Rukye Tedavisi ve Muska Takmak Üzerine Notlar -3-
Gündem Son Sayımız

Rukye Tedavisi ve Muska Takmak Üzerine Notlar -3-

Muhammed İMAMOĞLU

Yazı dizimizin ilk iki bölümünde ‘Rukye tedavisi’ ve ‘Muska takmak’ konuları üzerinde durmuştuk. Bu bölümde de “Nazar (göz değmesi)” kavramı üzerinde durup, nazardan korunmak için neler yapılması gerektiği konusunu işleyeceğiz. Tevfik Allah(c.c.)’dandır.

 

Nazar, Arapça bir kelime olup; “N-Z-R” kökünden gelen bir mastardır. “Bakmak, görmek, gözün algılaması, göz ile mülahaza etmek, bakış atmak, bakışlarını çevirmek, yan bakış, iltifat, itibar, niyet, beklemek, düşünmek, tasarlamak, aklından geçirmek, dikkatini vermek…”[1] gibi anlamlara gelir. Türkçeye geçerken mana değişikliğine uğramış ve “ayn=göz” kelimesi karşılığında kullanılmaya başlanmıştır.[2]

 

Yine Türkçe’de beğenilen bir şeye kıskançlıkla bakmak ve zarar verecek şekilde onu etkilemek manasında “nazar etmek (göz değmesi)”, Arapçada ise “nazra (isâbetü’l-ayn)” şeklinde kullanılır.[3]

 

Istılah manasıyla nazar şu şekilde tarif edilmektedir: “Bakma neticesi bakılan şeyin etki altına alınması, bazı insanların bakışlarında bulunduğuna inanılan zararlı gücü ifade eder.” Diğer bir tarife göre ise: “Doğuştan kendilerinde bulunan bir özellikle, bazı kimseler, bakışlarını yahut düşüncelerini, insan, hayvan veya herhangi bir eşya üzerinde yoğunlaştırarak, onları adeta manyetize edip olumsuz bir etki meydana getirirler ki, işte buna ‘nazar’ ve diğer bir değişle ‘göz değmesi’ diyoruz.”[4]

 

Nazarın sözlük ve terim anlamını açıkladıktan sonra, konuyu daha iyi anlayabilmek için, nazarın mahiyeti ve meydana gelişi ile alakalı görüşleri vererek nazarın nasıl meydana geldiğini açıklamaya çalışacağız:

 

İbn-i Kayyım el-Cevziyye nazarı, ruhun karşı bedene olan etkisi ile açıklar ve nazar hadisesinin ruhi bir olay olduğunu ifade ederek bu durumu söyle izah eder: “Şüphesiz ki Allah Teâlâ beden ve ruhlarda çeşitli güç ve tabiatlar yaratmış, birçoğuna da özellikler ve etkili şekiller vermiştir. Akıl sahibi bir kimsenin ruhun bedene olan tesirini kabul etmemesi mümkün değildir. Nazar olayında meydana gelen etki her ne kadar göze nispet edilse de gerçekte ruha aittir. Ruhların tabiatı, gücü, nitelikleri ve özellikleri birbirinden farklıdır. Haset eden karşısındakini çekemeyen, kişinin ruhu haset edilen kişiye açıkça zarar verir. Gerçekte nazarın esası budur. Çünkü haset eden nefiste habis bir oluşum meydana gelir ve haset edinilenle karsılaşarak ona etki eder.”[5]

 

