Seksenli yıllar, yalnızca bu topraklarda hareketli ve meşakkatli geçmemiştir. Akla hemen on iki eylül darbesini getiren seksen yılı, öncesiyle ve sonrasıyla ilginç tarihsel izler taşır heybesinde. Mesela, yetmiş dokuz’da İran’da Şah rejimine karşı gerçekleştirilmiş olan büyük bir devrim var. Mesela, seksen iki’de, bugün daha korkunç bir vaziyette devam eden, Suriye’nin Hama şehri Nusayriler tarafından yerle bir edilmişti. Yine, yaşasaydı eğer dünyayı sallayacak bir yüreği taşıma özelliğine sahip nadir mü’minlerden olacağını düşündüğümüz Metin Yüksel, yetmiş dokuz’un şubat’ında hızını alamayıp bizlerden çok önce son durağa varmıştı şehid olarak.
Bir de 1981’in Mısır’ında, takvimler kasım ayının altısını yapraklarında misafir ederken vuku bulan bir olay var ki, geçen yıllar onu unutturmaya çalışsa da, nafile; yorulduğu yanına kâr kalır. O destanı yazmaya, kalemler imtina eder. Olur ya sürçer belki, incitir o nazenin gülleri/günleri…
Altı kasım bin dokuz yüz yetmiş üç tarihinde Mısır devleti, İsrail’e karşı büyük bir zafer elde etmiştir. Bu zafer dolayımında, her yıl aynı tarihte askerî kutlamalar yapılır. İşte bu kutlamaların seksen bir yılındaki ayağı, öncekilerde hiç görülmemiş bir gelişmeye şahit tutmuştur insanları. Merasim sırasında, askerî araçların konvoy şeklinde platform önünden geçerken ve tüm platform sakinleri gökte maharetlerini gösteren uçaklara dikkat kesilmişken, önceden planladıkları şekilde ordu içerisindeki üst düzey subaylardan birkaç tanesi ellerinde koca silahlarla gökleri seyredenlerden cumhurbaşkanı Enver Sedat’ı yerlere sermek adına ve andına saldırıya geçerler. Silahlar patlar, el bombaları atılır, tören alanı yerini savaş alanına bırakır. Nihayetinde arzulanan son ve hedeflenen plan gerçekleştirilmiş ve Sedat, layık olmasa da, yere serilmiştir.
Dönemin cumhurbaşkanı olan Enver Sedat’a haddini bildirme operasyonudur bu. Firavunlaşmaya gidenlere “dur” ihtarıdır bu.
Milletini müstevlilere peşkeş çekmek isteyenlere “yok öyle yağma” deyiştir bu.
Zalimin zulmünün payidar olmayacağının ve müminlerin suskun kalmayacağının ispatıdır bu.
O, Allah yoluna adanmış yiğit subaylar, Müslüman Kardeşler cemiyetinin asil evlatlarından biri olan Halid Ahmed Şevkî el-İslambulî ve dört mücahid arkadaşı Abdulhamid Abdusselam Abul Ali, Ata Tail Hamide, Hüseyin Abbas Muhammed ve Muhammed Abdusselam Ferac Atiye’dir. Tarihin pek az şahit olduğu kahramanlardandır onlar.
Halid, Kur’an ile yoğrulan, İslam ahkâmıyla doğrulan bir yiğit… Zalim ve Firavun Enver Sedat iyiden iyiye ipini koparmıştı. Halkına ve özellikle de Müslümanlara yönelik yaptığı zulümler alıp başını gitmişti. Mısır’ın Firavunî geleneğini sürdürmeye azmetmişti sanki. Yapmadığı haksızlık, etmediği eziyet kalmamıştı.
Peki, bütün bunlar varken ve artarak devam ederken, müminlerin sus-pus olması mümkün müydü? Hakk yoluna adanmış iman erleri, bu gidişata göz yumabilir miydi? Değil miydi ki, “müminler bir haksızlıkla karşılaştıklarında birlik olup ona karşı duranlardır.” ayetiyle bir direniş ahlakı öğretiyordu Rabbimiz Allah(Subhanehu ve Teâla). Değil miydi ki, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” sözüyle bir kıstas belirlemişti Allah’ın Rasulü (aleyhisselatu vesselam). İşte Halid ve arkadaşları bu şuurun gereğini icra etmek gayesiyle Sedat’ın nefesini kesme yoluna girişmişlerdir. Aslında nefessiz bırakılmak istenen zalim ve firavunî sistemdi, gidişattı, rejimdi. Onların amacı, Sedat gittikten sonra yerine gelecek olanın ibret almasıydı. Ama ne gariptir ki, Sedat’a yönelen kurşunların kendisine değmesinin an meselesi olduğu ve Sedat’ın yerine geçen Hüsnü Mübarek ki operasyon anında sağındaydı Sedat’ın, bu mücahid genç subayların idamına karar kılmıştı. Zulmün ve zalimin uslanmama özelliği vardı ve Mübarek tercihini zulmetten yana koymuştu.
