Suriye’de olaylar patlak verdiğinden bugüne değin kafası karışık kesimlerin başında İslamcılar geliyor. Özellikle siyasete bulaşmış İslamcıların bir kısmı AK Parti’ye muhalefet uğruna Suriye gerçeklerini ve doğrularını söylerken o kadar kamplaştırıcı ve suçlayıcı bir dil kullanıyorlar ki bu kendilerinde var olan doğruları ifade hakkını ve inandırıcılığın üzerini örtüyor.
Bugün Suriye’de çarpışan muhaliflere “Terörist” damgası vuranların Afganistan’da, Somali’de vb yerlerde batının “Terörist” damgası vurması ile aynı parelere düşmek sanırım Türkiye’deki bir kısım İslamcıya nasip oluyor
İslamcı olduğunu söyleyen ama aslında mezhepsel eğilimler içerisine giren bazı köşe yazarları da özellikle gerek Ahmet Davutoğlu’na olan kızgınlıkları gerekse de “hükümet bizi niye adam yerine koymuyor” savından hareketle yıllarca yan yana durdukları Davutoğlu üzerinden hükümete vurmaya çalışıyorlar. Bunlar genellikle Davutoğlu’nu açıkça hedef tahtasına koyamadıkları için bir sürü uyduruk kavramla muhalefet yapmaya çalışıyorlar ve buda yetmemiş gibi kendi ürettikleri argümanlarla yeni bir söylem başlatıyorlar. Toplumda hiçbir karşılığı olmayan bu meslektaşlarımız ne yazık ki hala eski mahalleden olmanın kaymağını yiyorlar
Türkiye’de yıllarca kendilerinin söyleyemediklerini liberallere söyleten ama söylemlerin alanı ve etkisi azalınca biz nerede yanlış yaptık yerine sürekli olarak başkalarını karalayan yeni bir İslamcı aydın türünü ortaya çıkardı. Bunlardan bir kısmı geçmişin romantizmden ve ideolojik saplantısından kurtulamadığı gibi dünyayı 1980’lerdeki gibi okumaya çalışıyor. Bu bakış açısı ne yazık ki gündelik meseleleri yorumlarken “Biz biliriz, bunlar daha dünkü çocuk nereden bilecekler, bizim yanımızda yetiştiler, biz alanlardayken onlara arkada duruyorlardı” gibi söylemlerle kendi egolarını tatmin etmekten öteye gitmiyor. Onlar mahalleye geldiklerinde herkesin önlerinde el pençe durmasını istedikleri gibi kendi fikirlerinin üzerine yeni bir fikir söylenmesini de istemiyorlar.
Türkiye’de bir İslamcı grubu kendi egosunu tatmin etmeye çalışırken bir diğeri de sürekli olarak muhalefette kalmayı meziyet sanıyor ve sanki Allah onu muhalefet etsin diye her şeye muhalefet etmekle güne başlıyor ve bunun üzerinde kendisine bir derinlik katmaya çalışıyor. Bu tipler genelde koltuklarının altında sürekli bir kitap ve ya gazete ile gezerler yada çantalarında çok ağır felsefi kitaplar taşıyarak ne kadar derin işlerle uğraştıklarını anlatmaya çalışırlar. Bir sohbet ortamında hemen o kitapları masaya koyarlar ve onun üzerinden “Siz ne konuşuyorsunuz, biz yüzeysel değil, işin derinliğindeyiz” diyerek kimsenin anlamayacağı cümleler kurarlar ve sürekli olarak da anlaşılamadıklarını ifade ederler. Bu insanlar bir güne bir gün çıkıp acaba ben nerede hata yapıyorum diye sormazlar. Bu tiplerin bir de aşağılık kompleksi vardır onun için karşı mahalleden bir toplantıya çağrıldıklarında vaktinde giderler, kendi mahallelerinde kendilerine her türlü hizmeti ve ikramı gösterenler toplantıya çağırdıklarında bilerek geç giderek “Değerlerini artırma”ya çalışırlar. Bunlar o kadar farklı kavramlar kullanırlar ki solcuların yanında Devrimci İslamcı, Kemalistlerin yanında Dindar Kemalist, devlet yanında Sistemin bekçisi, Milliyetçilerin yanında ise Türk İslamcı olup çıkarlar, biz bunlara Rüzgar İslamcısı diyoruz.
