Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu 24 Ağustos günü sabaha karşı saat: 04.00’de başlamış ve halen devam etmektedir. Türkiye, Cerablus’tan sonra PYD’nin ABD yardımıyla ele geçirdiği Menbiç’e yönelmişse de ABD engeli ile karşılaştığından batıya yani er-Rai (Çobanbey) tarafına yönünü çevirmiştir. Oysa Türkiye, Fırat’ın batısını kendisi için kırmızıçizgi ilan etmiş, PKK/PYD’nin buraya geçmesi halinde vuracağını defalarca açıklamıştır. PKK/PYD bu kırmızıçizgiyi geçmesine rağmen Türkiye, bu açıklamaları unutmuşçasına IŞİD’in elindeki bölgelere yönelmiş olması manidardır. Türkiye, IŞİD’in elindeki Çobanbey’i aldıktan sonra daha güneye doğru IŞİD’in kalesi konumunda olan Dabık ve el-Bab’a doğru harekete geçmiştir. Bu Operasyon, halen devam etmektedir, nereye ve ne zamana kadar devam edeceği ise henüz belli değildir. İçeride ve dışarıda çeşitli çevrelerce, Türkiye’nin yaptığı bu operasyonun zamanı, yöntemi ve hedefi sorgulansa da ABD destekli PKK/PYD’nin ayn el-Arap (Kobani) ile Afrin’in birleştirilmesini engellemesi Türkiye açısından önemlidir. Aksi halde Türkiye’nin bölünmesinin yolu açılmış olacaktı. Dolayısıyla Türkiye, sadece bu nedenden dolayı bile bu operasyonu yapmak zorundaydı. Zaten Türkiye, uzun bir zamandan beri FETÖ, PKK/PYD ve IŞİD kaynaklı terör dolayısıyla içeride bir hayli sıkışmış durumdaydı. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında çeşitli illerde ve son olarak 20 Ağustos’ta Gaziantep’teki patlama ise bu sıkışmışlığı hayat-memat meselesi haline getirmişti. Dolayısıyla Türkiye, ya terörün beslendiği yeri kurutmak için Kuzey Suriye’deki sınır kentlerine yönelik bir girişimde bulunacaktı ya da birçok şehirde halka yönelik çok sayıda ölümlü yeni patlamalara maruz kalacaktı. Peki, Türkiye Menbiç başta olmak üzere Ayn el-Arap (Kobani), Tel Abyad (Girê Spî), Rasulayn (Serekaniye), Kamışlı gibi sınır kentlerinde PKK/PYD/MLKP/DHKP-C’nin etkin olduğu yerlere girmeden sadece Cerablus ve Çobanbey’i hatta el-Bab’ı almakla yetinirse bu sıkışmışlığını atlatabilir mi? Bu, mümkün değildir. Çünkü PKK/PYD/MLKP/DHKP-C Türkiye için devam eden ve edecek olan bir tehlike/tehdittir. Dolayısıyla IŞİD’in elindeki sınır kentleri alınsa –ki alınmıştır- Türkiye’ye yönelik terör tehdit azalmaz tersine artarak devam edecektir. Çünkü Türkiye için en büyük ve halen yakıcı bir şekilde devam eden tehlike/tehdit PKK/PYD/MLKP/DHKP-C’den kaynaklanan tehdittir. ABD’nin bu terör örgütlerini desteklemesinin asıl amacı ise, Türkiye’yi, içeride terörle meşgul ederek Suriye’nin ve bölgenin yeniden dizaynında devre dışı bırakmaktır. Bunda, uzun bir süreden beri başarılı da olmuştur. Çünkü Türkiye, Temmuz 2015’den bu yana Güneydoğu bölgesinde PKK/PYD’nin hendek/çukur terörü nedeniyle iç savaşla meşgul edildiğinde Suriye’de, Irak’ta olup bitenlere yönünü bile çevirememiştir.
Türkiye’yi içeride terör nedeniyle bu denli meşgul eden bu örgütler aslında birer kukladır; bunların arkasında küresel baronlar, çok uluslu şirketler (ÇUŞ) ve emperyal ülkelerin eli kanlı istihbarat örgütleri bulunmaktadır. Dolayısıyla bu kukla terör örgütlerini yok etmek önemli ama yeterli değildir. Çünkü dünyayı kendi menfaatlerine göre evirip çeviren bu karanlık küresel emperyal güçler, rahatlıkla he zaman başka kuklalar bulabilecek ajandaya/güce sahiptirler. Önemli olan bu kuklaların arkasındaki bu karanlık güçlerin ülke içerisine uzanan ellerini kırmaktır. Bu güçler halledilmeden ve kuklaların beslendiği bataklıklar; batılılaşma, Kemalizm, laiklik, liberalizm ve demokratik anlayış kurutulmadan kat edilecek hiç bir mesafe yoktur. Çünkü bu bataklık var olduğu müddetçe, kuklacılar yeni kuklalar bulmakta hiç de zorluk çekmeyeceklerdir.
