Bu yazının başlığı “Böyle Bir Şehadet Unutulur mu Hiç?” şeklinde de olabilirdi. Abdulkadir Molla… 13 Aralık 2013 Cuma tarihinde kullara kulluk edilmeyeceği hakikatinin şahitliğini yaparak idamla Rabbine yükselen şehid… “Suçum; Allah’tan başkasına kulluk etmemektir. Bana ‘kulluk et’ dediler, Ben de ‘asın’ dedim.” diyerek şehadeti tercih eden kahraman yürek… Zalim ve diktatör Bangladeş cüceleri, bu devasa iman sahibi adamı susturacaklarını, pusturacaklarını sanmakla ne kadar da yanıldıklarını, hiçbir tereddüt taşımadan ölümü istediğinde anlamışlardır. Ölümün onun için en büyük kurtuluş olduğunu, mâşukuyla buluşma noktası anlamına geldiğini nereden bilecekti o nasipsizler! Ve işte bilemediler, dindiremediler iman ateşini. İmanın küfre galebe çaldığını da göremediler. Görselerdi asamazlardı. Kazamazlardı kendi elleriyle kendi çukurlarını.
Yüce Rabbimizin Müslümanlar arasından zaman zaman çıkardığı şehidler, yolumuzu aydınlatmaya, davamıza bereket katmaya devam ediyorlar. Yalnızca Allah için yaşanacağını, yalnızca O’nun rızası için bu dünyaya katlanılacağını belleten başöğretmendir onlar. Dünyaya tamah edenler için büyük öğütler ve ibretlerle yol alırlar. En kıymetli varlığı olan canını, vazgeçilmesi en zor olan bedenini ancak ve ancak iman ettiği, sahip çıktığı, ödün verilmez gördüğü değerler uğruna feda etme erdemini gösterebilenlerdir şehidler. Sümeyye annemizden miras kalan bu kutlu tercihi, tüm zamanlara yaydıkça yayanlardır şehidler.
Hakkın ve hakikatin şahitliğine can varlığını teslim eden aziz şehid Abdulkadir Molla’ya bakınca, ben hep üstad Mevdudî’yi (rahmetullahi aleyh), şehid Seyyid Kutub’u, Hasan el-Benna’yı gördüm.(Zülcelali vel ikram olan Rabbimiz her birinden razı olsun.) İslam gibi ilahi bir davayı omuzlamanın derdinde, kaygısında, gayretinde olan mümin yürekler, her devirde var olmuşlardır. Allahu Teâlâ’nın kesinlikle nurunu tamamlayacağına işarettir sonu gelmeyen şehid müminler. Zalimler, kâfirler, tağutlar istemese de, kabul etmese de, kaldıramasa da şanı yücelerden yüce olan Rabbimiz Allah Azze ve Celle, ilahi sistemini yeryüzüne hâkim kılacaktır. Ve bu hâkim kılınış, elbette ki, iman edenlerin harcı olacaktır; elbette ki, tavizsiz hayatlarla şahlananların elleriyle olacaktır; elbette ki, dünyadan çok, faniliklerden çok ahirete, cennete ve rızay-ı hakka yatırım yapanların, mükâfatlara gönül bağlayanların mücadelesiyle gelecektir.
Gitmeden önce eşine yazdığı mektubunda, kendi ölümünün baskıcı rejim için bir yıkım fermanı olacağını yazıyordu. Ölümlere gülümseyenlerin zalimlere kötümser akıbet bıraktıklarını anlıyorduk bu sözleriyle. Ardında, nice dirilişlere tohum serpen bir ölümün yüklenicisi olacağını hissediyordu şehid Abdulkadir Molla.
Nedense, güzel ölümler hep güzel yaşayanların oluyor. Bundan şunu anlıyoruz ki, iyi ölmek isteyenler, iyilerin ölümü gibi bir sonu bekleyenler; iyi yaşamalı, iyiler gibi hayat sürmeli, iyilerin yolunu izlemelidir. Dünya ekinine iyiyi, güzeli, hayrı, onuru, izzeti ve şerefi ekenler; ahiret hasadında kazançlı çıkacaklar, yapıp ettiklerine pişman olmayacaklardır. Sınanmak amacıyla gönderilen şu sınırlı ve fani âlemde, şeytanın, nefsin ve bütün ayartıcıların, kandırıcıların, saptırıcıların oyununa gelmemek için, ciddi bir hayat gerekir. İşte bu ciddiyeti en zirve noktasında anlayan ve yaşayanlardan oldu şehid Abdulkadir Molla.
Bugünümüzün Seyyid Kutub’u olmuştu bu şehid. Seyyid Kutup, kendisine gelen anlaşma tekliflerini, özür dileme telkinlerini: “Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım, bir tağutun hükmünü asla onaylamayacaktır.” sözleriyle karşılamıştı. Abdulkadir Molla’nın yaptığının onunkinden farklı yanı yoktu. Tercih aynı tercih, söz aynı söz, dava aynı dava, yol aynı yol ve kabul aynı kabuldü. Değişen yalnızca zaman ve mekânlardı.