Fahreddin Razi de İbn-i Kayyım gibi nazarın ruhi bir hadise olduğunu söylemekle beraber nazarın kıskançlık ve hasetten dolayı meydana gelebileceği gibi aşırı bir sevgiden dolayı da meydana gelebileceğini söylemektedir. Razi, bu durumu şöyle izah eder: “Bir kimse bir şeyin güzel olduğunu güzelliği üzere kalmasını ister ve yine bazen de, haset eden kimsenin düşmanının elindeki şeye karşı haset duyduğu zaman ki gibi onun o güzelliği üzere kalmasını istemez. Binaenaleyh, birinci durum olursa bu kimsede, bu güzel görme esnasında o güzelliğin kaybolacağına dair şiddetli bir korku meydana gelir. Şiddetli korku da, ruhun, kalbin içinde sıkışıp kalmasını iktiza eder. İşte o zaman ruh ve kalp çok ısınır. O zaman, ruh-i bâsire de, kuvvetli ve sıcak bir hal meydana gelir. İkinci durum söz konusu olduğunda bu güzel görme esnasında şiddetli bir haset ve bu nimetin düşmanın elinde olması sebebiyle de büyük bir hüzün, keder meydana gelir. Hüzün ve kederde yine ruhun kalp içinde sıkışıp kalmasına sebep olur. Bu durumda da şiddetli bir ısınma meydana gelir. İşte bu ruhun ısınması, gözler aracılığı ile karşı tarafa ulaşarak onu etkilemektedir. ”[6]

 

Günümüz âlimlerinden Said Havva da: “Nazar değmesinde insanların anlamakta zorlandığı bilinmeyen yönler vardır. Çünkü bilimsel gelişmeler her geçen gün artarak devam etmesine rağmen hâlâ insanlığın ulaşamadığı âlemler mevcuttur. Bununla birlikte her geçen gün, insanın yeni bazı özellikleri ve kabiliyetleri ortaya çıkmaktadır. Öte yandan insan, gün geçtikçe bilinmeyenler dünyasına ait pek çok şeyi anlamasını sağlayacak kâinatın gizliliklerine dair yeni yeni bazı incelikler keşfetmektedir. Örneğin, bazı ışınların özel etki yaptığına dair buluş, bir takım insanların gözlerinin diğer insanların bedenleri veya başka şeyler üzerinde özel etki yaptığı düşüncesinin, yani nazar değmesinin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.”[7] diyerek meseleye farklı bir izah getirmiştir.

 

Göz değmesi hadisesinde karsı tarafta meydana gelen etkiyi İslam âlimleri ruhi ve manevi bir etki olarak açıklarken, biyoenerji alanında araştırma yapan bilim adamları da aynı durumu negatif enerjinin karşıdaki kişiyi etkilemesi olarak izah etmektedir. Ruhun veya enerjinin karsı tarafı etkilemesi de gözler aracılığı ile olmaktadır. Çünkü bakılan şeye karşı içte oluşan haset, kıskançlık, hoşlanma ve beğenme gibi duygu ve düşüncelerin dışa yansıması gözler aracılığı ile gerçekleşmektedir.[8]

 

Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde terim anlamı itibariyle nazarın yani göz değmesinin Kur’an’da açıkça bulunmadığını görüyoruz. Bununla beraber Kur’an-ı Kerim’de nazara işaret eden dört tane ayet-i kerimenin olduğunu konuyla ilgili rivayetlerden ve değerli müfessirlerimizin tefsirlerinden öğreniyoruz:

 

 1)Yusuf Sûresi 67. ve 68. Ayetler: “(Yakub ) Dedi ki: Oğullarım, hepiniz bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, Allah katında size bir faydam olmaz. Hüküm ancak Allah’ındır. Ben, O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnız O’na tevekkül etsinler. Babalarının kendilerine emrettiği yerden girdiler. Bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı. Ancak Yakub içindeki dileği meydana çıkarmış oldu. O, şüphe yok ki, kendisine öğrettiğimiz için ilim sahibi idi. Ama insanların çoğu bitmezler.”

 

İmam Kurtûbi, bu ayetlerin tefsirinde der ki: “İbni Abbas, Dahhak ve Katade’den nakledildiği üzere, Hz.Yakub’un oğullarına tek bir kapıdan değil de farklı farklı kapılardan girmelerini emretmesi onlara nazar değecekleri endişesini taşıdığından dolayıdır. Çünkü Mısır’ın dört kapısı vardı. Oğullarının sayısı ise on birdi. Güzellikleri, boy-posları ve ahlâki yönleri takdire şayandı. Hepsinin ayrı ayrı kapılardan girmesini, bir nevi nazar isabeti için tedbir sayıyordu.”

