“Merhaba, ölüme merhaba
Uzunca bir ayrılıktan sonra
Gelip kapıyı çalan ziyaretçiye merhaba
Şevkle gelen sevgiliye merhaba.”
Muaz Bin Cebel
Şehide ve şehadete Rabbimizin verdiği önemden dolayı bu kavramları kavrayabilmiş, sindirebilmiş Müslümanlar, şehidlik arzusuyla kıvranıp dururlar. Bunlar, şehadeti önce benliklerinde, sonra da bedenlerinde yaşarlar. Bunlar için şehadet, sorumluluklardan kaçmak değil, bilakis sorumluluk almaktır. Bu Müslümanlar, şehidliği infakın en üst merhalesi olarak görürler. Candan önce verilmesi gerekenlerin son haddine kadar verilmesinden sonra, verecek bir tek canları kaldığında, onu da hiç tereddüt etmeden Allah yolunda vermenin en büyük infak olduğunun bilincindedirler. Diğer bir ifadeyle bunlar nazarında iyiliğe ermenin infakıdır ‘şehidlik’.
Fakat bu kavramları (şehid-şehadet) tam anlamıyla kavrayamamış bazı günümüz Müslümanları, yardan geçmeden serden geçmek istiyorlar ki, bunun adı şehadetten daha çok kaçışa benziyor. Örneğin: “Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık.” (Bakara, 143) buyrulmaktadır. Bu ayete göre öncelikle insanlığa örneklik ve şahidlik görevimizi icra etmek durumundayız. Asr Sûresine göre, salih amel yapmamız, Hakkı ve sabrı tavsiye etmemiz gerekir. Daha başka ayet ve hadislere göre, iyiliği emretmek kötülükten men etmek, güzel ahlak sahibi olmak, ilim öğrenmek, camiye, namaza, cemaate devam etmek vb. durumundayız. Bu ameller, kişiye şehidlik yollarını açan ameller olmakla beraber, bir Müslüman için olmazsa olmaz hususlardır. Hal böyleyken zamanımızda, bu amelleri yaşantılarında göremediğimiz kişilerle çokça karşılaşmaktayız. Bunlar, insanlara ‘şahid olmadan’ şehid olmak istiyorlar. İbadetten yoksun yaşantılarıyla, ibadetin zirvesi olan şehadeti arzuluyorlar. Aslolan kişinin önce kendi nefsiyle cihad etmesi, kendi nefsini yenip gerçek mücahid olduktan sonra düşmana karşı savaşmasıdır.
Normal şartlarda izlenmesi gereken metod, budur. Bu metod izlenmediği takdirde, kişi sabretmeyi, sebat etmeyi bu ibadetlerle talim etmediğinde, cihad meydanında başarılı olması, zorluklara göğüs germesi, sabırlı ve sebatkâr olması zor olacaktır. Cihad meydanına tez elden şehid olmak için çıkılmaz. Cihadın bir gayesi, bir hedefi vardır. En başta, “Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar cihad etmek gerekir.” Bununla beraber şehidlik, nasip işidir. Rabbimizin bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Yüze yakın savaşa katılan, vücudunda neredeyse ok ve mızrak izinin olmadığı yer kalmayan, fakat yine de şehid olamayan, cihad meydanlarında değil de evinde vefat eden Halid bin Velid’i unutmamak gerekir.
Maalesef şehid ve şehadet kavramlarının da zamanımızda içinin boşaltıldığına, anlamının saptırıldığına, tam olarak anlaşılmadığına şahidlik ediyoruz. Sanki bu kavramlara, bazı kişilerce ihlâs ve samimiyetten daha ziyade pragmatistçe yaklaşılmakta. Şehidlik = cennet, cennet = huriler gibi bir telakki var bunların zihinlerinde. Belki ağır olabilir ama vakıayı ifade etme açısından söylemek gerekirse bu durum, “ucuz cennet anlayışı”dır. Şehidlerin yaşantısı gibi bir yaşam, mücadelesi gibi bir mücadele, heyecanları gibi bir heyecan, infakları gibi bir infak ortaya koymadan şehid olmak istemek, başka nasıl ifade edilir şahsen ben bilmiyorum. Şehidliği arzu etme meselesi Hak’tır. Fakat bu arzu, malumunuzdur ki hiçbir şey yapmadan, oturduğu yerden arzu etme meselesi değildir.
Şehadet, bir mekteptir. Bu mektebin üstadları ise şehidlerdir. Şehidler, hem yaşarken hem de ölürken insanlığa örnek olurlar. Bunun sayılamayacak kadar örneği vardır. Bu örneklerden sadece biri olan, fakat zamanımızda en çok ihtiyaç duyduğumuz kardeşliği bizlere öğretmesi açısından Yermük Savaşı sonrasındaki şu dersi hatırlamamız gerekiyor:
Ashab-ı Kirâm’ın ileri gelenlerinden Hazret-i Huzeyfe anlatıyor: “Yermuk Savaşı’nda idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de güç belâ kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum; fakat ne çâre, bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, kaş göz işaretleriyle bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek:
— Su istiyor musun, dedim.
Belli ki istiyordu, çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile de ‘Çabuk, hâlimi görmüyor musun?’ der gibi bana bakıyordu. Kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken biraz ötedeki yaralıların arasındaki İkrime’nin iniltisi duyuldu:
— Su, su…
Amcamın oğlu Haris, bu feryadı duyar duymaz, kaş göz işaretiyle suyu hemen İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehidlerin aralarından koşa koşa İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime elini kırbaya uzatırken İyas’ın iniltisi duyuldu:
— Ne olur bir damla su verin! Allah rızası için bir damla su!
Bu feryadı duyan İkrime, elini hemen geri çekerek suyu İyas’a götürmemi işaret etti. Haris gibi o da içmedi. Ben, kırbayı alarak şehidlerin arasında dolaşa dolaşa İyas’a yetiştiğim zaman, kendisinin son kelimesini işitiyordum. Diyordu ki:
— İlâhî! İmân davası uğrunda canımızı feda etmekten asla çekinmedik. Artık bizden şahadet rütbesini esirgeme. Hatalarımızı affeyle!
Belli ki İyas, artık şahadet şerbeti içiyordu. Benim getirdiğim suyu gördü, fakat vakit kalmamıştı… Başladığı Kelime-i Şehadeti ancak bitirebildi. Derhal geri döndüm, koşa koşa İkrime’nin yanına geldim; kırbayı uzatırken bir de ne göreyim, İkrime de şehid olmuş. Bari dedim, suyu amcamın oğlu Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çâre ki o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim eylemişti… Hayatımda birçok hadise ile karsılaştım, fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Bunların birbirine bu derece fedakâr ve şefkatli halleri, gıpta ile baktığım en büyük iman kuvveti tezahürü olarak hafızama âdeta nakşoldu!”
Ey Rabbimiz! Bizlere yüklediğin insanlığa şahid olma misyonunu hakkıyla yerine getirmeyi, bu uğurda malımızı ve canımızı feda etmekten asla çekinmemeyi ve şehadet rütbesine yükselmeyi nasip et. Âmin…