Hani argoda bir deyim var; ‘bu iş bizi bozar’ diye. Galiba Siyasal İslam olgusu bizi bozdu. Kabahat İslam’ın siyasi anlayışı ve bu anlayışın Hz. Peygamber (a.s) tarafından uygulanmasında değil elbette. İslam’ı bir bütün olarak kabullenemeyiş, kabullenilse de bir kısım umdelerini ihya, bir kısmını ihmal ve imhal ile bazılarını da yok saymamız sonucu geldiğimiz nokta işte gözler önünde.
Kur’an: ‘Kalpler ancak Allah’ın zikri ile tatmine ulaşır’ (13/28) buyuruyor. Kur’an’ı, zikri, şükrü, sabrı, tevekkülü, abd olmayı bilmeden Siyasal İslam adına başkalarının değil, kendi insanının bulunduğu ve karşı cephe olarak adlandırdıkları insanlarla savaşmak için koşan, koşuşturan insanlar, gençler ne yaptıklarının farkındalar mı acaba?
Ruslar Afganistan’ı Aralık 1979’da işgal ettiler. On yıllık bir işgal süresince bütün dünya Müslümanları bu işgale karşı direndi, malı ile canı ile karşı koydu. Afgan cihadı, dünya Müslümanlarında sömürge ve ulus devlet uygulamaları ardından yeni bir ruh, yeni bir mücadele azmi oluşturdu. Bunun en somut örneklerini Bosna’da, Çeçenistan’da gördük, yaşadık. Afgan cihadının devamı olarak Bosna’da ve Çeçenistan’da destansı mücadeleler verildi. Şehitler kervanı oluştu. Sadece Bosna’daki Travnik Merkez Camii’nin avlusundaki mezarlığa bakmak bunu ifade için yeter sanıyorum, gidenleriniz görmüştür, Türkiye’den Selami Yurdan kardeşimizin de yattığı cami avlusunda dünyanın her yerinden her ırktan şehitlerimiz yan yana yatıyorlar. Onların o samimi mücadeleleri ve seve seve canlarını feda edişleridir ki, Osmanlı sonrası Balkanlara, Bosna’ya yeni bir ufuk kazandırdı. –amma da ufuk kazandırdı- diyenleriniz olabilir. Ama unutmayınız ki o toplum daha önce sadece ismen Müslüman idi. Şimdi tefekkür, kavramlarla tanışma ve barışma sürecini yakalamaya çalışıyor. İslam’ın kavramlarını tanımayan insanların İslam adına verecekleri ne olabilir ki?
Aliya İzzetbegoviç gibi bir önder, toplumuna nefes aldırmak, toplumunun İslam’ı, İslami kavramları yeniden algılamalarını temin etmek için ciddi ölçüde acziyet ifade eden, Amerika’nın dayattığı DAYTON Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı, imzalamasa ne olacaktı? Belki de Suudi menşeli, selefi-vehhabi anlayışına sahip ve kendilerini ‘Cihadcı’ olarak tanımlayan grupların savaş alanı olmaya devam edecekti Bosna ve Balkanlar. Burada Selefiliği dışlamak, aşağılamak gibi bir niyetim yok ama kendilerini selefi olarak tanımlayanlar da bunun İmamı konumundaki İbn-i Teymiyye’yi dikkate almaları gerekmektedir. O imam ki, Allah ona rahmet etsin, bir elinde kalem; İslami yönetimi saltanat boyutuna indirgeyenlere