Tevhid önderleri ve insanlığın biricik rehberleri olan, Yüce Rabbimizin seçip de tüm insanlığa gönderdiği peygamberlerden birisi de Hz. Musa Aleyhisselam’dır. Tarihe göz atıldığında, peygamberlerin gönderiliş sebeplerinin; bozgunculuğu, zulmü ve fesadı ortadan kaldırıp onların yerine düzeni, adaleti ve huzuru hâkim kılıp Rabbi hoşnut etmek olduğu görülecektir.
Nasıl ki, Hz. Lut sapık kavmiyle, Hz. Nuh söz dinlemez insanlarla, Hz. Yunus tebliğ kabul etmez toplulukla, Hz. Şuayb ölçü ve tartıda haksızlık yapan Medyen ve Eyke halkıyla, Hz. İbrahim başta babasıyla, insanları saptıran ve ilahlıkta bulunan Nemrut ve adamlarıyla yaptıkları mücadeleler gibi, Musa Aleyhisselam da kendi devrindeki despot, zalim ve tağut hükümdar Firavunla mücadele içindeydi. Onu ve ona tabi olanları yola getirme çabasındaydı.
Firavun, asrının gerçekten en büyük zalimi ve akılsızıydı. Ona güzel söz ve öğütle yaklaşan Allah elçisi Musa Aleyhisselam’ı dinlemeyip nefsine ve dünyalıklara güvenip âlemlerin, tüm insanların ve kendinin Rabbi olan şanı yüce Allah’a asi oluyordu.
Firavun’un asiliği, “Ben yaratıcıyım, ben insanlara göz, kulak ve beden verip onlara ruh bağışlayanım” şeklinde değildi. O da biliyordu ki, bunların hepsi Allah’ın iradesince gelişmekte/oluşmaktadır. Ama onun isyankârlığı, Rabbanî kanunları kendi hevasına göre kullanması, icra etmesi ve bu kendince çıkarımlarının en doğru değer ve ölçüymüş gibi insanlara zorla kabul ettirmeye çalışmasındandı.
Kitab-ı Kerim’e baktığımızda, hakkında en çok ayet olan peygamberin Musa Aleyhisselam olduğunu görürüz. Bu da, Musa Aleyhisselam’ın hayatının ne kadar değerli ve ibretamiz olduğunu bize anlatır. Onun hayatı çok değerli öğütler ve ibret alınması gereken gerçekler içermektedir. Onun yaşadıkları, sadece iki insanın çarpışması/savaşım vermesi değil; iki dünyanın, iki dinin, iki yeryüzü hâkimiyetinin mücadelesidir. Çünkü Musa Aleyhisselam, Hakk yanında adalet ve tevhid yanında/yolunda; Firavun ise, batıl, zulüm ve şirk yolunda/yanındadır. İkisi de kendi inanışlarının yeryüzüne hükmetmesi telaşesinde, çabasındadırlar. İşte bu nokta, iki tarafın taşıdığı yükün basite alınıp iki lafla geçilecek bir mevzu olmadığının işaretidir.
Firavun, o kadar güçlü, o kadar saltanat sahibi olduğu halde, kendi düşmanını, kendi hükümranlığını yerle bir edecek olan insanı; yine kendi sarayında, kendi içinde büyütüp beslediğinden habersiz olarak yaşamıştı. Bu olay, Rabbimizin kudretinin her şeyden üstün olduğunun ispatına örneklik teşkil eder.
Rabbimiz, Musa Aleyhisselam’ı kardeşi Harun Aleyhisselam ile tebliğ için Firavuna gönderdiğinde, ona güzel sözle gitmesini, yumuşak davranmasını istemektedir. Çünkü sonuçta o, bir insandır. Zalim de olsa, despot da olsa belki güzel söz ve öğütlerle yola gelebilir, hidayet yoluna ulaşabilirdi. Ama Rabbimiz, burada Firavun’un iman etmeyeceğini biliyordu. İşte bu söz, bütün ‘Müslümanım’ diyenlere, İslam’ı davet etmek gibi bir sıkıntıya/kaygıya/derde sahip insanlara, esasen “anlayın, kavrayın ve ağlayın” demekte.