Bu unutulmaz eylemlerinden sonra tutuklanıp yargılanırlar Halidler. Mahkemeleri dört ay sürer yaklaşık. Duruşma seansları adeta tiyatro sahnelerini andırıyordu. Halid ve arkadaşları asla pişman olmadıklarını hiç çekinmeden ifade ediyorlardı. İdam edilecekleri kararına rağmen, mahkeme salonunda tevhidi ve hakkı haykırıyorlardı. Gelecek nesillere büyük bir örnek ve ibret olmaya adaydılar sanki. Zulümlerinin arkasına gizlenenler kadar, en az onlar kadar yerlerin, göklerin ve her ikisinin arasındakilerin Rabbi olan Allah(azze ve celle)’a boyun eğenlerin, kul olanların korkusuz ve yürekli olması gerektiğini öğretmişlerdi duruşmalarında. Ölüme meydan okumuşlardı. İnsan için hayatta canından daha kıymetli olan şey yokken, onlar inançları uğruna ölüme yürümeyi canlarından daha aziz bilmişlerdir. Tüm varlıklarını davalarına feda eden bu erlere, kim ne yapabilir ki! Hangi tehdit onları yolundan çevirebilir ki!
Ve tarih 16 Nisan 1982 olduğunda Halid el-İslambulî ve arkadaşları Rablerine şehadetle yürüme şerefine nail oluyorlardı. Geride bıraktıkları yakınlarına, kendileri için asla üzülmemelerini ve bu aziz İslam davasını payidar kılmak için mücadelelerine devam etmelerini tavsiye ediyorlardı.
Halid el İslambulî’yi Türkiye’de, hakkında yazılan birkaç kitaptan ve kendi adıyla çıkarılan bant tiyatrosundan biliyoruz. Bu kitaplardan özellikle birisiyle hemhal olabilmiştim: ‘Bir Firavun Bir Mücahit’ isminin verildiği Bengisu yayınlarından çıkan Yusuf Koç’a ait roman çalışması. İlk baskısı bin dokuz yüz doksan sekiz’de yapılan romanın yeni baskısı, yaklaşık bir yıl önce Çıra Yayınları tarafından yapıldı.
Bir diğer kitap çalışması, yine baskısı bulunmayan, çizgi roman şeklinde hazırlanan ve ilk defa Risale yayınlarından çıkan Fatih Emin imzalı ‘Halid İslambuli’ kitabıdır. Şimdilik sadece kapak resmiyle müşerref oluyoruz; inşallah çok zaman geçmeden ilgili yayınevleri basım için tekrar harekete geçerler. Halid’in hayatını bir de çizgi roman haliyle okumak, farklı bir okuyuş olur sanırım.
Yine yaptığım araştırmalar sonucu, sadece internet üzerinde eskimiş ve yamukça bir resmi çekilmiş halde bulduğum yazarının adı Şakir Kesrai olan ‘Halid İslambuli Destanı’ kitabı var. Çok eski yayınevlerinden birisi olduğunu tahmin ettiğim Önder Basın Yayın’a ait bir çalışma. İçeriği hakkında bir bilgi sahibi olamamanın ezikliğini ve üzüntüsünü yaşadığımı belirtmeliyim.
Ve bir de basımı İşaret yayınlarına nasip olan “İslamî Direniş Haritası-Benna’dan İslambulî”ye adındaki Rifat Seyyid Ahmed imzalı araştırma içerikli bir eser mevcut. Mısır’daki İslamcı hareketleri baz alarak oluşturulan bu çalışmada, direnişi yüreklerine yazanların silinmez tarihi incelenmiş ve son durak olarak Halid el-İslambulî seçilmiş. Yankısı, dünya durdukça devam edecek bir hareketi, dünyaya miras bırakarak gözü arkada kalmadan gidenlerinki kadar güzel ve endamlı bir yürüyüşle karşılaşmamıştır insanlık.
Bugün el-Benna’ların, el-İslambulî’lerin evlatları Hüsnü Mübarek’i alt etmişlerdir. Direniş damarını büyütmüş olarak dünyaya cevaplarını vermişlerdir. Ama zulüm sistemleri bir piyonu alır, bir diğerini öne sürer. Mısır’ın ve oradaki kardeşlerimizin hali pürmelali ortadadır şimdi. Mısır, kalbinde İhvan-ı Müslimîn gibi dünya çapında bir oluşumu taşıyordu; Seyyid Kutup, Abdulkadir Udeh gibi şehitlerin kanları bu diriliş ve direniş gemisini yürütmüştür. Ve ümidimiz o ki, bundan sonra da vahyin ve nebevî hareketin düsturuyla yollarına devam ederek zalimlere eğilmesinler.
Şehidler tahtlarında Rablerine gülümserken, aslında yaşamak için, önce ölmeyi tercih etmenin tariflere gelmez dersini vermişlerdir geride kalanlara.
NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin 180.Sayısında( Mayıs 2014) Yayımlanmıştır.