Kıssadan Hisse Almak
Arşiv Genel Yazarlar

Kıssadan Hisse Almak

Yerlerin, göklerin ve ikisinin arasındakilerin rabbi olan, bizleri İslam’la şereflendiren Allah’a (cc) hamd olsun.

Peygamberimiz, rehberimiz, Müslümanların örnek alabilecekleri en yüksek makamda olan, Kur’an’ı nasıl anlayıp yaşamamız gerektiğini hayatı ile bize anlatan Hz. Muhammed’e (sav) selamların en güzeli olsun.

İnsanın yeryüzündeki yaşam serüveni, uzun bir geçmişe dayanıyor. Yapılan kazılar ve araştırmalar, her ne kadar bize insanlığın başlangıcı hakkında tarihler verse de bunun kesin olarak bilinebilir olduğunu söyleyemeyiz.

Bilim ve ana akım medya, belli bir amaç ve ideolojiye hizmet ettiği için, Müslümanlar olarak fasıktan gelen haberi araştırmadan onu doğru kabul etmek aykırılık olur. “Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu etraflıca araştırın. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat/6).

Tarih de zaman da insanlık hakkında bilgiler aktarır, insanların başlarına gelen olayları anlatır. Ayrıca Kur’an-ı kerimde de birçok kavim hakkında bilgiler aktarır, yüce Allah (cc). Sonlarını getiren helakler, sebepleri ile birlikte anlatılır. Bizden önceki kavimlerin düştükleri hatalara düşmememiz için, âlemlerin rabbi olan Allah kıssalar ile bizlere yol göstermiştir. Bahsi geçen kıssalardaki ümmetler, peygamberlerini ve getirdikleri ilahi mesajları yalanlayarak nefisleri doğrultusunda hareket etmiş, âlemlere ibret vesikası olmuşlardır.

Hz. Nuh’un (as) gönderildiği kavme baktığımızda uzun yıllar süren tevhit mücadelesine rağmen, kavminin cevabı şöyle olmuştur: “Dediler ki tanrılarınızı bırakmayın, ilahlarınız Ved, Süva, Yegūs, Yeuk ve Nesr’den vazgeçmeyin.” (Nuh/23) Adı geçen bu putlar, yaptıkları iyiliklerle bir zamanlar meşhur olmuş insanlardır. Ölümlerinin ardından kendileri ile Allah arasında aracı olarak birer tapınma objesine dönüştürülmüşler.

Hz. Hud’un (as) uyarıcı olarak gönderildiği Ad kavmi de Kur’an-ı kerimin, tarihî bir anlatısıdır. Ad kavmi ile ilgili bilgiler genellikle Kur’an-ı kerime dayanmakta, ayrıntılar ise daha çok tefsirlerde bulunmaktadır. Kur’an-ı kerimin beyanına göre bu kavim; muhteşem saraylara (Şuara/128-129), mallara, sürülere, eşsiz bağ ve bahçelere sahipti (Şuara/133-134). Bu yüzden gurur ve kibre kapılmış olan Ad kavmi putlara tapmaya başlamış, insanlara zulmederek azgınlık ve taşkınlıkta bulunmuştur (Hud/59, Şuara/130). Allah, Hz. Hud’u bu kavme peygamber olarak göndermiş fakat kavmi onu yalanlayarak kendisine karşı çıkmıştır (Araf/65, Hud/50, Şuara/123-126). Hz. Hud’un onları uyarmasına, Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatarak ona inanmalarını istemesine karşı onlar, “İster öğüt ver, ister verme, bizce birdir, fark etmez.” (Şuara/136) diyerek yapılan ikazları dinlememişlerdir. İsyan ve inkârlarının cezası olarak Allah, önce yağmurlarını keserek kuraklık sebebiyle ünlü İrem bağlarını kurutmuş, daha sonra kasıp kavuran bir rüzgârla onları cezalandırmıştır (Ahkāf/24-25, Kamer/19-21). Sekiz gün süren bu rüzgâr, Kur’an’ın tasvirine göre Ad kavmini hurma kütükleri gibi bulundukları yerden söküp atmıştır (Hakka/6-8). Hz. Hud ve ona inanan müminler ise bu felâketten kurtularak (Araf/72) ikinci Ad kavminin çekirdeğini oluşturmuşlardır.

Kur’an-ı kerim, bu iki kavmin dışında başkalarından da bahseder. Her birinin ayrı ayrı hasletleri yüzünden cezalandırıldıkları haberini verir. Tabii bir de ortak hastalıkları vardı, o da şirk koşmak. Mesela Hz. Şuayip’in (as) gönderildiği Medyen ve Eyke halkları… Ölçü ve tartıda hile yapmayı alışkanlık hâline getiren bu toplumlar, ticaretlerine hile karıştırıyor, malları eksik tartarak insanlara zulmediyorlardı. Şuayip (as), bu azgın ve iflah olmaz toplumu, güzel hitabeti ile hakkı ve adaleti anlatarak bir olan Allah’a davet ediyordu. Onların cevabı ise “Dediler ki sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz.” (Şuara/185-186) olmuştur.