Türkiye, 1980’li yıllardan beri PKK terörüyle mücadele etmektedir. Bu terörü kışkırtan, destek veren, finansal ve silah yardımı sağlayan ülkeler de Türkiye’nin müttefiki/dostu olan ülkelerdir. Bu ülkelerin başında ise Türkiye’nin stratejik müttefiki ABD gelmektedir. ABD, Türkiye’de ve bölgede kendisine rağmen bir politikanın üretilmesine asla tahammül etmez. Buna kalkışan yönetimlere yönelik iç kargaşalık, isyan, ayaklanma, darbe, suikast ve toplu katliam dâhil her yola baş vurabilir. Nitekim Türkiye’de gerçekleştirilen her iç kargaşalığın (K. Maraş, Çorum, Malatya vb olayların) ve yapılan her darbenin (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz) destekleyici ve hatta düzenleyicisinin ABD olduğu asla unutulmamalıdır.[1] Tabii sadece ABD’yi suçlamak, halk olarak bizleri sorumluluktan asla kurtaramaz. Malik Bin Nebi’nin de dediği gibi ‘sömürüye müsait olma halimiz’ varsa birileri bizleri rahatlıkla sömürebilir. Ülkenin bu hale gelmesinde en az ABD kadar, hatta daha fazla suçlu olanlar işbirlikçi Kemalist, laik, batı yanlısı yöneticiler ve sorumluluklarını yerine getirmeyen kitlelerdir.
Ne yazık ki, ABD, Türkiye’yi, 1950’li yıllardan beri ‘NATO üyesi’, ‘stratejik müttefiklik’ ve ‘model ortaklık’ adı altında aldatmakta ve sömürmektedir. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den beri de bu aldatma ve sömürü aynen devam etmektedir. AKP yönetimi kırmızıçizgileri zorladığında ya da haklı bazı itirazlarda bulunduğunda, AKP Hükümetlerine ya darbeyle, ya da ABD kaynaklı bir başka engelle -örneğin terörle- geri adım attırılmıştır. Nitekim Suriye’de IŞİD’e karşı koalisyona geç destek vermesi -ya da ABD’nin istediği kadar destek vermemesi- ve PYD dolayısıyla ABD’ye karşı sert açıklamaları ve bu konuda da ikna olmayışı nedeniyle, AKP, PKK’nın ülke içerisinde azdırılmasıyla ve 15 Temmuz ABD/FETÖ darbesiyle terbiye edilmeye çalışılmıştır.
PKK/PYD YAKIN TEHLİKEDİR
Türkiye-Suriye ilişkileri Abdullah Öcalan Suriye’den çıkarıldığı tarihten itibaren iyileşmeye başlamış, baba Esad’ın ölümünden sonra yerine geçen Beşar Esad döneminde daha da iyileşmiş, hatta iki ülke arasında çeşitli tarihlerde ortak bakanlar kurulu toplantıları bile yapılmıştır. Bu ilişkiler, Suriye’de, 15 Mart 2011’de halk ayaklanması ile birlikte bozulmaya başlamış ve bugün gelinen aşama itibariyle iki düşman ülke haline gelinmiştir. Bu süreçte, Türkiye, Suriye rejiminden halk ve rejim yararına haklı bir takım istekleri olsa da ABD’ye çok güvenmesinden dolayı bazı yanlış adımlar da atmıştır. Oysa Türkiye’de mevcut yönetimin, ABD’nin 1950’lilerden beri Türkiye’yi nasıl oyalayarak yarı yolda bırakarak arkadan hançerleyecek kadar güvenilmez bir ülke olduğunu biliyor ve bu yönüyle de tanıyor olması gerekirdi. Ama tam tersine hiç tanımıyormuş gibi ABD’ye çok güvendiğinden Suriye’de rejimin birkaç ay içerisinde yıkılacağına inanmış, Suriye politikasını da bu anlayışa göre oluşturmuştur. Türkiye, Suriye ve Suriye halkı ile daha yakından ilgilenmeye elbette ki diğer ülkelere -ABD’ye, Rusya’ya, İngiltere’ye, Fransa’ya, Almanya’ya ve hatta İran’a- göre daha çok hak sahibidir. Çünkü Suriye ile 911 km sınıra sahip olmanın yanında Mustafa Kemal tarafından 1921’de imzalanan Ankara anlaşması ile aile fertlerinin bir kısmı Suriye’de, bir kısmı ise Türkiye’de kalmıştır. Suriye’de ve Türkiye’de kalan bu aile fertlerinin arasını bazen bir tren hattı, bazen bir tel örgü, bazen de mayınlı bir tarla ayırmaktaydı.
Suriye’de, 15 Mart 2011’de halk ayaklanması başladığında Baas rejiminin halka yönelik gerçekleştirdiği katliamlarda günlük yüz civarında masum sivil insan katledilmekte idi. Bu katliamlardan kurtulmak için yüzlerce, binlerce masum sivil çok zor şartlarda Türkiye’ye sığınmaya başlamışlardır. Günden güne sayıları artan bu mülteciler için çeşitli il ve ilçelerde çadır kentler oluşturulmuştur. Bu arada Suriye’den ordudan kaçarak Türkiye sığınan askerlerin –Albay Riyad Asad- öncülüğünde ve Türkiye’nin de katkısıyla 29 Temmuz 2011 tarihinde Özgür Suriye Ordusu kurulmuştur. Bir taraftan da bu Ordu’nun siyasi muhalifleri Türkiye’de örgütlenmeye başlamıştır. Bu muhaliflerin içerisinde 30-40 sene Suriye dışında sürgün hayatı yaşamış insanlar da bulunmaktaydı. Suriye Ulusal Konseyi (SUK) bu faaliyetlerin sonucunda 23 Ağustos 2011’de ortaya çıkmıştır.[2] ÖSO, bugün hala Suriye’de Baas rejimine karşı silahlı mücadele vermektedir.