karşı ilmen mücadele veriyor, diğer elinde kılıç, İslam beldelerini kuşatan Moğollara karşı mücadele veriyor. Moğollar Gazan Han komutasında bir ordu ile Şam’ı kuşattıklarında, İbn-i Teymiyye kılıcı kuşanıyor ve Şam’ın yönetimini bizzat üstlenerek Moğollara karşı savaşıyor. O günde, ŞAM’da Halep’te, Hama’da, Lazkiye’de, Tartus’ta Nusayriler, Hıristiyanlar var. Ama imam, kılıcını ülkesini istila etmek isteyen Moğollara karşı kullanıyor. Kalemini ise İslam’ı ifsad etmek isteyen, İslami kavramları aidiyetinden uzaklaştırmak isteyenlere karşı kullanıyor. Allah aşkına birisi bana şunu izah etsin; Suudi’ler; Kilise ve Ezher önderlerinin de aralarında bulunduğu, Sisi’nin Mursi’ye ültimatom verdiği toplantıya ve Sisi darbesine niçin destek verdi? Sakın Allah rızası için demeyin. Zira Allah neden razı olacağını bildirmiş, Hz. Peygamber de onu yaşayarak göstermiştir. Suudilerin desteklediği Selefi Nur Partisi ve mensupları, hangi Selefi anlayışla Sisi ve darbesine destek verdi? Şunu demek istiyorum; kimse bana Afganistan’da, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da olup-bitenleri ya da devam edenleri Amerika’nın, Batı’nın, Siyonizm’in oyunu olarak göstermesin. Elbette bu saydıklarımın önemli ölçüde rolü var. Ama bu konuda Kur’an’ın da bir ikazı var: ‘Siz doğru yol üzerinde iseniz sapıtanlar size zarar veremezler.’(5/105) Müslümanlar, başkalarından zarar görüyor iseler, öncelikle Kur’an aynasında kendilerini kontrolden geçirmelidirler.
Selefiler, İbn-i Teymiyye’yi örnek aldıklarını söylerler. Alâkası yok. Zira İbn-i Teymiyye hiçbir zaman için Müslüman kanı dökmedi ve Müslüman kanının da dökülmesine fetva vermedi. Rusların Afganistan’ı terkinden sonra on binlerce Müslüman Afgan kanı aktı-akıtıldı. Bu akan kanların hepsini Amerikan askerleri ya da onların müttefikleri akıtmadı. Ben de Müslümanlardanım diyen ama İslam’ın kavramlarından, kurallarından haberdar olmayan ya da haberdar olsa da o haberler işine gelmeyenler tarafından akıtıldı ve akıtılmaya da devam ediyor. O güzelim çeçen direnişçileri; sivil, çocuk, kadın vs. insanları ve en önemlisi de tiyatro baskını ile onlarca insanın ölümüne sevk edenler kimlerdi? Irak’ta 20 Mart 2003’den bu yana bir milyondan fazla insan öldürüldü. Her gün bombalı saldırı ve katliam haberleri almaya devam ediyoruz. Keza Suriye aynı şekilde, Pakistan öyle. Neden? Bunların nedenini sormayalım mı, tahlilini yapmayalım mı, o güzelim İslami kavramları, cihad gibi, insanın aklı ile vahyin arasına giren engelleri kaldırma esası olan ‘cihad’ kavramını katillikle eş anlamlı kullanan kimselere karşı ‘elinize sağlık’ mı diyelim?!