 

Kurtûbi,  bu konuda farklı görüşleri de naklettikten sonra yukarıda naklettiğimiz görüşle ilgili olarak şunu söyler: “Ümmetin ilim adamlarının kabul ettiği görüşte budur. Ehl-i Sünnet’in mezhebi de budur. Bazı bidat ehli kesimler nazar değmeyi kabul etmemekle birlikte, sünnet ve ilim adamlarının icmaı onlara karşı bir delildir.”[9]

 

2) Kalem Sûresi 51. ve 52. Âyetler: “Doğrusu o küfredenler, Kur’an’ı işittiklerinde, az kalsın seni gözleriyle devireceklerdi ve o, mutlaka bir delidir, diyorlardı. – Hâlbuki o (Kur’an), âlemler için öğütten başka bir şey değildir.”

 

Taberî, bu ayetleri şöyle tefsir etmektedir: “Ey Muhammed kâfirler sana olan şiddetli düşmanlıklarından dolayı neredeyse gözleriyle sana nüfuz edecekler ve gayz dolu bakışlarıyla seni devireceklerdi. Rivayet edildiğine göre; bununla şunu demek istedi: Kâfirler neredeyse gözleriyle sana nazar isabet ettirecek ve seni devireceklerdi. Arab’ın şöyle demesi gibi; Falan kimse neredeyse şiddetli nazarıyla beni devirecekti. Dediler ki; Kureyşliler Rasûlullah (s.a.v.)a isabetü’l-ayn yani nazarla zarar vermeye özel bir gayret gösterdiler.”[10]

 

Fahreddin Razi de, Hasan el-Basrî’den isabet-i ayn’ın ilacının, bu ayeti okuma olduğu yönünde bir rivayet nakletmektedir.[11]

 

3) Kehf Sûresi 39. Âyet: “Bağına girdiğinde: Maşallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır, deseydin ya! Eğer malca

ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan”

 

Malı ve evladı az olan mümin bir kul ile malı ve soyunun çokluğuyla övünen kâfir birisinin tartışmalarının nakledildiği bu kıssada; Mümin olan kişi, kâfir olan arkadaşına her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu ve Allah’ın dilediği şeyin olacağını hatırlatarak onu imana çağırmakta ve sahip olduğu bahçelerin Allah’ın dilemesiyle olduğunu söylemektedir.

 

Taberi, bu manayı ifade ettikten sonra “Sen bağına girdiğin zaman “Maşallah Lâ Kuvvete İlla Billâh” demen gerekmez miydi?” ayet-i kerimesiyle ilgili olarak, bazı âlimlerin söyle dediğini aktarır: “Bir kimsenin kendi durumunu, çoluk çocuğunu ve malını beğenmesi halinde “Maşallah Lâ Kuvvete İlla Billâh” demesi gerekir.”[12]

 

4)  Felak Sûresi 5. Âyet: “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden (Allah’a sığınırım)”

 

Fahreddin Razi, Felak sûresinin 5.ayeti“Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden (Allah’a sığınırım)” ayetinin tefsirinde, “malum şeylerdendir ki hasetçi başkasında olan bir nimetin, ondan giderilip kendisine verilmesini şiddetle isteyendir. Bu ise, eğer neredeyse sadece hile ile imkân bulabiliyorsa, kesinlikle buna başvurur. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ, ondan sakınmayı ve Allah’a sığınmayı emretmiştir. Böylece, dinî ve dünyevî açıdan kendisinden sakınılan ve çekinilen her şer bu sûrenin kapsamına girer. Bu yüzden bu sûre nazil olunca, Hz. Peygamber (s.a.s) bunun inişi ile rahatladı, sevindi. Çünkü bu, peşi sıra gelen sûre ile birlikte, her şeyden sığınmayı içine almaktadır,”[13] diyerek konuyu izah etmektedir.