Suriye’de Kürtler ise 1962’den beri en temel insan haklarından yararlanamamaktaydılar; nüfus hüviyet cüzdanları verilmiyor, resmi olarak evlenemiyorlar, çocukları okula kabul edilmiyor, memur olamıyor, işyeri açamıyor, kendi adlarına gayrimenkul satın alamıyor, askere kabul edilmiyor, yurt dışına çıktıkları zaman bir daha ülkeye geri dönemiyorlardı. Kısacası Suriye’de var oldukları halde, yok sayılıyorlardı. Bu hakların bir kısmı, halk ayaklanması başladıktan sonra verilmiş ancak aynı zulmü bu sefer PKK/PYD yapmaya başlamıştır. Bu haksızlıklara rağmen Suriye’de uzun süre faaliyet gösteren PKK ve lideri Abdullah Öcalan da, PKK içerisinde etkin olan Suriyeli Kürtler de Behoz Erdal -asıl adı: Fehman Hüseyin-, Sofi Nureddin -asıl adı: Nurettin Halef Al Muhammed-, Salih Müslim gibi) bu durumu hiç problem edinmemişlerdir.
Suriye ile Türkiye ilişkileri 2000’liyılların başlarından itibaren iyileşmeye başlayınca Baas rejimi Suriye’deki PKK’lıları sınır dışı etmeye başlamıştır. Şimdilerde PYD’nin eş başkanı olan Salih Müslim de o dönemlerde Suriye’den ayrılarak Kuzey Irak’a sığınmıştı. 15 Mart 2011’de halk ayaklanması ile birlikte Suriye’ye dönmüştür. İşte PYD (Demokratik Birlik Partisi), Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileşmesinin ardından PKK’lılar ülkeyi terk edince Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm düşüncesi çerçevesinde Suriye’de kurulan ırkçı, Marksist bir partidir. PYD’nin kuruluşu ile ilgili bir takım farklı iddialar varsa da en geçerli olanı Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan’a aittir. Bu iddiaya göre PYD, Osman Öcalan[3] tarafından 2003’de Suriye’nin kuzeyinde kurulmuş Marksist, sosyalist ve İslam düşmanı bir ırkçı partidir.[4] PYD[5] de, PKK da, İran’daki Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK)[6]–[7] da, Irak Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) da 2013’de Kandil‘de 30 Haziran-6 Temmuz 2103 tarihleri arasında yapılan 9. Kongrede en üst birim olarak belirlenen Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK)’ne bağlı olarak faaliyet göstermektedir.[8]
Kuzey Suriye’de faaliyet gösteren 15-16 Kürt partisinden bir kısmı Barzani, bir kısmı Celal Talabani yanlısı, çok azı da sol ideoloji yanlısı Partilerdi. Temmuz 2012’ye kadar bu partilerin içerisinde en güçlü partiler Barzani yanlısı partiler idi. 2012 yılında muhaliflerin saldırıları sonucu güç durumda kalan Esed rejimi, Kürt bölgelerindeki askeri güçlerini taktiksel olarak 19 Temmuz 2012’den itibaren Şam bölgesine çekmeye başlamıştır. Ve rejim bilinçli olarak Kobani, Afrin, Kamışlı, Amude, Haseke başta olmak üzere birçok kasaba ve şehirde yönetimi PYD’ye bağlı silahlı güçlere bırakmıştır. 911 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının önemli bir kısmının PYD’nin kontrolüne geçmesine hem Türkiye, hem bölgede Baas rejimine karşı savaşan çeşitli muhalif gruplar karşı çıkmıştır. Kısa süre içinde Nusra Cephesi, Özgür Suriye Ordusu ve İslamcı gruplar ile çatışmalar başlamıştır. Bu güçlere kısa bir süre sonra Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) de ilave olmuştur. IŞİD, 13 Eylül 2014 tarihinde Kobani’ye ve Demokratik Birlik Partisi (PYD)’nin kontrolünde bulunan köylere saldırı başlatmıştır. Destek gelmediği takdirde Kobani’nin; Irak Şam İslam Devleti’nin eline geçeceğinin anlaşılmasından sonra ABD, Arap Ülkeleri ve Fransa havadan bombardıman yapmak suretiyle Halk Koruma Birlikleri (YPG)’ne destek vermeye başlamışlardır. 26 Ocak 2015’te IŞİD; YPG, Özgür Suriye Ordusu, Peşmerge güçlerinin kara saldırıları ve ABD, Fransa ile Arap Ülkeleri’nin hava bombardımanları karşısında Kobani merkezinden çekilmek zorunda kalmıştır. ABD öncülüğündeki işgalci koalisyon güçleri olmasaydı, ne PYD/PKK, ne de bir başka örgüt, IŞİD’i Kobani’den çıkaramazdı ve bugün Kobani başta olmak üzere Kuzey Suriye’nin tamamı IŞİD’in ele geçmiş olacaktı. Cemil Bayık’ın, Amberin Zaman’a Kobani’de IŞİD karşısında yaşanan hezimetin gerekçesini kendilerinin dağda savaşmaya alışkın olduğunu söylemiş olması da, PKK/PYD’nin IŞİD karşısındaki acziyetini ve hezimetini açıkça göstermiştir.[9] Aynı şekilde Irak’ta PKK’nın kontrolünde bulunan Musul’a bağlı Mahmur Kampı da kahraman ve de cesur (!) PKK’lılar tarafından IŞİD’in saldırıları neticesinde bir günde boşaltılmıştı.[10]
