Başından sonuna hep Kur’an’ı konuşan, Kur’an’la konuşan ve Kur’an’ı konuşturan bir kitap mı okumak istiyorsunuz? Öyle bir kitap olmalı ki, içinde konular ayetlerle örülmüş ve her şey en net şekliyle sunulmuş olsun, mu diyorsunuz? Bir kitap okumalıyım ki yazarı Kur’an’a tamamen vakıf olmalı ve ayetlere nerede, nasıl ve ne kadar başvurabileceği hususunda mahir olmalı, diye mi düşünüyorsunuz ayrıca? O zaman siz, şimdi bahis açacağım kitapla bir an önce müşerref olmalısınız, derim.
Allah’ın ayetlerini belirlenen konu üzerine büyük bir dikkat ve ustalıkla okuyucuya sunmak her kişinin harcı olmasa gerek. Normal metin okuduğunuzu sanırken, paragrafın sonunda gözünüze çarpan dipnotu takip ettiğinizde karşınıza sûre ve ayet numaralarının çıkması, size vahiyle yol aldığınızı hatırlatıyor. Bu usulde oluşturulmuş eserler, her zaman için okumaya yönelik lezzet verici nitelik taşır şahsım adına. Aynı şeyi konu bütünlüğü içerisinde farklı farklı eserlerden alıntı yapıldığında da görebiliyoruz. Alıntılar yazarın meramıyla örtüşecek şekilde geliyorsa, işte o eser okunulmasın da ne yapılsın!
Hemen meramımızı ifşa etmemiz gerekirse; deriz ki kalp atışlarımıza güzellik katan bir kitapla içli dışlıyız şimdi; Murat Kayacan’ın kaleminden sıyrılıp da gelen Kur’an’ın Hz. Peygamber(s)’i Eğitmesi isimli öğütlü/öğütçü bir eserdir o. Allah(c.c.)’ın Kitabının Allah’ın Rasulünü nasıl ve ne tür metodlarla eğitip kıvama eriştirdiğini bize bildiren bir eser. Rasulullah’ın insanları nasıl eğittiğine dair bol miktarda eser bulunmasına rağmen, Kitabullah’ın Elçisini nasıl eğittiği konusunda pek bir çalışma olmadığını hatırlatan bir eser. Vahyin eğitici ve büyütücü yönünün Peygamber üzerindeki resmini sayfalarca çekmeye çalışan bir eser.
Kitap, ciddi ciddi akademisyen bir yürekten çıktığını hissettiriyor. Ayetler baz alınarak hareket edilmiş; özellikle de Rasulullah’ı doğrudan muhatap alan ayetler işlenmeye çalışılmış. Bu muhtevada başka bir esere rastlamak güç. Kitap, bu noktada önemsenmeyi fazlasıyla hak ediyor. Eğitim meselesinin Peygamberimiz çerçeveye alınarak değerlendirilmeye tabi tutulması, Allah’ın eliyle ilk insandan kıyamete kadar bütün Allah erlerinin nasıl yeşerip filizlenmesi gerektiği noktasında, büyük fikirler oluşturuyor zihnimizde. Yaratan Allah azze ve celle ise –ki bundan kimsenin şüphesi olamaz-, yaşatan da, büyüten de, yöneten de ve eğiten de yine O’dur. Kulları üzerinde, yegâne tasarruf sahibidir. Aklıyla ve kalbiyle barışık olan her kul, çareyi Rabbinin eğitmesinde, yani vahyi olan Kur’an-ı Kerim’de ve onun vücut bulmuş hali Rasulullah’ta arar/görür/bulur.
Yazarımız, kitabına Kur’an’ı ve Muhammed aleyhisselam’ı tanıtan kerim ayetleri sunarak başlamış. Eğiticiyi ve eğitileni öncelikle okuyucuyla tanıştırmak hoş bir uygulama olmuş. Okuyucu, muhataplarını ilkin bilmeli ki, gerekli teçhizata sahip olmuş olsun.
Kayacan, âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın, Kitabında Rasulünü eğitirken kullandığı metodları dört sınıfa ayırmış. Ya da kendisi bu metodları dörtle sınırlandırmış, diyebiliriz. Kur’an’a iyice yoğunlaşılmışlığın emarelerini, özellikle bu tasnif edişte görüyoruz. Tartışarak, imtihan ederek, kıssalar vererek ve temsil şuurunu bezeyerek Kur’an’ın muazzam bir eğitim pusulası çıkardığını görüyoruz. Her bir başlığın teker teker ele alınarak üzerinde durulması gerektiğini sayfaları sakin sakin okurken anlıyorsunuz.
Bizim asıl dikkatimizi çeken ve bu kitap çalışmasını tarafımızca kıymetli kılan; Kıssalar ve Eğitim bölümündeki İbrahim aleyhisselam ile Muhammed aleyhisselatu vesselam’ın karşılaştırılmasıdır. Meğer bu iki Allah Elçisi, bu iki Tevhid öğretmeni, bu iki vahiy şahidinin kaderlerinde ve kederlerinde müthiş benzeşmeler varmış.