 

İbn-i Kayyım da : “Hasetçi nazar değenden daha geniştir. Yani her nazar değen hasetçidir ama her hasetçi nazar değdirmez. Öyleyse hasetçiden Allah’a sığınma, nazar değenden de Allah’a sığınma demektir.”[14] diyerek konuya izah getirmiştir.

 

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da şu açıklamayı yapmaktadır: “ Hased galeyan edip de hasetlendiğine karşıki ve öfke, düşmanlık kastıyla kötü nefsini yönlendirdiği vakit ki, “göz değme” denilen durum ve afet de çoğunlukla o anda olur. Onun için “haset” ile “göz değme” bir birinden ayrılmaz gibi düşünülür. O sırada haset edenin nefsi öyle bir çirkin durum alır ki o his ile fırlattığı kötü bakışların kıvılcımları, haset edileni zayıf buluverdiği takdirde bazen onu yıldırım gibi çarpar. Ve nice haset edenler ve kötü gözlüler vardır ki haset gözüyle baktıkları zaman bazı yılanların gözleriyle bakışlarındaki eza gibi ezâlandırırlar. Bu his ile harekete geçen kötü nefisler ise her hileye başvurur, ellerinden gelen her fenalığı göze alırlar. Ve onlar için haset edilenin helâkinden başka bir suretle teselli kabil olmadığından dolayı o yolda içlerini yiye yiye kendilerini de yakar helâk ederler.”[15]

 

Nazar’a işaret eden ayet-i kerimeleri ele alıp müfessirlerimizin görüşlerini kısaca aktardıktan sonra, bu bölümde nazar’ın hakikatiyle ilgili hadis kaynaklarımızda yer alan hadis-i şeriflerden bir bölümünü aktaralım[16]:

 

1) Ebû Hüreyre (r.a)den gelen bir rivayette Allah’ın Resûlü (s.a.v): “Nazar (göz değmesi) haktır”[17] buyurdu.

 

2) Hz. Aişe (r.a)den gelen bir rivayette Nebi (s.a.v) şöyle buyurdu: “Göz değmesinden Allah’a sığının. Çünkü nazar haktır (gerçektir).”[18]

 

3) İbn-i Abbas (r.a)tan gelen bir rivayette Allah’ın Rasûlü(s.a.v)  şöyle dedi:“Nazar (göz değmesi) haktır. Dağı yerinden oynatır veya insanı dağdan aşağı düşürür.”[19]

 

4) Cabir (r.a)den gelen bir rivayette Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurdu: “Allah’ın kaza ve kaderinden sonra ümmetimden ölen kimselerin çoğu nazar (göz değmesi) yoluyladır.”[20]

 

5) İbn-i Abbas (r.a), Allah Rasulünün söyle dediğini naklediyor: “Nazar haktır. Eğer kaderin önüne bir şey geçecek olsaydı, göz değmesi onu geçerdi…”[21]

 

Nazar’ın hakikatiyle ilgili ayet ve hadisleri değerlendiren Ehl-i Sünnet âlimleri, konuyu itikadî meseleler içerisinde ele almışlardır:

 

Meşhur Hanefi âlimi Aliyyu’l-Kârî, İmam Ebu Hanife’nin eseri olan “Fıkhu’l-Ekber” üzerine yazmış olduğu şerhin sonunda, dâhil edilmesi gereken (mülhikat) meselelerin olduğunu belirtir ve nazarı da bu

meseleler arasında zikrederek, “Mu’tezile’nin aksine bize göre nazar haktır”[22] demektedir.