Türkiye’de birçok kimse IŞİD’in ABD/İngiltere/İsrail gibi ülkeler tarafından kurulduğunu ve bölgeyi yeniden dizayn etmede gerekçe olarak kullanıldığını iddia etmektedir. Bu, kanaatimce doğru bir bilgi değildir. Çünkü IŞİD’in tarihi, Ürdünlü Mus’ab ez-Zerkavi’nin Irak’ta emperyalist ABD işgaline karşı 2003’de kurduğu ‘Tevhid ve Cihad’ örgütüne kadar uzanmaktadır; 2004’de ‘Irak el-Kaidesi’, 2006’dan sonra da Irak İslam Devleti, 8 Nisan 2013’de ise Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ismini almıştır. Irak’ta kurulan bu örgütlerin asıl kuruluş amacı Irak’ta, işgalci ABD emperyalizmine karşı mücadele etmekti. Ancak IŞİD 2013’de kurulduktan ve el-Kaide ile ayrışıp Suriye’de İslami direniş güçlerine saldırdıktan sonra durumu değişmiş ve 2013’ün sonu 2014 başından itibaren yüzlerce Müslümanı öldürmüş, bu ise Suriye’deki direnişin zayıflamasına neden olmuştur. Bu, asla kabul edilebilecek bir durum değildir. Yine bu yıllar itibariyle dışarıdan ve özellikle de bu örgütü istedikleri şekilde yönlendirmek amacıyla birçok istihbarat örgütünün eleman sızdırmış olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Çünkü IŞİD, çok kısa sürede çabuk büyüyen ve dışarıdan çok sayıda gencin gelip katıldığı bir örgüt haline gelmiştir. Katılımları kontrol etmek, kim olduklarını; herhangi bir istihbarat örgütüne mensup mu, değil mi, bunu bilmek çok da kolay değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Genelkurmay Başkan Akar, Milli Savunma Işık/Yılmaz yıllardır her an yanında bulunan yaverlerini, emir subaylarını, özel kalem müdürlerini, koruma ekiplerini tanıyamamışlarsa, IŞİD’in çeşitli ülkelerden binlerce geleni tanımaları hiç de mümkün değildir.
ABD’nin bölgeye katliamlarını bahane ederek saldırdığı, IŞİD olmasaydı ABD’nin bölgeye gelmeyeceğini söyleyenler, ya ABD’yi tanımıyorlar ya da emperyalizmin yayılma/işgal ve siyaset mantığını bilmiyorlar demektir. ABD, Irak’ı hangi bahaneyle işgal etmişse ya da Siyonist İsrail’i BM’de ya da diğer uluslararası kurum ve kuruluşlarda hangi bahanelerle savunuyor ise, aynı şekilde işgal etmek istediği yerlere de bulacağı eften püften bahanelerle rahatlıkla girebilir ve defalarca girmiştir de!
Evet, IŞİD suçludur; Müslümanlara ve masum sivillere yaptıkları saldırıları asla kabul etmek mümkün değildir. Peki, ya ABD’nin yaptıkları! IŞİD’in ve diğer örgütlerin ortaya çıkması, taraftar bulmalarının nedeni ABD’nin bölgede estirdiği terör değil midir? Bırakın Afganistan ve Irak’taki katliamları, bugün Suriye’de ne kadar masum sivil; bebek, çocuk, kadın ve yaşlı katledilmiş ve ne kadarı kimyasal bombalar altında ya da açlıktan ölmüştür? Bunun bir tek müsebbibi vardır, o da ABD değil midir? Türkiye’deki terörü besleyen, eğiten ve saldırtan da yine ABD değil midir? ABD’nin, bugün hem kendi halkına, hem de işgal ettiği yerlerdeki diğer halklara yönelik terör estiren, etnik temizlik yapan PKK/PYD/YPG’yi desteklemesi nasıl izah edilebilir? Evet, IŞİD suçludur, tehlikelidir; doğru! Peki ya ABD, PKK/PYD/YPG! Kim ne derse desin, Türkiye için yakın tehlike/tehdit, PKK’dır, PYD’dir ve de ABD’dir. Denebilir ki peki ya IŞİD? Evet, IŞİD de tehdit ve tehlikedir, ama PKK/PYD/ABD yakın ve halen devam eden, IŞİD ise, bunlara göre biraz daha uzak bir tehdittir. Türkiye’nin, ABD’nin ve içerideki laik, Kemalist ve ırkçı, sosyalist, İslam düşmanı HDP/PKK’lıların suçlamalarından kurtulmak için IŞİD tehlikesini sürekli gündemleştirmesi elbette ki doğru değildi ve bu tehlikeye adeta davetiye çıkarmıştır. Ne yazık ki, Türkiye, emperyal ve Siyonist güçlerle, içerideki Kemalist, laik ve solcu güruhun oluşturduğu bu algıdan kurtulmak için ABD’nin yedeğinde hem İncirlik hava üssünü açmış, hem de IŞİD’e yönelik operasyonlar düzenlemiştir. IŞİD de hem tepki olarak, hem de içine sızmış istihbarat örgüt elamanlarının yönlendirmesiyle ülke içerisinde bir takım kanlı eylemlere girişmiştir.[11] Masum sivillerin katliamına neden olan bu eylemleri kim yaparsa yapsın asla kabul etmek mümkün değildir.