Sevgili yazarımız, diğer peygamberleri değil de bilhassa İbrahim aleyhisselam’ı tercih etme sebebini, bize açıklamayı unutmuyor. Allahu Teâla’nın kulu ve Rasulü Muhammed’e O’nun yani İbrahim Peygamber’in, dinine uymasını emretmesi; doğup büyüdüğü memleketi Mekke’de O’nun izinden gittiğini söyleyen ve putperestlik yapmamakla birlikte ellerinde kalmış olan azıcık vahiyle Tevhid Dini’ni sürdürmeye çalışan hanif yiğitlerin olması ve diğer iki ilahî kökenli dinin mensuplarının, yani Yahudi ve Hıristiyanların, kendilerini İbrahim Peygamber’e nispet etmeleri yazarımız için oyunu O’ndan yana kullanmasına kâfi gelmiş.
İbrahim Peygamber, devrinin zalim ve tağutu olan Nemrutla amansız mücadele içerisinde iken; Muhammed aleyhisselam da, Ebu Cehil ve Ebu Lehep gibilerine karşı savaşım vermiştir. Nemrut ve avanesi tevhid daveti üzerine ve putları yerlere sermesinden ötürü İbrahim Peygamber’i taşlamakla, memleketinden sürmekle ve sonunda yakmakla tehdit ediyorken; Muhammed aleyhisselam da, zulüm diyarı haline gelen “öz ülkesi” Mekke’den kardeşi Zeyd bin Harise’yle birlikte bir müddetliğine Taif şehrine hicret ettiğinde karşısında taşlar’ı ve sopalar’ı bulmuştu. İbrahim Peygamber, gözü kara şartlanmışlığın en alçalmışlığını yaşayan toplumuna davetini götürdüğünde, ona “şaka mı yapıyorsun?” diyerek karşılık verenler varken; Muhammed aleyhisselam da, sihirbazlık ve delilikle suçlanmıştı. İbrahim Peygamber, babası Azer’e doğru yola ulaştırmak gayesiyle yaklaştığında, her şeye rağmen, “babacığım” şeklinde hitap ediyorken; Muhammed aleyhisselam da amcası Ebu Talib’in hidayet bulması için Rabbine yalvarıp yakarmıştır. İkisi de yumuşak huylu ve insanlarına karşı olabildiğince müşfiktiler.
Rabbimiz, Muhammed aleyhisselam’a ve ashabına örnek bir lider ve örnek bir toplum olarak İbrahim Peygamber’i ve ona inananları göstermiştir. O nasıl ki, zalimlere karşı net duruş sergilemiş ve tağuti eğitimlerden geçmiş putçulara karşı açık sözlü olmuş ise Muhammed(s.) ve yarenleri de öyle olmalıdır. İbrahim Peygamber davetinde yumuşaklığı ve akıl yürütmeyi önemsediği ve bunu ustaca kullandığı gibi –yıldız, ay ve güneş’i ilah görme meselesi-, Muhammed aleyhisselam da aynı şekilde görevini ifâ etmenin çaresine bakmalıdır, derdine düşmelidir.
Kerim Kitabımız, önderimiz ve rehberimiz olan Rasulullah’ı sürekli yaşanan/gerçek hayatla yüz yüze getiriyor, insanları nasıl eğiteceği noktasında ona bilgi ve öğütler veriyor ve bunu yaparken de onun da bir insan olduğunun hakikatini asla göz ardı etmiyor.
Bu güzel eserden çok şey öğrendiğimizi ifade etmeliyiz. Kitabullah, Rasulullah’ı imtihan bilinciyle aydınlatarak hayatın içine çekiyor, gerçeklerle yüzleştiriyor. Mesela, açlık çekiyor, savaşlara giriyor, dişi kırılıyor Peygamber’in. Yine Hayat Kitabımız, ayrıntılara girmeden tarihi verileri sahih olarak sunuyor. Kıssalar vesilesiyle verilmek istenen mesaj, en güzel haliyle işleniyor. O kitap, Elçisini eğitirken temsilî ifadeleri çokça kullanıyor ve böylece onun anlatmak istediklerini apaçık bir vaziyette paylaşmasını kolaylaştırıyor. Kur’an’ın sunduğu bütün ibretlikler, öncelikle Allah’ın Rasulünü eğitmek maksadını içinde barındırır; sonrasında ise, her bir Peygamber ümmetini.
Öz cümleyle, insanlığın felahı/kurtuluşu, Muhammed Rasulullah’ın yaptığı, işlediği ve uyguladığı gibi Kur’an-ı Kerim’i hayatın tam kalbine oturtmaktan ve onu, hayatı düzenleyen bir yönetici/yönlendirici olarak görüp kabul etmekten geçer.
Eğitim göreviyle hemhal olanların bu çalışmayı ‘gözlerine kestirmelerini’ ve işlerinde ‘Allah’ın ayetlerini en mükemmel haliyle estirmelerini’ naçizane tavsiye ederiz. Ederiz, zira asr’a yemin eden Rabbimiz, iman edip salih amelleri kuşananların, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kaybetmeyeceklerini bildiriyor biz kullarına sure-i Asr’da.