlantı bağlamından koparmak ve iki bağımsız kaynak gibi lanse etmek, Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. Bizatihi Kur’an öğretileriyle bağdaşmamaktadır.
Kur’an ve sünnet, kendini Müslüman olarak tanımlayan için ilişki bakımından inanç ve ibadet bütünlüğüdür. Sünnetin saf dışı görülmesiyle beraber inanç ve ibadetler, kişi için eksik kalacaktır. Bir bina misali temeli Kur’an, duvarları sünnet olmazsa tamamlayıcılık olmayacaktır.
Resulullah’a tebyin ve tebliğ misyonu yükleyen Kur’an, sünnete karşı olması gereken yaklaşımı sarih bir şekilde ortaya koymaktadır. Yüce Allah resulüne, vefatına kadar ayetleri okumasını, kitabı öğretmesini, hikmeti izah etmesini ve muhataplarını tezkiye etmesini emretmiştir. Peki, ya Resul vefat ettikten sonra ne olacaktır? Vefatından sonra kendisine tabi olan Müslümanlar ne yapacaktır? Böyle bir görev yüklenmiş peygamberin ve sünnetinin saf dışı bırakılması olacak iş değildir.
İnananların yaşadığı süre boyunca kendisine sığındıkları, akıllarını bulandıran meseleleri aktarıp mutmain oldukları bir peygamberin, kıyamete dek devam edecek olan bir dinin varlığında, sünnetinin lüzumsuz olduğu düşüncesi, selim bir aklın ne öne sürebileceği ne de kalbinden geçirebileceği bir gaflettir. Eğer vefatıyla sona erecek olan bir misyon ise neden bir peygamber gönderilmesine gerek duyuldu ki? Bu hakikat bize göstermektedir ki Kur’an ve sünnet, iki göz mesabesindedir. Tek bir göz ile ne kadar güzel, hayırlı bir Müslüman olunabilir ki?
Sünnetin külli olarak reddi, kişide ne iman ne imanın tezahürlerini bırakacaktır. Sünnetin inkârında, imanın gerektirdiği ameller ifa edilemez çünkü imanın kapsamı, sünnettir. Zaten bu bataklığa saplanmış çoğu kişi, amelden uzak kalmaktadır. Böyle olması da gayet normaldir. Bu tavır, kalpte iman namına hiçbir şey bırakmayacaktır. Sonuç olarak İslam’ın şartları ya tamamen terk edilmiş olacak ya da İslam saçma sapan bir ritüel hâline dönüşecektir.
Son Söz
Her Müslüman için ilk kaynak, Kur’an’dır. Yüce Allah’ın zikri; itikattan ibadete, içtimai hayattan insan ilişkilerine varıncaya kadar her konuya “genel” kaideler üzerinden değinmiştir.
İkinci kaynağımız Sünnet de bu genel değinişi sözlü veya pratik olarak izah etmiştir. Sünnet de bir rahmet esintisi olarak en hayırlı nesillerin eliyle bize kadar ulaşmış olup kıyamete dek amel edilecektir. Yüce Allah’ın rahmetine koşanlara selam olsun.
Bizlere sünneti sevdiren Allah’a hamd olsun. Allah’tan Havz-ı Kevser’de Resulullah ile beraber hasbihal edebilmeyi diliyorum.
Velhamdülillahi rabbilâlemin. Selam ve dua ile…
Sercan AKBAYRAK
[1] Al-i İmran 3/32; Al-i İmran 3/132.
[2] Hicr, 15/9