CERABLUS OPERASYONU, TÜRKİYE’NİN KENDİ KARARI MI?
Aslında Türkiye, Cerablus’a operasyonunu 2015’ın son aylarında gerçekleştirmeyi planlamıştı. Ancak 24 Kasım 2015’de Rus uçağını düşürünce, Rusya Federasyonu’nun tehdidinden dolayı bu düşüncesini ertelemek zorunda kalmıştı. Sadece angajman kuralları gereğince obüs fırtına toplarıyla 40 Km’lik hedefe atış yapabilmekte, daha fazlasını yapmaya güç yetirememekteydi. Çünkü Rusya, Suriye’ye yerleştirdiği S-400 füzeleriyle Suriye içerisine girecek Türkiye’ye ait tank ya da uçağı hemen vuracağını defalarca açıklamıştı. Ayrıca da ABD (CIA), Almanya (BND), İngiltere (MI6), Rusya Federasyonu (Federal Güvenlik Teşkilatı-FSB), Siyonist İsrail (MOSSAD) ve İran’ın yardım ve desteğiyle PKK/PYD Türkiye’de çukur/hendek terörünü hortlatmıştı. Böylece Türkiye, içeride ve dışarıdaki bu terör nedeniyle aylarca başını kaldırıp ne Suriye’ye ne de bir başka yere bakacak mecali kendisinde bulamamıştı.
ABD, diğer işgalci koalisyon güçlerince havadan ve karadan verilen destekle PYD/YPG bir taraftan (Ocak 2014’de Cezire, Kobani ve Afrin; Haziran 2105’de de Tel Abyad- Girê Spî’de olmak üzere) dört kantonun kuruluşunu ilan etmiş, diğer taraftan da Türkiye sınır hattında yeni yerleri işgal ederek hâkimiyet alanlarını genişletmiş ve Cerablus-Azez hattını da alarak Afrin ile Kobani kantonlarını birleştirerek Akdeniz’e inmeyi hedeflemiştir.
Türkiye, PKK’nın bir uzantısı olması dolayısıyla PYD’nin Suriye sınırına yerleşerek özerklik ilan etmesini asla istememiş hatta savaş sebebi sayacağını defalarca söylemiştir. Ancak IŞİD’in Ayn el-Arap/Kobani’ye saldırması üzerine içeriden ve dışarıdan baskılara dayanamayarak hem Iraklı peşmergelerin sınırdan geçmesini, hem de Mürşitpınar Sınır kapısında geçişlere ve özellikle de yaralanan PYD’li teröristlerin Türkiye’de tedavi edilmesini sağlamıştır. PKK/PYD teröristleri, Biji Serok Obama naraları ile Obama’nın kucağına oturarak önce Ayn el-Arap, daha sonra da Tel Abyad’ı (Girê Spî)[12] ele geçirmişlerdir. PKK/PYD, Fırat’ın batısına geçmek üzere hazırlıklara başlayınca Türkiye burayı kendisi için kırmızıçizgi yani savaş sebebi sayacağını ilan etmiştir. ABD’nin desteğini alan PKK/PYD, güneyden gelerek Fırat üzerinden Teşrin barajını 27 Aralık 2015’de ele geçirerek Menbiç’in yakınına kadar gelmiştir. Türkiye’nin PYD ile ilgili olarak ABD’ye ‘ya terör örgütü PYD, ya da 50-60 yıllık müttefikiniz biz’ demesine rağmen ABD’nin PYD’ye yardımı aleni şekilde devam etmiştir. Hatta Obama’nın Suriye özel temsilcisi Brett McGurk Şubat 2016 ve Eylül 2016’da iki defa Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’yi ziyaret etmiş ve PYD’lilerden plaket almış ve onlara yardım sözünü tekrarlamıştır.