Öyle bir topluluk düşünün ki ahlaksızlık yapmayanları, yurtlarından çıkarmakla tehdit ediyorlar. Dürüst davranan erdemli insanları alay konusu edip maddi ve manevi yönden temiz olmalarını bir ayıpmış gibi göstermeye çalışıyorlar. İşte Hz. Lut’un (as) kavmi, böyle bir tutum sergiliyordu. Bunu, yüce rabbimiz Kur’an-ı kerimde şöyle haber verir: “Kavmi, onları yurdunuzdan çıkarın. (Çünkü) onlar, temizlenen insanlardır, demek dışında bir cevap vermemişti.” (Araf/82).

İşte böyle, toplumların ayarları bozulunca iyi ile kötü, temiz ile pis, güzel ile çirkin yer değiştirir. İlahi müdahale, böyle tersine dönmüş toplumlar için kaçınılmaz olur. Eskilerin bir sözü vardır: “Sürü tersine döndü mü, topal koyun başa geçer.” derler. İşte Hz. Lut’un (as) kavmi tersine dönmüş ve değerler yer değiştirmişti.

Yolunu ve ölçüsünü kaybetmiş bir insan aklı, her şey ve herkes için büyük bir tehlike demektir. Ahlaki kuralların hiçe sayıldığı, güçlünün zayıfı ezdiği, adaletin olmadığı, sınırsız ve ölçüsüz bir toplumda sistemi kuranlar ve yönetenlerden başka hiç kimse mutlu ve güvende olmaz.

Kur’an-ı kerimin bize haber verdiği sapkın topluluklardan kimi, toplumu saran kötülüklere karşı ses çıkarmamış; kimi, Allah’ın (cc) ayetlerini az bir para karşılığı satmış; kimi, sırf Allah’a iman ettikleri için insanları diri diri yakmış; kimi de şirk koşmadan iman etmemiş. Bütün bunlara rağmen yüce ve merhametli olan Allah (cc), peygamberlerini uyarıcı ve müjdeleyici olarak toplumları ıslah etmeleri için göndermiştir. Gönderilen peygamberlerin ortak çağrısı, “Allah’a şirk koşmayın, yeryüzünde adaletli olun, fesat çıkarmayın ve insanı diğer canlılardan ayırt eden nitelikleri kullanın.” çerçevesinde olmuştur.

Günümüzde, Kur’an-ı kerimde bahsedilen hastalıkların tamamını hatta fazlasını bir arada görüyoruz. Şimdi “Neden indirildin?” sorusunu bizzat Kur’an-ı kerime sorsak bize nasıl cevap veriyor, bir bakalım:

“(Bu), ayetlerini düşünsünler, tam akıl sahipleri öğüt alsınlar, diye sana indirdiğimiz hayır ve bereketi bol bir kitaptır.” (Sad/29).

“… beraberinde insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler hakkında aralarında hükmetmek için de hak ile kitabı indirdi…” (Bakara/213).

“… Şu Kur’an, bana onunla sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu.” (Enam/19).

Burada, birçok ayet sıralamamız mümkün çünkü Kur’an-ı kerim, kendini mükemmel bir dille anlatan kitaptır. Şimdi, bir de bu kitabın kalbine indirildiği Hz. Muhammed’in (sav), Kur’an-ı kerimi nasıl tarif ettiğine bakalım:

“Allah’ın kitabı olan Kur’an’da sizden öncekilerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberleri, kendi aranızda olanların hükümleri vardır. O, doğruyu eğriden ayıran kitaptır. O, hiçbir zaman anlamsız konuşmaz. O, Allah’ın sağlam ipidir. O, zikr-i hâkimdir. O, dosdoğru yoldur. Kötü arzular asla onu hedefinden saptıramaz. Diller, onu karıştırıp bozamaz. Âlimler ona doymaz. Muttakiler ondan usanmaz. O, tekrar tekrar okunmakla eskimez. O, cinlerin işitir işitmez ‘Biz, acayip bir Kur’an işittik ki doğruya iletir. Derhal O’na inandık.’ (Cin/1-2) dedikleri kitaptır. Onun ölçülerine göre konuşan, doğruyu söyler. Ona göre davranan, sevap kazanır. Onunla hükmeden, adil olur. Ona çağıran, doğru yola çağırmış olur.” (Tirmizi, Fedailü’l-Kur’ an, 14; Darimi, Fedailü’l-Kur’ an, 1).