 

İmam Nevevî de : “Ulemanın çoğunluğu bu hadisin (nazar haktır. Eğer kaderin önüne geçecek bir şey bulunsa idi, bu nazar olurdu) zahiri ile amel ederek nazar değmesinin hak olduğunu söylemişlerdir. Nazarı ancak bidat taifelerinden bazıları inkâr etmişlerdir. Onların sözlerinin yanlışlığının delili ise şudur: Bir hakikate zıt olmayan ve bir hakikati değiştirmeyen her manaya akıl cevaz verir. Böyle bir şeyin vukuunu İslam dini haber verdiği zaman inanmak vacip olur. Yalanlanması caiz değildir. Bidat taifelerinin bunu yalanlamasıyla ahirete ait meseleleri yalanlaması arasında fark var mıdır?”[23] diyerek nazar’a inanmanın Ehl-i Sünnetin ilkelerinden biri olduğunu tasrih etmiştir.

 

    NAZAR’A KARŞI KORUNMA YOLLARI

 

    Nazar’ın hak olduğunu ifade edip varlığını bizlere haber veren Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, göz değmesinden korunmanın ve kurtulmanın yollarını da göstermiştir. Peygamber Efendimiz hayatın her alanında olduğu gibi göz değmesi konusunda da bütün Müslümanlara örnek olmuş ve yol göstererek rehberlik yapmıştır. Bu nedenle sünnette göz değmesiyle ilgili olarak tavsiye edilen ve tatbik edilen tedavi yöntemleri dışında başvurulan bütün yöntemler ise bidattir.[24]

 

Rasûlullah Efendimizin nazarın tedavisiyle alakalı tavsiye ve uygulamalarını “nazar öncesi” ve “nazar sonrası” diye iki bölümde sınıflandırmak gerekir.

 

1. Nazar Öncesi Korunma Yolları:

 

a) Nazardan Korunmak İçin Dua Etmek: Ebu Said’den gelen rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), nazardan Allah’a sığınarak; “Her şeytandan, her haşarattan ve dokunan her kötü gözden Allah’a sığınırım”[25] diye dua

etmiştir. Diğer bir rivayette de Ebu Said el-Hudri, “Rasulullah (s.a.v.) cinler ve insanların nazarından Allah’a sığınırdı. Fakat Felak ve Nas sûreleri nazil olunca diğer duaları bırakarak bu ikisi ile dua etmeye başladı.” [26]naklinde bulunmuştur.

 

Yine İbn-i Abbas (r.a.)dan gelen bir hadis-i şerifte Rasûlüllah (s.a.v.), torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e nazar değmemesi için: “Allah’ın tam olan kelimeleri ile sizi her türlü öldürücü şeytandan ve değici gözden Allah’a sığındırırım,” derdi. Rasûlüllah (s.a.v.), torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e böyle dua ettikten sonra da onlara: “(Büyük) babanız, yani (İbrahim (as)) da çocukları İsmail ve İshak için böyle dua ederdi,”[27] buyurmuştur.

 

İlgili hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere pek çok konuda olduğu gibi nazarı önleme konusunda müminin en önemli silahlarından biri duadır. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz nazarın etkilerinden korunmak amacıyla kendisi için dua ettiği gibi torunları içinde dua ederek bu meselede bizlere de kendimizi ve sevdiklerimizi nazar değmesinden koruyabilmek için dua ederek Allah’a sığınmamız gerektiğini öğretmiştir.

 

b) Nazardan Korunmak için Görülen Güzellik ve İyilik Karsısında Hayır Dua Etmek: Nazar değmesine karsı alınabilecek tedbirlerden biri de, hoşa giden güzel bir şey görüldüğünde o güzelliğe zarar gelmemesi için hayır duada bulunmaktır. Çünkü Nebi (s.a.v): “Sizden biriniz kendisinde (aile ve çoluk-çocuğunda) veya malında hoşuna giden bir şey gördüğünde onu mübarek kılsın.” Ve yine “Kim hoşuna giden bir şey görürse şöyle desin; “Bârakallâhu Fîyke’”[28] buyurdu.