ABD destekli PKK/PYD Teşrin Barajı’ndan sonra Menbiç’e yönelik saldırı için hazırlıkları 2 Nisan 2016’da Suriye Demokratik Güçleri’nin[13] çatısı altında Menbiç Askeri Meclisi’ni kurarak başlatmıştır. Asıl saldırının startı ise 1 Haziran’da verilmiştir. PKK/PYD Menbiç’teki IŞİD koordinatlarını ABD’ye bildirmek suretiyle havadan aldığı desteğe rağmen Menbiç’i ancak 73 gün sonra 12 Ağustos’ta ele geçirebilmiştir. Menbiç, Türkiye açısından da, PKK/PYD açısından da önemli bir kenttir. Menbiç kasabası çoğunlukla Sünni Araplardan oluşmaktadır. Ayrıca Kürt ve Çerkes nüfus da bulunmaktadır. Türkiye sınırındaki Cerablus’a yaklaşık 40 kilometre mesafede bulunması Menbiç’in önemini daha da arttırmaktadır. PKK/PYD’nin asıl amacı Menbiç’ten sonra Cerablus’u ele geçirmekti. Oysa Türkiye, Fırat’ın batısını kırmızıçizgi ilan etmişti. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu daha önce yaptığı bir açıklamada Menbiç’i de bu kırmızıçizgiye dâhil etmiş idi. Ancak PKK/PYD, ABD’nin desteğiyle Menbiç’te Türkiye’nin kırmızıçizgini aşarak, bu kenti kendi egemenliğine dâhil etmiştir. PKK/PYD bu kadarla da yetinmemiş, diğer ele geçirdiği kentlerde olduğu gibi Menbiç’in hem ismini[14], hem de demografik yapısını değiştirmeye kalkışmıştır. ABD, PKK/PYD Fırat’ın doğusuna çekilecek, çekildi gibi açıklamalarına rağmen PYD çekilmemiş ve Menbiç’teki varlığını daha da tahkim etmiştir. Türkiye ise, Cerablus’tan sonra Fırat’ın doğusuna çekilmeyen PKK/PYD’ye yönelik bir hareket başlatmış, ancak ABD engeli ile karşılaşmıştır. Nitekim ABD’lilerden “IŞİD’in olmadığı alanlarda çatışmanın kabul edilemeyeceğini ve derin kaygı yarattığını açıkça belirtmek isteriz” şeklinde üst üste uyarı açıklamaları gelmiştir.
İşte Türkiye, hem PKK/PYD’nin Kobani-Afrin kantonlarını birleştirmesini engellemek, hem de Türkiye içine yönelik IŞİD terörünü engellemek için Cerablus operasyonunu başlatmıştır. 24 Ağustos’ta başlayan Türkiye operasyonu ile Cerablus, er-Rai (Çoban Bey) de IŞİD’in elinden alınarak Özgür Suriye Ordusunun kontrolüne verilmiştir. YPG’nin Menbiç’i ele geçirmesi, El Bab’a doğru yürüme çabaları ve Cerablus’a ilerleme ihtimali Türkiye’nin kuzeye müdahale etmesini daha acil bir gereklilik olarak ortaya çıkarmıştır. İşte Türkiye’nin dış politikadaki değişikliğe gitme nedeni de bu aciliyetti. Dış politikadaki bu değişiklik, hem Siyonist İsrail’le, hem de Rusya ile barışma ve Suriye’ye yönelik de yumuşama sinyalleri şeklinde gerçekleşmiştir.
İşte Türkiye’nin Cerablus operasyonu, bu değişiklikten sonra hem Rusya’dan, hem de ABD’den onay alarak başlamıştır. Rusya ile ilişkilerin normalleşmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Haziran’da ‘Rusya Gününü’ kutlamak vesilesiyle Putin’e ‘özür dileme ya da üzüntüsünü bildirmeyi’ içeren mektup göndermesinden sonra 9 Ağustos’ta St. Petersburg’da Putin’le yüz yüze yapılan görüşmeyle başlamıştır.[15]
Aynı şekilde Cerablus operasyonu ile ilgili ABD ile de görüşülmüş ve onay alınmıştır. Bu operasyon ABD’ye rağmen yapılmış bir operasyon değildir. Şayet ABD’nin onayı ve haberi olmamış olsaydı, ABD 50 ABD askeri ile 92 Km menzilli HIMARS (Yüksek Hareket Yetenekli Topçu Roket Sistemi) füze sistemini bu operasyon için sınıra yerleştirmez ve Cerablus operasyonunda ve halen koalisyon uçaklarıyla IŞİD’e karşı Türkiye’ye destek vermezdi, hatta Menbiç’te olduğu gibi engel olmaya çalışırdı. Bu operasyonda ABD için önemli olan PKK/PYD ile Türkiye’nin çatışmamasıydı. Bununla ilgili olarak da ABD yetkilileri, Türkiye yetkililerine çok açık ve net uyarılarda bulunmuştur. ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel “Türkiye’nin IŞİD’e karşı Cerablus’a ilerleme kararını destekledik. IŞİD’den başka bir şeye odaklandıklarında desteğimizi çekmek zorunda kaldık. Şimdi o unsurları ayrı tutmaya ve IŞİD’e odaklı kalmalarını sağlamaya çalışıyoruz” dedi.[16]
Sonuç olarak, Türkiye, Rusya, ABD ve hatta İran’dan habersiz Fırat Kalkanı Operasyonunu başlatmamıştır. Halen devam ediyor oluşunu da yine bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Bu operasyonla Türkiye, PKK/PYD’nin sınırda koridor oluşturmasını engellemiştir, ama şimdilik. Çünkü PKK/PYD, güneyden Dabık ve el-Bab üzerinden Afrin kantonu ile birleşmeyi hedeflemektedir. Bunun için de hazırlıklarını yapmaktadır. Türkiye bunu bildiği için o da er-Rai’nin güneyine yani el-Bab’a yönelmiştir. Tabii Dabık ve dolayısıyla el-Bab, IŞİD açısından çok önemli yerlerdir ve aylardır, özellikle de el-Bab’da hazırlık yapmaktadır. Çünkü el-Bab’ın düşmesi, IŞİD’in başkenti Rakka’nın yolunu açacaktır. Bu da, IŞİD için felaket anlamına gelecektir.
