Müslümanlar’ı İslam’a Davet
Genel Gündem Son Sayımız

Müslümanlar’ı İslam’a Davet

Sinan OĞUZ

“Yine onlar Allah’a ve ahirete yürekten inanırlar, iyiliği teşvik edip kötülüğe engel olmaya çalışırlar ve hep hayırlı işlerde koşarlar. İşte bunlar gerçekten fazilet sahibi kimselerdir.” (3/114)

Davetçi kimdir sorusuna güzel bir cevap veren Allah Teala bu gibi ayetleri Kur’an’ın birçok yerinde zikretmiştir. Yukarıdaki ayet de en büyük tebliğin yaşamak olduğunu gözler önüne seriyor.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) cahiliye toplumunu bir İslam medeniyeti haline 23 yıl gibi kısa bir sürede getirdi, bunu gerçekleştirirken de herhangi bir formül, sosyoloji bilgisiyle yapmadı. Allah (c.c) ona vahyi indirdi kendisini ve toplumu bu vahiyle inşa etmesini emretti. “Oku! Yaradan Rabbinin adıyla…” diyerek hakikatin arasındaki bağı kurmasını, kendisini ve varlığı Allah merkezli bir “okumaya” tabi tutmasını istedi. Yapılan bir işin merkezinde Allah varsa muhakkak ki başarılı olur. Bu şekilde verilen vahiyleri aldı, anladı, anladılar, anlattı, anlattılar, uyguladı, uyguladılar ve temelinde Kur’an olan muhteşem bir medeniyet kurdular.

İlk dönemin eşsiz nesli Kur’an-ı bilgilerini, görgülerini artırmak, müziksel bir zevk almak ya da dünyevi bir çıkar sağlamak amacıyla okumuyorlardı. Onlar kendilerinin ve içinde yaşadıkları toplumun yaşamlarının her boyutunu düzenleyen, Allah buyruğu olarak algılıyorlardı Kur’an-ı.

İşte bu tür bir algılama onları buyrukları eyleme geçirmelerini kolaylaştırıyordu.

Kur’an mushaf sayfaları arasında yazılı veya zihinlerinde ezberlenmiş bir halde kalmayıp adeta yaşanan bir kültür haline geliyordu. Uygulanarak eyleme geçirmek için Kur’an okumak ilk neslin yöntemiydi. Onların ardından gelen nesillerin yöntemleri araştırma yapmak, deneysel ve psikolojik yarar sağlamak amacıyla Kur’an okumak oldu. Davet ahlakı da böylelikle bozulmuş oldu. Sözde davetçiler dilleriyle ikrar ettikleri şeyi, uygulamalı olarak yapmadıkları için davet aksamaya uğradı. Bu ilk nesli sonraki nesillerden ayıran temel özelliktir.

Toplumumuzdaki bu gibi İslami algıdaki değişiklikler günümüze kadar birikerek gelmiştir. Günümüz “Müslümanları” -aralarında üzücü ki çok az bir kısmı- dini sadece namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek zekât vermek olarak algılamakta kendi sinelerine çekilmektedirler. Ne yazık ki bu saydıklarımda “Müslüman” denen toplumun çok çok az kısmıdır. Bunların dışında kalanlar zaten Müslümanlığın M’sini üzerinde taşımaya layık insanlar değillerdir. Böyle söylüyorum çünkü Allah Teala Kur’anda Müslümanların özelliklerinden çokça bahsetmiştir. Başlık olarak bakarsak: Yalnızca Allah’tan korkup, sakınırlar. Yalnızca Allah’a ibadet ederler. Allah’ı her şeyin üstünde tutarlar. Allah’tan başka ilah aramazlar. Allah’ı hiç bir şeye ortak koşmazlar. Hiç bir kuşkuya kapılmadan iman ederler. Gayba iman ederler. Her şeyin Allah’tan olduğunu bilirler. Asıl hedefleri Allah’ın rızasıdır. Gizli ya da açık infak ederler. Allah’ın dinini tebliğ ederler. Ve bu liste onlarcası ile devam edebilir. Ayrıca bunlar davetçinin temel özellikleridir. Evet! Her Müslüman bir davetçidir.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Yemin olsun ki asra insanoğlu büsbütün zarar ve ziyandadır. Fakat iman edip imanlarına yaraşır güzel işler yapan, birbirlerine hep Allah yolunda yürümeyi ve bu yolda sebat etmeyi öğütleyenler asla zarar ve ziyana uğramayacaklardır.”(103)

Ne yazık ki bizler başkalarını İslam’a davet edelim derken kendimizi ve çevremizi unutmuş haldeyiz, kendi benliğimizde davet ruhunu yerleştirememiş bulunmaktayız. Çoğu yerde düşündüklerimiz farklıyken, uygulamalarımız farklı oluyor, hüsrana uğrayanlardan oluyoruz. Davet edeceğimiz kesim de bu çarpıklıkları görünce içi hiç ısınmıyor İslam’a. Eğer İslam buysa, ben bunları zaten yapıyorum diyor. Bunların haricinde bir toplum daha var, bunlarda Allah’a değil, İslam’a değil, kendilerine çağıranlar, cemaatlerine çağıranlar.

“Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir.”(41/33)

Mezhebine değil, ırkına değil, cemaatine değil sadece Allah’a davet edenden bahsediyor yüce Yaradan. Peygamberler bile kendine davet etmezken, bana gelin demezken, biz kim oluyoruz da Allah adına kendimize davet ediyoruz.

“Ey peygamber! Elbet Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, yine O’nun izniyle Allah’a çağıran bir davetçi ve etrafını aydınlatan bir kandil olarak…”(33/45–46)

Sonuç olarak İslam’ın bütünü ve davet açısından önemli unsurun davet edilen değil davetçi olduğu aşikârdır bu yüzden biz Müslümanlar kendimize çeki düzen vermeliyiz. Şu an dayandığımız cahiliyenin bütün etkilerinden sıyrılmalıyız, ilk neslin dayandığı davetçilik ahlakına, yani hayatımızın bir davet haline dönüşümünü başarmalıyız. Bu da Kur’an ve peygamber sünneti ile olmalıdır.

Bu bilgi, bu yolda yürümek isteyen kimsenin kesin hayrına olacaktır.

“Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah o toplumun durumunu değiştirmez.”(13/11)

NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Mayıs-2013 sayısında yayımlanmıştır.

 

GRUBA KATIL