 

Bu hadisten anlaşılıyor ki bir kimsenin kendisinde veya malında güzel bir şey görüldüğü zaman “Allâhumme Bârik Fiyke” veya  “Mâşallâh” vb. şeklinde dua edilmelidir. Böylelikle dua edilerek nazarın karşı tarafı etkileyip zarar vermesi engellenmiş, Allah’ın izni ile engellenmiş olur.

 

c) Nazardan Korunmak İçin Nazar Değmesi Muhtemel Güzelliklerin Saklanması: Göz değmesine karşı alınabilecek önlemlerden birisi de, göz değmesinden korkulan durumlarda bazı güzelliklerin saklanmasıdır. Bu yolla göz değmesi muhtemel kimseleri nazarın zararlı etkisine karsı korunmuş olur. Bazı kaynaklarda Hz. Osman (r.a.)ın nazar değmemesi için çenesinde gamze bulunan bir çocuk için “çenesindeki gamzeyi siyaha boyayın”[29] dediği nakledilir.

 

2. Nazar(göz değmesi)  Gerçekleştikten Sonra Kurtulma Yolları:

 

a) Nazardan Kurtulmak İçin Rukye Yapmak: Rukye konusunda yazı dizimizin önceki bölümlerinde genişçe bilgi vermiştik. Bu yüzden bu bölümde özet bilgi vereceğiz:

 

Ebû Said el-Hudri (r.a)den gelen bir rivayette o şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah’ın Resulü (s.a.v.) cin ve insan nazarı değmesinden Allah’a sığınırdı. Muavvizât (İhlâs, Felak ve Nas) sûreleri nazil olunca bunları okudu, diğerlerini terk etti.”[30]

 

Yine Hz. Aişe (r.a) validemizin bize haber verdiğine göre: “Rasûlullah (s.a.v.) gece yatağına yatmaya geldiğinde iki avucunu bir araya getirir, İhlâs, Felak ve Nas sûrelerini okur, avuçlarının içine üfler, sonra da iki eliyle vücudunda gücünün yettiği yerleri mesh ederdi. Elleriyle mesh etmeye önce başı üzerinden başlar, yüzünü ve vücudunun ön kısmını, sonra da arka kısmını mesh etmeye devam ederdi. Ve bunu üç defa tekrarlardı.”[31]

 

 

 

Ebû’d-Derdâ (r.a.)dan söyle rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a.v.); “Sizden biriniz bir şeyden rahatsız olur ya da onun bir kardeşi rahatsız olursa şöyle dua etsin: “Kudreti semayı kuşatan Rabbimiz olan Allah’tır. (Ey Rabbim) Senin ismin mukaddestir. Emrin göklerde ve yerdedir. Rahmetin semalarda bulunduğu gibi o rahmetini arza da indir. Hata ve günahlarımızı affet. Sen iyi davranan (Peygamber ve meleklerin) kimselerin Rabbisin. Şu ağrıya rahmetinden bir rahmet, şifandan bir şifa ihsan buyur, desin. Bu duayı üç defa tekrarlasın, sonra da üçer defa Felak ve Nas sûrelerini okusun, iyi olur,”[32] buyurmuşlardır.

 

Ümmü Seleme (r.a)den gelen bir rivayette de; Allah Rasûlü (s.a.v), Ümmü Seleme’nin evindeki bir kız çocuğunun yüzünde nazardan doğan bir yüz sarılığı olduğunu gördüğü zaman, “Onun için rukye yapın, çünkü bunda göz değmesi vardır” buyurmuştur.[33]

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) nazardan kurtulmak için başkasına rukyeyi tavsiye ettiği gibi kendisine de yapılmasına müsaade etmiştir. Cibril (a,s.) Rasûlullah (s.a.v.)a gelip, “şikâyetin var mı ya Muhammed?” diye sorduğunda o, “evet” demiş. Cibril (a.s.), “Allah’ın adıyla sana okurum. Sana eziyet veren her şeyden, her nefsin şerrinden ve değen gözden Allah’ın adıyla sana okurum” demiştir.[34]

