İnsanın tutunduğu dal(lar) ne kadar sağlamsa dünyaya bakışı o kadar değişkenlik gösterecek ve ahirete olan inancı ile Allah’ın varlığını ve peygamberlerin hak olduğu gerçeğini de kalben kabul etmesi, o kadar mümkün olacaktır. Hakikati yalan ve batıldan ayırmak da ancak bu kabulle gerçekleşecektir. İnsanın hakkı hak olarak görmesi, batılın kirlerini ise üzerinden atması için aydınlığı tüm dünyayı sarmış olan o dine, İslam’a, kopması mümkün olmayan bir bağ ile bağlanması gerekmektedir. Fakat Müslüman’ın muhatap olduğu her şeyde görüldüğü gibi, bu yolda da karşısına sayısız engel çıkacak ve onu, yolundan saptırmak için tüm gücünü kullanacaktır. İşte burada, kişi iradesini ne denli ortaya koyabilirse o kadar sağlam çıkacaktır, içine girdiği yorucu savaştan.
Hakkın yolunda tökezlemeden ilerleyen insanların önüne çıkan zararı en büyük ve kişinin kalbinde en acı verici yarayı oluşturan şey, din ve dinî yaşantılar hakkında oluşan şüphelerdir.
Şüphe ile beslenmek, her ne kadar insanı, kalbinin mutmain olacağı yollara sevk eder gibi gözükse de gitgide dini kurcalayarak hükümlerinden hata çıkarma isteğine iten bir hastalığa dönüşmektedir. Özellikle genç kesimin arayış içinde olduğu dönemlerde, kafalarını kurcalayan ve kalplerini kaydırma/saptırma merhalesine getiren bu hastalık, hızla yayılmakla birlikte aynı zamanda sağlam imana sahip kişilerin zihnini de etkilemektedir.
Zararı, faydasından daha çok olan şüphe tohumları, insanların beynine ekilmeye devam ettikçe İslam halkası zayıflıyor ve her an -neuzübillah- kopma tehlikesi yaşıyor. Peki, bu kadar tehlikeli bir bağımlılık hâline gelen şüphe ve inkâr tufanı, nasıl yayıldı ve niçin yayılmaya devam ediyor? Neden önüne geçilemiyor ve tehdit içerisinde olan dinimiz korunmaya alınmıyor? Güçler mi birleşemiyor yoksa bu mesele müminin gündeminde ciddiyet arz etmiyor mu? Hafife alınan ve varlığı unutulan konular arasından çekilip alınması ve sağlam masaya oturtulması gerekmiyor mu? Şüphesiz ki tüm bunların cevabı; hakikatin, müminlerin hayatında nerede ve ne konumda durduğuna bağlıdır.
İslam, kaliteli hayatlarla muhatap olmakla, hükümlerinin yüceltilmesiyle yükselen bir dindir. Orada burada yetişen asılsız laflarla asla alçalmaz, yüceliğinden ve kemalinden en küçük bir parça bile eksilmez. Nitekim hiçbir peygamber, etrafındaki ayak takımlarının cehalet kokan sözlerinden etkilenip de tebliğinden ödün vermedi. Elbette bu da tabi oldukları dinin, dünya üzerindeki her şeyden üstün, değerli ve kuvvetli olduğunu gösterir. Ona dil uzatanların her birini alaşağı edecek kadar kuvvetli olduğunu…
Vahyin azameti, bazı akılları sığlaştırdığından çoğu zaman diller, haddinden fazla uzar. İnkârın okyanusu, onları öyle bir dibe çeker ki dinin emir ve hükümlerini alaya almaya, onu kendilerince küçümsemeye cüret edebilir hâle gelirler. Onları susturacak bir karşılık verilmediği sürece, öyle bir raddeye gelir ki sapkınlıkları, işlerini bırakıp vazifeleri buymuş gibi durmadan konuşurlar. İşte bu insanlara fırsat veren de şüpheler yüzünden gün geçtikçe sayısı artan, zayıflamış imanlardır. Zaten kopmaya yüz tutmuş inanç bağlarını, kirli laflarıyla iyice gevşetirler ve ömürleri boyunca duyduğunu sorgusuzca kabullenmeye ant içmiş insanoğlu da bunlara öylece kulak verir. Sonuç olarak da dünya, vicdanını yitiren, dinin yalnızca bağnazlık demek olduğunu sanan, gözünün önünde dönen olaylara tüm benliğiyle sırt çeviren, bağımsız düşünemeyen ve sürekli bir şeylere karşı çıkmaya ayarlanan bedenlerle dolar. Sayıları arttıkça zapt edilmesi iyice zorlaşan bu kesimin azgınlığını kesmek, hakkı kucaklayıp onu gittiği her yere götüren yüreklerle mümkündür. Onlar, ortaya atılan tüm şüphe tohumlarını ve onlarla beraber yayılıp çoğalan aşağılık düşünceleri yok etmek için taşırlar, mümin kimliklerini. Yeri ve zamanı geldiğinde bu kimliği çıkarmak, onların onurlarını artırır. Fakat akıl yoksunlarının hiçbiri, bunun mahiyetini kavrayamaz. Zira sözleri, onları karanlıklara sürüklemiştir. Bunun açıkça farkında oldukları hâlde bunu kabul etmezler. Batıl, onların tek sığınağı olmuştur ve kurtuluş yollarını bir bir kaybetmişlerdir.
Dini, sözleriyle kirletmeyi amaçlayanlar, aslında yalnızca akıbetlerini ateşe çevirmiş olmaktadırlar. Din, hiçbir lafla, hakaretle, yalan ve iftirayla zarar görmez. Bu, ezelden beri böyledir. İlahi bir güç, onu her yönden koruma altına alırken yeryüzünün birtakım cahilleri, onu nasıl lekeleyebilir? İslam’ın muhafızları varlığını koruduğu sürece bu mümkün değildir, olmayacaktır.
Hakkın aydınlığı, batılın karanlığını örtmüştür. Vahyin apaçık olması, lüzumsuz bağırtıları kesmiştir. İslam, son nebiden beri vardır, ebediyen var olacaktır. Hiçbir güç onu ezemez, yok edemez. Aksine bunun için çabalayanların gayeleri ters dönecek; din, gücüne güç katacaktır. Hakikatin savunucusu olarak bizler, beyinlerini avuçlarına alıp konuşanları susturmalı, yalnızca ayetleri söz sahibi kabul etmeliyiz: “Böylece hak yerini buldu ve onların yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı” (7/Araf, 118).
Rüveyde Bera PALA
Arşiv
Genel
Yazarlar
Hakkın Önündeki Engel: Şüphe
- by Rüveyde Bera Pala
- 14 Haziran 2024
- 0 Comments
- 0 Views