Osmanlı sonrası Türkiye başta olmak üzere neredeyse tüm İslam coğrafyasında İslam ile taban tabana zıt anlayış, kavram ve uygulamalar öne çıktı. Türkiye, İran, Mısır, Tunus bunların önde gelenleridir. Demokrasi o gün de vardı. Ama Batı, tıpkı bugün olduğu gibi İslam dünyası için demokrasiyi uygun görmedi. Mısır’a ya da İran’a gelecek bir demokrasi ne Batı’nın ne de despot anlayışları uygulamaları önceleyen doğunun işine gelir. Mısır’da Mursi 2012 Temmuz’unda Cumhurbaşkanı seçildiğinde Dubai polis şefi Dahi Halfan Mursi’nin seçilmesinin ‘kötü bir işaret’ olduğu ve yeni Cumhurbaşkanı’nın BAE’de hoş karşılanmayacağı şeklindeki tweet’i Mısır’da fırtına koparmıştı. Ama beyhude bir fırtına. Zira Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli idi. Tunus’ta, Mısır’da ve diğer İslam coğrafyalarında hangi itikadi, ibadi, siyasi kültürel ve kavramsal altyapı oluştu ki, Siyasi İslam ya da İslami iktidar oluşsun ve korunsun…
Sosyal hayatı biçimlendirmesi ve yönetmesi düşünülen İslam için vazgeçilmez iki önemli gereklilik vardır. Bunlardan ilki toplum önderlerinin âlimlerin haydi kerhen de olsa din adamlarının diyelim, İslam’a ve İslami kavramlara vakıf olmaları gerekir. Vakıf oldukları bu kavramları ibadi ve ahlaki hayatlarına tam olarak uygulamaları siyasi ve sosyal kavramları da tıpkı Hz Peygamberin (as) hayatında olduğu gibi kronolojik olarak uygulamalıdırlar. Yani kısaca siyasi sünnete uyum sağlamalıdırlar. İslam’ın egemen olmadığı fakat Müslümanların iktidarda olduğu yerlerde de olsa Allah hiçbir Müslüman’a bir diğerini cezalandırma, öldürme yetkisi vermemiştir. Böyle bir yetkinin kendilerinde var olduğuna inananlar ve gereğini yerine getirenler; bir taraftan arzı ifsad ederken, diğer yandan ebedi âlemlerini de tehlikeye atmaktadırlar. Dini bu şekilde anlayan ve yorumlayanlar, bu yönde fetva verenler, toplumu, gençliği bu türden eyleme sevk eden, onları birer intihar bombacısı haline getirenler dini farklı yorumlamayı suç kabul ederek karşı tarafın katlini gerekli görenler müthiş bir yanılgı ve bilinçsizlik içerisindedirler. Bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Hz. Peygamber (as.) Mekke’de aleni tebliğ dönemi ile birlikte gerek kendisi ve gerekse kendisine yakın olan Yasir ve Füheyre ailesi gibi aileler Mekke müşriklerinin dayanılmaz işkence ve eziyetlerine maruz kalıyorlardı. İslam ve onun uygulayıcısı Hz. Peygamber bu durum karşısında bile misilleme izni vermedi. Aynı Peygamber (as.) Medine’de, kendisini şiir yoluyla hicvettiği gerekçesi ile Kab b. Eşref’in öldürülmesine hükmetti. Ne adına? İslam’ın kendisine verdiği otoritenin başı olma yetkisiyle ve ifsadı önlemek için…
Evet, İslam adına söz söyleyen âlimler, toplum önderleri önce İslami kavramlarla Allah’ın ve Resulünün istediği biçimde tanışın onları hayatınıza hâkim kılın ve ondan sonra siyasal İslam ya da İslami yönetimden bahsedelim. Adları sık sık haberlere konu olan Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Lübnan vs. yerlerde İslami gençliği siyasal İslam adına cepheye süren ve kardeş kanının ya da Müslüman olmasa dahi sair insanların kanlarının akıtılmasına fetva verenler, sizler bu fetvalarınızla sorunlu ve sorumlusunuz. Bunu bilin olmaz mı!