İlahi kelam, insan gibi aklı, nefsi ve hırsı olan bir varlık için muazzam bir rahmettir. Şöyle bir düşünelim: Yüce Allah, peygamberler ve kitaplar ile toplumları uyarıp ıslah etmeseydi insanlık muhtemelen daha vahim bir hâlde olurdu.

Kur’an-ı kerim, insanı yaratan ve en iyi tanıyan Allah’ın (cc) lütfu ile rehber ve yol gösterendir. Kur’an’da geçen bütün kıssalarda, anlatılan olaylarda alınması gereken ibretler, dersler vardır. Peygamberlerin mücadeleleri, hayatları ve davetleri, bizler için ilham kaynağı olsun, diyedir.

Allah, bu kitabı yaşanabilir olsun, diye bizim gibi bir insan vasıtası ile insanlığa bildirmiştir. Bu da o insanı (peygamberi) Kur’an’ı anlamada ve yaşamada örnek kılar. Allah’ın resulünün (sav) hayatı, bu anlamda çok kıymetlidir.

Yine Kur’an-ı kerimde yüce Allah buyuruyor: “Ant olsun, Allah’ın resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab/21).

Bugünün Müslüman coğrafyaları batıl olan Batı’yı bile geriden takip ederken Batı’nın, fersah fersah ilerisinde olan Kur’an-ı kerime yetişmesi hayli çaba ve samimiyet gerektirmektedir. Evet, toplum olarak Kur’an’ı çok kutsadık. Ona değer verdik, en güzel kaplarda sakladık, evlerimizin en güzel ve yüksek köşesine astık. En mutlu günlerimizde ve en hüzünlü anlarımızda, en güzel sesli okuyuculardan dinledik. Yarışmalar düzenledik, kim daha güzel okur, diye. Tilavetinde kurallara uyulması gerektiğine dair dersler aldık, ilimler geliştirdik, hafızlar yetiştirdik hatta en kısa sürede ezberleyenlere övgüler dizdik. Abdestsiz el sürmedik, o kadar değer verdik ki Arapça yazan herhangi bir kâğıdı yerde bulunca alıp, öpüp başımıza koyarak yüksek yerlere bıraktık. Ramazan aylarında bin bir kere okunan hatimleri, on binlere çıkardık ve okuduk. Onu herkesin anlayamayacağını düşünecek kadar yücelttik. Evet, bir kitabı okumak, ona verilen değerdendir; anlamak ise o değeri biraz daha arttırır. Fakat asıl değerin, o kitabın içinde anlatılanları okuyup anlamak ve hayata geçirmek olduğunu anlayamadık. Oysa “Bir kitabın dikkate alınıp değer verildiği nereden anlaşılır?” diye sorsak elbette söylediklerinin hayata geçirilmesinden, denir. Çünkü kâğıda yazılı herhangi bir metin insan hayatında yaşanırsa ruh bulur, canlı bir organizma gibi insanların arasında dolaşır, kuralları ve öğretileri topluma ışık olur, insanlara yol gösterir.

Hz. Aişe validemize (r. anha), Allah resulünün ahlakı sorulduğunda “Onun ahlakı, Kur’an’dı; o, yürüyen Kur’an’dı.” diye cevap vermişti. Resulullah’ı (sav) doğru anlamak da İslam ümmeti açısından hayati bir öneme sahiptir. Tıpkı yanlış anlamanın ölümcül (manevi anlamda) bir hata olması gibi.

Resulullah’ı (sav) anlamak, sadece onun giysilerini taklit etmekle olmuyor ya da ondan kalan herhangi bir cisme hürmet göstermek değildir. Resulullah’ı anlamak, kendileri krallar gibi yaşarken onun (sav) açlıktan karnına taş bağladığını anlatırken gözyaşı dökmek de değildir.

Resulullah’ı (sav) anlamak, Kur’an’ı nasıl anlayıp yaşadı ise öyle anlayıp yaşamaktır. Dünyaya nasıl baktı, maddeye ne kadar değer verdi, makam onun için ne ifade ediyordu, beytülmalı nasıl kullanırdı, insanlarla münasebeti nasıldı; sabrı, şükrü, daveti, merhameti, cömertliği, emin oluşu, takvası, fedakârlığı ve daha birçok özelliği ile Kur’an-ı kerimin can bulmuş hâlini anlayıp hayatına entegre etmektir Resulullah’ı (sav) anlamak.

Kısaca ifade edecek olursak Müslümanca okumak, Müslümanca anlamak ve Müslümanca yaşamaktır Allah resulünü anlamak.

Erdal TUĞRUL

GRUBA KATIL