Bir diğer İslamcı grubu da nasıl olsa AK Parti iktidar oldu bu nedenle bu iktidar döneminde yanlış bir şey yapılmaz, biz Tayyip Beyi de, kadronun büyük bir kısmını da tanıyoruz diyerek oluşturulan bütün resmi politikalara teslim olmuş durumundalar. Elbette AK Parti’nin Türkiye için yaptıklarını kimse inkar edemez, elbette AK Parti kadrolarının Başbakan başta olmak üzere üstlendiği riskleri kimse görmezden gelemez, elbette özgürlükler alanında yapılanları kimse küçümseyemez. Benim söylediğim bunlar değil zaten bunları söyleyebilmek için AK Parti’nin her iki kişiden birinin oyunu almaması gerekiyor, dolayısıyla ben AK Parti kurumsallığından değil daha bir üst perdeden İslamcıların bir kısmının sistemle entegrasyonundan bahsediyorum.
Bir olay karşısında devlet aklının yaptığını kabul etmek ayrı bir şeydir, Başbakan Erdoğan’ın hükûmeti yönetmesinden dolayı devlet içerisinde yapılan her uygulamaya kayıtsız tabi olmak ayrı bir şeydir, “Bir saniye kardeşim bu böyle değil” demek, “İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak” başka bir şeydir, “Hükümet yanlış yapmaz” demek ayrı bir şeydir. Bu bakımdan Türkiye’de ne yazık ki dindar kesimin bir kısmı özellikle cemaat ve vakıflar bu anlamda devletleştiler ve her meseleye de böyle bakıyorlar. Bunlar AK Parti’nin iktidarda olmasından kaynaklı özgürlükleri daha çok zenginleşme aracı olarak, bürokrasiye adam yerleştirme, kendi cemaat mensubuna daha fazla yer açma olarak algıladılar ve bu edenle de farkında olmadan devletleştiler. Burada yapılması gereken bu özgürlük ortamını kullanarak daha çok genç yetiştirme, daha fazla okul, daha fazla eğitime katkı, daha fazla bir entelektüel kurumlar oluşturma olmalıyken, kurumsal değişimlerin önü açılmalıyken bir kuruma kendi adamlarını atayınca kurumların değiştiğini zannettiler ve açık söyleyeyim bu körlük ve devletleşme İslamcıların gelecekteki en büyük günahlarından biri olacak. Vasiyet olarak eskiden kitap bırakan ağabeylerimiz şimdi artık araba, kat, iş bitirici dost bırakmaya çalışıyorlar…
Bir diğer İslamcı ve en çok çile çekeni de bir yere aidiyet duygusu beslemeyip, hakikaten ön yargılarından arınan, dünyayı okumaya çalışan, toz gibi mütevazi olan İslamcılarımız ki, onlar geçmişte de ümmet diyordu bugün de hala ümmet diyorlar. Onlar geçmişte de yanlış bulduklarını eleştiriyorlardı bugün de eleştiriyorlar, onlar geçmişte de “İyi adamdır hoştur, doğruları söyler ama aksidir, itaatkar değildir” suçlamasına maruz kalırdı şimdi de. Bu tip İslamcılar çok zengin olmazlar, açlıktan da ölmezler, milyon dolarlık kurumları yönetseler de hala içlerinde o yurt köşelerinin, duvarlara astıkları afişlerin, saatlerce bekledikleri konferansların anıları üzerin çocukluklarını ve çilelerini anlatırlar. Bunlar ne İsa’ya ne Musa’ya yararlar. Bu İslamcılar meseleye önce insani sonra siyasi bakarlar, olayları siyasiler ve diğer İslamcı ağabeyleri gibi çok yorumlamazlar, hemen geçmişin örnekliğine bakarlar. Bu bakımdan bu İslamcılar bir devrin değil her devrin adamı olurlar.
Siz Suriye meselesini size anlatan İslamcının hangi kategoriye girdiğine bakın, sonra dinleyin… Anlattığı hak olan mı, insani mi, vicdani mi yoksa kızgınlık üzerine kendi egosunu ve haklılığını tatmin mi?
Haksızlık kimden kime karşı gelirse karşı çıkanlara selam olsun.
TIMETURK / Nevzat Çiçek