Diğer yandan İslam coğrafyasında meydana gelen habbe düzeyindeki olayları kubbe düzeyine çıkararak gençliği gaza getirenler, sizler de lütfen sorumlu davranın. Despot yönetimlere haklı bir başkaldırı olduğuna inandığım/inandığımız ‘Arap Baharı’nı İslami bir inkilab olarak gören, göstermek isteyen kardeşlerimiz; her iki dünyamız açısından sorumlu davranalım, sorunlu davranmayalım. Ortaya koyacağımız yanlış anlayışları belki belirli bir birikim ve deneyimi olanlar zamanla tolere edebilirler ama o gazla cephelere koşan ya da yaşadığı toplumda dosttan çok düşman arayan gençler ne yapsın? Unutmayın/unutmayalım bizler, İslam coğrafyası sakinleri yani Müslümanlar, İslam’ın egemen olmadığı toplumlarda, yönetimlerde yetişenler bizlerin İslami kavram olarak kabul ettiklerimiz birçok kavram; Milliyetçilik, Kavmiyetçilik, Bölgecilik kirleri ile kirlenmiştir. Aynı zamanda aydınlanma çağının ve onun devamının getirdiği kültürel kirlilikte cabası. Demokrasi, Laiklik, Cumhuriyetçilik, Sekülerizm ve daha birçok sosyal ve siyasal kavramlar neredeyse İslami kavramlarla iç içe geçmiştir. İslam âlimlerinin, düşünürlerinin, toplum önderlerinin yapacakları en önemli iş, yeniden İslami kavramları kirlilikten temizlemek ve Kur’an’ın ve Sünnet’in çizgisinde yeniden yorumlamak olmalıdır. Bir başka ifadeyle bizler Müslümanlar başkalarının dayattığı bir dil ile dinimizi tanıdık, geliniz hep birlikte ‘Din Dili’ni yeniden ‘ihya’ edelim.
Sosyal hayatı biçimlendirmesi ve yönetmesi düşünülen İslam için iki önemli gereklilikten bahsetmiştik. Bunlardan birincisi olarak toplum önderleri ve âlimlerin yapmaları gerekenlerin altını çizdik. İkincisi ve en az birincisi kadar önemli olanı ise gençler ve gençlik. Özellikle sömürge sonrası ulus devlet aşamasında gençler birer canlı varlık olarak değil, adeta düşmana atılan bir bomba, mayın, işaret fişeği gibi kullanıldı ve halen de kullanılmaya devam ediliyor. Oysa gençlerin görevi bu değil. İtaat güzeldir, gençlere itaat tavsiyesi de güzeldir. Ancak itaati tavsiye edenlerle itaate sevk edilenlere sormak lazım; itaat kavramından ne anlıyorlar ya da İslam’ın itaat kavramına yüklediği anlamın farkındalar mı? Günümüz gençliği ve onları yönlendirmeye çalışan bireysel ve örgütsel yapılanmaları dikkate aldığımızda hemen hemen birçok kavramda olduğu gibi itaat kavramı da bilinmiyor. Oysa çok basit bir şekilde ifade edersek hepimizin zaman zaman duyduğu, bildiği; masiyette itaatin olmayacağıdır. Yani Allah’ın onayını almayan bir anlayış, inanış ve davranış emri kimden gelirse gelsin itaati hak etmez ya da Kur’an deyimiyle Allah’ın koyduğu sınırları aşanlara itaat gerekmez.(26/151, 33/64–68) Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım ve düşünelim, Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye vb. de gençleri intihar etmeye ve katliama sevk eden ya da siyasal İslam uğruna gençliği meydanlara sürenler ve bu emre itaat eden gençler, bu hareketlerinizle Allah’ı razı edeceğinizi mi sanıyorsunuz?
Elbette gençlik önemli. Ama bilinçli gençlik, siyasal İslam için değil, onu önceleyerek değil, İslam’ı anlamak, iman etmek ve amel etmek için İslami kavramlara, din diline öncelik veren ve siyasal bir İslam’ın bunun bir devamı olduğunu/olacağına önem veren bir gençliğe ihtiyacımız var. Gassal’ın önündeki meyyit gibi her söylenene itaat eden değil, söylenenleri Kur’an aynasına, Hz. Peygamberin pratiğinde sorgulayan bir gençliğe ihtiyacımız var. Ve gençlere hükmedenler, Allah’tan korkun, gençlere acıyın, onları Kur’an diliyle, din diliyle tanıştırın. Önceliğiniz siyasal İslam değil, Kavramsal İslam olsun.(01.10.2013)
NOT: Bu yazı Genç Birikim dergisinin 173.sayısında (Ekim-2013) yayımlanmıştır.