Bu sözlerden sonra asıl gündem edilmesi gereken; bizlerin, yani geride kalanların bu doğuş getiren ölümlerden alacağımız derslerdir. Allah Subhanehu ve Teala’nın bizlere lütfu olan bu şehadet taliplileri, esasen “yol budur”, “takip etmek istiyorsanız, beni örnek alın”, “Müslüman, ancak Yaratanına boyun eğer”, “dünya hayatı yalnızca bir oyun ve eğlenceden ibarettir” denli öğüt devşiren sözleri yakalarına asarak ve bizi uyararak gidiş yoluna koyulmuşlardır. Gidenler, aynı zamanda geldikleri noktayı da iyi bilenlerden olmuşlardır. Gelmeden gitmek olmaz. Gelişi ulvi ve kavi olanlaradır en kutlu gidişler…
Bizlerin hayat bulması için, şehid gözlerden fışkıran iman çağlayanına göz vermeli, göz dikmeliyiz. Öncelikle yaşamdan çok ölümü sevmeyi, ölümle perçinleşmeyi/bütünleşmeyi bilmeliyiz. Ölümün nasihatçi çehresini alabildiğince çevreleyebilmeliyiz. Rabbe ve Rabbin yoluna adanmanın dirilişte ve direnişte anlam bulduğunu kavrayabilmeliyiz. Diriliş; ahirete, mükâfata, cennete doğmanın diğer adı. Direniş; zulme, küfre, tuğyana, nefse, şeytana, günaha, ahlaksızlığa ve ahkâmsızlığa başkaldırmakla eşdeğer. Hangi şehidin hayatına bakarsak bakalım, bu vahyi öğretilerle, bu ilahî erdemlerle sıkça karşılaşmış olacağız. Bu da demek oluyor ki, şehidler Rablerinin sözlerini tutanlardır, emre itaat edenlerdir, sapmayanlar, gazaba yol almayanlardır ve salihlerin, sıddıkların, nebilerin ve rasullerin yolunu yol edinenlerdir.
Gerek Abdulkadir Molla’dan ve gerekse diğer şehidlerimizden bize kalan, kerim kitabımız Kur’an’ı uzak durulması mümkün olmayan bir Rehber, Allah’ın Resulü Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i biricik önder ve öğretmen bilmek; bu bildiklerimizin, inandıklarımızın bize bahşedilen kısacık ömür nimeti boyunca şahitliğini yapmak ve bu uğurda gerektiğinde çekinmeden her şeyimizle birlikte canımızı da ortaya koymaktır. O vakit, bizler de örnek ve ibret olmuş olacağız. Bizler de, şehidler kervanına katılmış ve kervana bir nefer daha katmış olacağız. Canlar ortaya konulmadan, canlardan vazgeçilmeden Canan’a ulaşılır mı hiç?
Sen ey şehid Abdulkadir Molla! Biz kardeşlerin seni, gidişinin ardında kalan heybetli bakışın ve duruşunla hatırlayacağız, gıyabında duacı olacağız. Tağut’a ve tağutlaşanlara boyun eğmeyişinle, zillet altında yaşamaktansa izzetli bir idam edilişi kabulünle kalacaksın zihinlerimizde. Şimdi Rabbinin katında rızıklandırılıyorsun, biliyoruz bunu. Ama şunu da biliyoruz ki, rızıklandırılışın benzerlerini bu dünyadayken tatmıştın. Şimdi daha lezzetlileridir payına düşenler. Tahtında bize gülümsediğini de biliyoruz. Rahmet sofralarına kurulmuş, kardeşlerini de bu bereketlenişe davet ettiğinin farkındayız. Farkında olamadığımızsa, bekleşip durduğumuzun bize zarar getirdiği, ömrümüzden ömür götürdüğüdür.
Sözlerimi, eşine yazdığın son sözlerinle bitirmek istiyorum ey adıyla da yoluyla da ümmete muallim olan, ümmete şeref katan can şehid Abdulkadir Molla: “Dün yine Tevbe Suresi’ni (9,17-24) okudum. 19. ayette, canla ve malla Allah yolunda cihadın ödülünün Allah’ın evine (Kâbe’ye) hizmet etmekten ve hacılara su vermekten daha önemli olduğu yazıyordu. Yani, Allah bizzat kendisi belirtiyor ki, Allah yolunda adil bir İslam toplumu oluşturmak için, adaletsizliğe karşı savaşırken canlarını verenler, ecelleriyle ölenlerden, daha yüksek bir mertebeye sahiptir. Eğer Allah beni cennetinde böyle onurlu bir yere getirmek istiyorsa böyle bir ölümü, kucaklayabilmek için hazır olmalıyım. Çünkü zalimlerin elinde adaletsiz bir ölüm, cennete kesin bir bilettir.”
“Şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara!”
NOT: Bu Yazı Genç Birikim Dergisinin 176.sayısında (Ocak-2014) Yayınlanmıştır.