Musa Aleyhisselam ve kardeşi Harun Aleyhisselam, Firavun’a tebliğe gittiklerinde, Firavun onlara sertçe müdahale edip getirdikleri ve sundukları mesaja inanmamış ve Musa Aleyhisselam’ın peygamberliğinin göstergesini istemişti. Musa Aleyhisselam da bunun üzerine Allahu Teâlâ’nın izni ve emriyle asasını yere atmış ve asanın yılan suretine dönüşünü; elini koynuna sokup çıkararak avucunun parlak bir ay haline gelmesini küfrî gözlere, yola gelmez ruhlara göstermişti. Bunun üzerine Musa Aleyhisselam’ı sihirbazlıkla yaftalayan Firavun, Musa Aleyhisselam’ın sihirbazlarıyla yarışması teklifinde bulunmuştu. Daha sonra sihirbazlarla karşılaşma zamanı geldiğinde, Musa Aleyhisselam’ın göstermiş oldukları karşısında akıllarını ve ruhlarını harekete geçiren sihirbazlar, hemen iman edip secdeye kapanmışlardı. Firavun da bu uğursuz(!) gelişme üzerine sihirbazlara: “Benden izinsiz Musa’nın Rabbine inanırsınız ha! Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim!” diye tehditler savurmuştu. Burada sihirbazların tavırları çok ilginçtir. Musa Aleyhisselam’ın mucizeleri karşısında, hemen imana teslim oluyorlar, iman yolunu tercih etmişlerdi. Çünkü bu olayın sihirbazlıktan öte, çok yüce bir Yapıcının/Yaratıcının iradesi dâhilinde gelişen vakıa olduğunun farkına varmışlardı. Ve bizlere şöyle bir miras bırakıyorlar: İnsanların hidayet bulması için kendimizi yıpratmamıza hacet yok. Samimi adımlarla ve sahih sözlerle yola çıkıldığı vakit, Rabbimiz adımlarımızı bereketlendirecek ve bizlere ummadığımız yerlerden nimetler bahşedecektir. Ki, en büyük nimet, bir insanın aslına dönmesi, yani Rabbine iman etmesidir.
Ve artık Musa Aleyhisselam için Firavun yurdu, yaşanılmaz olur. Rab’lerinden izin çıkar ve Kızıldeniz’e yürürler. Firavun’un zulmüne dayanamayıp Rabbinin izniyle Kızıldeniz’den geçen Musa Aleyhisselam ve yarenleri, geride, denizde boğulan Firavun ve adamlarını bırakmışlardı. Firavun son nefesinde “iman ettim” dediyse de bu, ondan kabul edilmemişti.
Zalim Firavundan kurtulan Musa Aleyhisselam’ın yarenleri, bu defa, ayrı bir taşkınlık, ayrı bir zulmet üretmeye başladılar. Samirî adındaki bir sapık, bir heykel yaparak “İşte, sizin ve Musa’nın Rabbi budur” diyerek inananları, inandıkları ve uğruna çapa sarf ettikleri yoldan saptırmaya çabalamıştı. Musa Aleyhisselam Firavundan sonra, ayrıca bu sapıklığa yönelen kavmiyle uğraşım göstermiş ve muzaffer de olmuştur biiznillah.
Musa Aleyhisselam dediğimiz, tarihin Tevhid Akidesinin ve Tevhid Yolunun ender elçi/önderlerinden o büyük mücadele sahibi insan, bütün hayatı boyunca Rabbinin yüceliğini, tevhidi, adaleti hâkim kılıp bütün insanlığı bu yüce değerler sistemine, İslam’a çağrı çağırmıştı. Bu zaman zarfı içerisinde birçok zorluklar, meşakkatler, sıkıntılar ve olmazlıklar görmüş; hatta memleketinden bile çıkarılmıştır. Ama o tarihten bu yana gelen gerçek ve sönmez vaad, galibiyetin, Rableri yolunda olanlara ait olduğunu haykırmaktaydı.
Musa Aleyhisselam’ın hayat serüveninden hissemize düşen çok ibretlikler var. Ondan bize miras kalanlar; cesaret, sabır, metanet, direnç, tatlı dil, her vakit dua, ne pahasına olursa olsun zalim kral ve sultana/sultanlara karşı hakkı ve hakikati gereğince haykırmak,
Rabbe dayanıldığı, güvenildiği ve tam anlamıyla sığınıldığı vakit, Onun şüphe içermeksizin yardımını göndereceğiydi.
Bu ulvi halleri, ahvallerine perçinleyenlerin muzaffer olacakları, Rahman ve Rahim olan Allah Azze ve Celle’nin vaadidir. Ne mutlu Musa’ca kalanlara…
Aziz ve kerim kitabımız Kur’an’da, Musa Peygamber’den çokça bahis açılmasının yanı sıra, muhtevasına onu konuk eden çokça da eserler verilmiştir sonraki zamanlarda. Onu daha yakından tanımanın yolu, o eserlere doğru hareket etmekten geçer.
Sözlerimizi, sözlerin en kutlusundan bir ayetle sonlandıralım ve Musa(a.s) olmanın yollarına bakalım inşallah: “Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle davet et; gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette, yolundan sapanları en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pek iyi bilir.” (Nahl: 125)
NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin 180.Sayısında( Mayıs 2014) Yayımlanmıştır.