Türkiye, şayet sadece Cerablus ve er-Rai ile yetinirse, Fırat Kalkanı operasyonu anlamsız hale gelir. Çünkü PKK/PYD el-Bab’a yönelerek, buradan Afrin’a koridor açacaktır. Bu ise Türkiye’nin hiç istemeyeceği bir şeydir. Hatta Türkiye el-Bab’ı almakla yetinirse de yine yanlış yapmış olacaktır. Çünkü Cerablus kadar önemli ve Türkiye’nin içindeki terörü besleyen Suruç’un karşısında Ayn el-Arap (Kobani), Akçakale’nin karşısında Tel Abyad (Girê Spî), Ceylanpınarı karşısında Rasulayn (Serekani), Karkamış’ın karşısında Cerablus’un hemen yakınındaki Menbiç ve Nusaybin’in karşısında Kamışlı’da PKK/PYD’den temizlenmedikçe Türkiye’deki terör bitmeyecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye kaynaklı PKK/PYD terörünü unutmuşçasına sadece IŞİD’e yükleniyor olması asla doğru değildir. Zaten Cerablus ve er-Rai alınmakla Türkiye sınırı IŞİD’den temizlenmiş oldu, peki ya Türkiye’deki terörü besleyen sınırdaki PKK/PYD terörü ne olacak? Türkiye, ABD’ye rağmen buralara yönelirse terörden; sadece PKK/PYD teröründen değil, aynı zamanda ABD teröründen de kurtulmanın yolunu açmış olur. Aksi halde terörün durdurulması bir başka bahara kalmış olacaktır.
Türkiye’nin, terörü ve 15 Temmuz darbe girişimini destekleyen ABD ile Suriye’de birlikte görünmesi asla doğru değildir. Türkiye, bunca aldatılmışlıktan sonra ABD’ye asla güvenerek birlikte iş yapmamalıdır. Hele hele ABD’nin kara gücü olarak Rakka’ya yönelik bir operasyona asla girişmemelidir. ABD, mayınlı tarlaya sürecek merkep aramaktadır, bu, Türkiye olmamalıdır. Aksi halde bu, Türkiye insanının alnına sürülmüş ve asla silinmeyecek bir kara leke olur ki, yüz yıllar da geçse asla unutulmayacak bir ihanet olarak gelecek nesiller tarafından hatırlanacaktır.
ABD için Aylan Kurdi bebek ile Suriye iç savaşının sembolü haline gelen 5 yaşındaki Ümran ve diğer katledilen yüzbinlerce insanın hiç mi hiç önemi de, değeri de yoktur. Bunlar, bu emperyal kâfirler için sadece bir savaş zayiatıdır. Onlar için önemli olan enerji kaynakları üzerindeki emperyal menfaatlerinin kesintisiz devamı ve Siyonist İsrail’in güvenliğidir. Bu iki amacı gerçekleştirmek için bölge insanları etnik, mezhebi nedenlerle birbirine kırdırılmaktadır. Bu bölgede; Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de ölen de, öldürülen de bu toprakların insanlarıdır. Bunu tersine çevirmek, emperyal kâfirleri bu topraklardan kovmak, buralarda yaşayan insanların elindedir. Bu, asla unutulmamalıdır.
[1] İşin ilginç yanı 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğunu şimdilerde İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ açıkça söylemesine rağmen Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un darbenin arkasında ABD’nin olmadığını söylemesidir. Numan Bey, acaba neden Soylu ve Bozdağ’ı yalanlarcasına böyle bir açıklama yapmış ve ABD’nin darbedeki rolünün üzerini örtme ihtiyacı duymuştur.
[2] Suriye Ulusal Konseyi (SUK) Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) çatı ismini almıştır.
[3] http://www.radikal.com.tr/turkiye/osman-ocalan-pydyi-ben-kurdum-1159799/
[4] PYD, 2004 yılında PKK içindeki anlaşmazlık sonucu ikiye bölünmüş ve Rekeftina Demokrat a Kurd ya Suri (Rekeftin) kurulmuş ancak kurucu lideri Kemal Şahin, Şubat 2005’de Kuzey Irak’ta PKK tarafından öldürülmüştür. Bkz; http://file.setav.org/Files/Pdf/20160224112810_pkknin-kuzey-suriye-orgutlenmesi-pyd-ypg-pdf.pdf
[5] Abdullah Öcalan, 12 Eylül 1980 darbesinden kısa bir süre önce Suriye’ye geçerek faaliyetlerine Suriye istihbaratı Muhaberatın gözetiminde 15 Şubat 1999 paketlenerek Türkiye teslim edilinceye kadar burada devam etmiştir. Suriye rejimi, PKK’yı Türkiye’ye karşı korumuş, kollamış ve barınma imkânı vermiştir. 1998’de Adana protokolü ile Abdullah Öcalan’ı sınır dışı edilmiştir. Beşşar Esad’ın yönetime gelmesi ile Türkiye ile ilişkiler düzelmiş ve iki ülke arasında bahar havası esmeye başlamıştır. İki ülke ilişkilerin gelişmesi nedeniyle Baas rejimi, Suriye’deki PKK’lıların ülkeyi terk etmeye zorlamıştır. Salih Müslim 1998’de Barzani yanlısı Kürdistan Demokrat Partisine katılmış ve uzun bir süre bu partide faaliyetine devam etmiştir. 2003’de Beşar Esad tarafından mahkûm edilmiş, özgürlüğüne kavuştuktan sonra da ülkeyi terk ederek Irak’a gitmiştir.