 

İslam âlimleri, nazarın etkisinden korunmak veya nazar isabet etmiş olan bir insanın, hayvanın veya eşyanın nazarın etkisinden kurtulması için “Kalem sûresi 51 ve 52. âyetlerin” okunmasını tavsiye etmişlerdir. Hasan Basrî hazretleri bu ayeti nazara karşı hem okur hem de okunmasını tavsiye ederdi.[35]

 

b) Nazardan Kurtulmak İçin Abdest Almak: Peygamber Efendimiz nazara okumanın dışında başka tedavi yöntemleri de uygulamış ve tavsiye etmiştir. Nazarı isabet eden kişi biliniyorsa ondan abdest alması istenir, aldığı bu abdest suyu ile nazar isabet eden kimse gusleder ve Allah’ın izniyle şifa bulur.

 

Peygamber Efendimiz döneminde yaşanan şu hadise konuyu daha açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktadır:”Sehl İbn Huneyf, Resülulah (s.a.v.) ile birlikte Mekke’ye doğru çıkıp yürümüşler. Nihayet Cuhfe civarındaki el-Harrar tepesine vardıklarında Sehl İbn Huneyf  yıkanmış(gusletmiş). Sehl, bedeni ve derisi çok güzel bembeyaz tenli bir erkekmiş. Amr İbn Rebia onu yıkanırken görmüş. Şöyle demiş: Ben bu günkü gibi hiçbir erkek eli değmemiş cariye tenine benzer bir ten görmedim. Bunun üzerine Sehl İbn Huneyf bayılıp düşmüş. Rasulullah’a gelip; ey Allah’ın Rasülü Sehl hakkında diyeceğin bir şey var mı? Allah’a andolsun ki o ayılmıyor ve başını da kaldırmıyor, denilmiş. Rasulullah (s.a.v.) onunla ilgili kimseyi itham ediyor musunuz? Onlar Amir İbn Rebia ona göz etti demişler. Rasulullah (s.a.v.) Rebia’yı çağırıp kızmış, demiş ki: sizden biriniz kardeşini niçin öldürüyor. Hayranlığını çeken şeyi gördüğün de tebrik etmen gerekmez miydi? Sonra ona; Sehl için yıkan demiş. O da yüzünü, dirseklerine kadar kollarını, ayaklarını ve dizleri ile eteğinin iç kısmını bir kadehin içine toplayacak şekilde yıkanmış. Sonra bu su Huneyf üzerine dökülmüş. Böyle yapılınca bir araz kalmayacak şekilde kalkıp yürümüş.”[36]

 

Âlimler nazar eden bir kimsenin alması gereken abdest şeklini şöyle tarif etmişlerdir: “Bir su kabı ile bir miktar su getirilirde bu su kabı yere bırakılmaz. Nazar eden şahıs, o su kabından su alıp onunla mazmaza yapar (yani ağzına su alır ve ağzını yıkar).Mazmaza yaptığı o suyu, içinden su aldığı kabın içine püskürtür. Sonra o su kabından tekrar bir miktar su alır, onunla yüzünü yıkar. Sonra sol elin avucuyla bir miktar su alır ve onunla sağ elin avucunu yıkar. Sonra sol eline su alarak sağ kolunu dirseklerine, sağ eline su alarak sol kolunu dirseklerine kadar bir kere yıkar. Sonra aynı şekilde ayaklarını yıkar ve dizlerine kadar su döker. Bütün bunları yaparken kullanılan su kabı yere konulmaz. En son azaların içinde yıkandığı bu su kabının içine sağ yanı üzerine uzanan eteğinin (gömleğinin) uç kısmı bandırılıp çıkartılır. Nihayet bu su, kendisine nazar isabet edenin arkasından başına dökülür. Ve bu şekilde bütün cesedi bu su ile yıkanır (yani gusleder).”[37]

 

    Halk arasında yaygın olup, Kur’an ve Sünnette yer almayan nazara karşı korunma ve nazardan kurtulma yolları hakkında İslam’ın görüşünü önümüzdeki sayıda -biiznillah- ele alacağız…



[1] İbn-i Manzur, Lisanu’l-Arab, c.5,s.215, Daru’s-Sadr, Beyrut, 1968; Ferit Develioğlu,  Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s.971,  Doğuş Matbaası, 1970

[2] Muharrem Kuzey, Kur’an Ve Sünnet’te Nazar, s.4, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2007

[3] Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “Nazar” maddesi, c.32,s.443, İstanbul, 2006

[4] M.Talat Karaçizmeli, Toplumsal Zaaflarımızdan Nazar Boncuğu,  Diyanet Dergisi, Temmuz, 1995, 55. sayı, s.37

[5] İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zadü’l-Mead fi Hedyi Hayri’l-İbad, c.4,s1787,(çev. Muzaffer Can), Cantaş Yayınları, İstanbul, 1991

[6] Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.8, s288, (çev. Komisyon), Akçağ Yayınları, Ankara 1988

[7] Said Havva, el-Esâs fi’s-Sünne(Hadislerle İslâm Akâidi),c.5,s.137, Hikmet Neşriyat, İstanbul,1989

[8] Muharrem Kuzey, Kur’an Ve Sünnet’te Nazar, s.17

[9] Kurtûbi,  el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’an,c.9, s.341, (çev. M. Beşir Eryarsoy), BurucYayınları, İstanbul, 2003

[10] Taberî, Câmiu’l-Beyan, c.8, s.4001, (çev. Hasan Karakaya, Kerim Aytekin), Hisar Yay. İstanbul, 1996

[11] Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.22, s.77-78

[12] Taberî, Câmiu’l-Beyan,c5,s.355

[13] Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.23, s.592-593

[14] İbn-i  Kayyım, Zâdü’l-Mead,  c.6,s.383

[15] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.9,s.357, Çelik-Şura Yayınları, İstanbul,1993

[16] Nazarla ilgili hadislerin tam listesi için bak: Muharrem Kuzey, Kur’an Ve Sünnet’te Nazar, s.41-43

[17] Buhari, Tıb, 36; Müslim, Selam, 42

[18] İbn-i Mace, Tıb 32

[19] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, I/294.

[20] Buhari. et-Târîhu’l-Kebîr,Thk. Muhammed Abdülvahid, Daru’l-Kitabi’l-İlmiyye, Beyrut, 1986, h. no; 3144

[21] Müslim,Selam, 42 ; İbn-i Mace, Tıp, 33

[22] Aliyyu’l-Kârî, Şerhu Ale’l-Fıkhi’l-Ekber, s. 145, Daru’l-Kitabi’l-İslami, İstanbul, 1955

[23] Nevevi,  Şerhu Sahihi Müslim, c.14,s.171,  Daru’l-İlm, Beyrut 1972

[24] Muharrem Kuzey, Kur’an Ve Sünnet’te Nazar, s.44

[25] Tirmizi, Tıb, 18 ; İbn-i Mace, Tıb, 33

[26] İbn-i Mace,Tıb, 33

[27] İbn-i Mace, Tıb, 36

[28] İmam Malik, Muvatta, Ayn 1-2

[29] İbn-i Kayyım, Zâdü’l-Mead,  c.4,s.1796

[30] Tirmizi, Tıb, 16 ; İbn-i Mace, Tıb, 33

[31] Tirmizi, Daavât, 21

[32] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned ,c.6,s.21

[33] Buhari,  Tıp, 54; Müslim, Selam, 59

[34] Müslim, Selam, 40

[35] Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, c.13, s.292

[36] İbn-i Mâce, Tıb, 32; İbn Hanbel, Müsned ,c.3,s.486-487

[37] Nevevi. Şerhu Sahihi Müslim ,c.14,s.172

NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Mayıs-2013 sayısında yayımlanmıştır.

GRUBA KATIL