[6] PKK’nın İran’daki silahlı kolu olarak bilinen “Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), İran’la siyasal diyalog ve müzakere sürecini yönetmek için Doğu Özgürlük Örgütü (KODAR) isimli yeni bir oluşum kurmuştur. KODAR’ın kuruluşu, PJAK yöneticileri tarafından Kandil Dağı’nda düzenlenen basın toplantısıyla duyurulmuştur. KODAR’ın eşbaşkanlıkarına ise Rezan Cavit ve Zilan Tanya getirilmiştir. Bkz: http://www.aljazeera.com.tr/haber/pjakta-yeni-olusum
[7] Osman Öcalan: “PYD’yi biz Kandil’de kurduk. ABD’nin bölgeye müdahalesi ihtimaline karşı Suriye’deki Kürtler için PYD’yi; İran’daki Kürtler için ise PJAK’ı kurduk. PYD’nin ilk kongresini Ekim 2003’te, PJAK’ın ilk kongresini ise Eylül 2003’te Kandil’de yaptık. Her iki örgütün kadrolarını da yine Kandil’de biz eğittik.” Bkz; http://www.lacivertdergi.com/gundem/makaleler/2015/09/02/pkknin-capraz-iliskileri
[8] Daha geniş bilgi için bkz; Ali Kaçar, ‘PYD, PKK, KCK Kuruluşudur’ başlıklı makalesi için https://www.gencbirikim.net/pyd-pkk-kck-kurulusudur/
[9]http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2014/09/turkey-pkk-commander-bayik-threatens-resume-war.html
[10] http://www.gazetevatan.com/ve-mahmur-kampi-da-dustu–666006-gundem/
[11] IŞİD, gerçekleştirdiği eylemleri hep sahiplenmiştir. Bilebildiğim kadarıyla Türkiye’deki eylemleri sahiplendiğine dair bir açıklama yapmamıştır. Nitekim güvenlik uzmanı Abdullah Ağar Suruç bombalamasının IŞİD’in yaptığına dair kesin kanıtların olmadığına dikkat çekiyor ancak, “kuvvetli kanaatlerin” olduğunu da aktarıyor. Ağar, “Eylemi IŞİD’in gerçekleştirdiğine dair şu ana kadar dair bir belge kabulleniş itiraf yok, diyor. Bkz; http://odatv.com/isid-turkiyedeki-eylemleri-neden-ustlenmiyor-2307151200.html
[12] Tel Abyad, Cezire ile Kobani kantonu arasında bulunuyor. Bu kentin alınmasıyla iki kanton da birleştirilmiştir. Tel Abyad (Kürtçe: Girê Spî yani Beyaz Tepe) Akçakale’nin hemen karşısında yer almaktadır.
[13] YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin çatısı altında birleşen 7 askeri yapılanmanın isimleri şöyle: Ceyş’ül Suvar, Şems’ül Şimal, Cund’ül Harameyn, Şuheda Fırat, Ahrar Cerablus, Tecemmu Fırat ve İsa Birliği. Operasyon kapsamında; Ceyş’ül Suvar’ın 55, Şems’ül Şimal’in 105, Cund’ül Harameyn’in 100, Şuheda Fırat’ın 110, Ahrar Cerablus’un25, Tecemmu Fırat’ın 42 ve İsa Birliği’nin ise 24 askeri var. Bkz; http://www.yeniakit.com.tr/haber/abd-ve-teror-orgutu-pyd-turkiyenin-kirmizi-cizgisi-menbice-saldiriyor-181984.html
[14] PYD, Menbiç’in ismini Kürtçe’de “ölümsüz gelin” anlamına gelen “Mabuk” olarak değiştirmiştir.
[15] https://www.evrensel.net/haber/288796/turkiye-rusyanin-kurdugu-oyunun-icinde
[16] Votel bunu “Bizim tüm gruplara desteğimiz IŞİD’e karşı mücadele etmelerine bağlı. Ortaklarımızın kendi aralarında çatışmasını istemiyoruz. Bunu önlemeye çalışmayı sürdüreceğiz. Bizim için önemli olan hem SDG’nin hem de Türk ortaklarımızın IŞİD’e odaklı kalmasını sağlamak” ifadeleriyle açıkça belirtti.
Washington’da düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi’nin Ortadoğu uzmanı Aaron Stein de, Türkiye’nin operasyonu sınırlı kaldığı ve Menbic ve diğer bölgelerde elde edilen başarılara zarar vermediği sürece ABD için sorun olmayacağını söylüyor.
Stein “Sanırım asıl endişe bu operasyonun uzun vadeli niyetleriyle ilgili. Yani Türkiye Menbic’e doğru ilerleyecek mi, ilerlemeyecek mi. Eğer Türkiye operasyonu sınırlı tutar ve sınır çizgisi boyunca ilerlerse sorun çıkmaz. Ama eğer Türkiye sınırdan uzaklaşan operasyonlar yürütürse, bu Suriye’deki koalisyonun da buna dahil olmasına neden olur ve Türkiye’nin Suriye’deki stratejisi konusunda soru işaretleri doğurur” diyor. Bkz; http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-37235197