7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu, bölge için özellikle İslam dünyası için bir milad, -inşaallah- yeni bir başlangıç olacaktır. Çünkü bu operasyon, ümmetin yeniden silkinişine, kendine gelişine ve güven duymasına neden olmuştur. Ümid ve temenni ederiz ki Gazze cihadı, “Sayıca az nice topluluklar var ki; Allah’ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir” (Bakara, 2/249) ayetinin tecellisidir. Çünkü Gazze cihadı, sadece Müslümanların değil çeşitli nedenlerle İslam’dan uzak kalmış mazlum ve mahrumlara da umud olmuş ve onların da uyanışına vesile olmuştur. Batı dünyasında bazı insanların İslam’a koşuyor olmaları da bunu göstermektedir. Ayrıca Batının şimdiye kadar emperyal amaçlarını gerçekleştirmek için süsleyip cilalayarak kitlelere dayattığı değerlerinin bütünüyle bittiği ve bunu, “Summun bukmun ‘umyun” (Bakara, 2/18) olanların bile anladığı bir dönemi yaşıyoruz. Bunu, bize ve dünya insanlığına yaşatanlar ise bir avuç ‘sahabe tavırlı’ İzzeddin Kassam Tugayı mücahidleridir. Ne mutlu onlara!
Gazze cihadı ile bölge ülke yönetimlerine korku salan Siyonist İsrail’in, ‘Demir Kubbesi’ ile ‘Mossad’ı ile ve gölge teşkilat olarak bilinen ‘Şin Bet’ hatta yenilmez denilen ordusuyla hiç de öyle korkulacak güç olmadığı ortaya çıkmıştır. Aslında Aksa Tufanı ile Siyonist İsrail’in, bütün kurumlarıyla birlikte karizması da yerle bir edilmiştir. Aksa Tufanı, aynı zamanda işgalci rejimin, küresel ve işbirlikçi bölge ülke yönetimleri olmaksızın bir gün bile ayakta kalamayacağını da göstermiştir. Kassam Tugayları ise bu operasyonla, her türlü imkândan yoksun, kendi ürettikleri roketlerle ve paramotorlarla ırkçı işgalci rejime asla unutamayacağı bir ders vermiştir. Hıttin Savaşı’nı hiç unutmayan ve beka meselesi olarak değerlendiren işgalci rejim, artık bu Aksa Tufanı’ndan sonra yeni bir Hittin savaşı ile yok olacağı korkusunu yaşamaktadır.
Gazze’de Hamas/Gazze Tugayları bir ilki gerçekleştirirken işbirlikçi rejimler korkudan sinmiş ve ağa babalarından gelen talimatlar doğrultusunda içeride oluşacak eylemleri engelleme görevi ile görevlendirilmişlerdir. Aslında ne Hamas ne de Kassam Tugayları, satılık, işbirlikçi ve kendi koltuklarını Siyonist ve küresel güçler kanalıyla koruyabilen bu yönetimlerden bir şey beklemişti. Çünkü zaten işgalci rejimi tanıma ihaneti ile Siyonist İsrail’e boyun eğerek teslim olmuş bu yönetimlerden bir umutları da yoktu. Bölge ülke yönetimlerinin hainliği, işbirlikçiliği Aksa Tufanı ile de ortaya çıkmış değildi. Bu ihanet, çok önceleri başlamıştı. Nitekim Arapların amiral gemisi olarak bilinen Mısır 1979 Camp David anlaşması ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1993’te Oslo görüşmeleri ile, Ürdün oldum olası ama aleni olarak 1994 Vadi Arabe Barış Antlaşması ile işgalci Siyonist rejimi devlet olarak tanıma ihanetini yaşamışlardı. Bu ihanetler zincirine 2020 yılı Eylül ayı itibariyle yenileri ilave olmuş, bazıları da sırasını beklemektedir. Ne yazık ki işbirlikçilikte ve ihanette sınır yoktur. Hamas dolayısıyla İzzeddin el-Kassam Tugayları, bu hain ve işbirlikçi yönetimlerden ne bekleyebilir ki?
Türkiye de çok farklı değildir. Nitekim 1949’da işgalci Siyonist rejimi ilk tanıyan halkı Müslüman olan ülkedir. Daha sonraki dönemlerde de aksamadan gizli ama sürekli ilişkilerini devam ettirmiştir. İlişkilerin gizli sürdürülmesinin nedeni içeride halkın tepkisi dışarıda ise Arap ülkelerinden ucuz petrol alımı idi. Ama 2002’den itibaren bu ilişkiler alenileşmiş ve devlet ne içerideki halkın tepkisinden ne de Arap ülkelerinden çekinmeden ilişkilerini geliştirerek ve genişleterek devam ettirmiştir. Bu ilişkiler, 2002’de iktidara gelen ve önceleri Başbakan, şimdilerde ise C. Başkanı olan R. T. Erdoğan’ın sert konuşmasına rağmen devam etmiştir. Ne yazık ki Siyonist İsrail ile ilişkiler en çok hem de derinleşerek bu dönemde devam etmiştir. Çünkü Erdoğan ve başında bulunduğu hükümetler, her zaman sadece işgalci rejimin yönetimini/hükümetini eleştirmiş ve karşı çıkmışlardır. Bu yönetim düştüğü ya da seçilemediği zaman yeni yönetimle hiçbir şey olmamış gibi ilişkilere kaldıkları yerden devam etmiştir. Bu nedenledir ki BMGK’nin 242 sayılı kararını bayraklaştırarak 1967 öncesi sınırları esas alarak iki devletli bir yönetimi savunmuşlardır. Tıpkı BAE, Ürdün, Mısır vd. gibi! Dolayısıyla Erdoğan’ın gerek yumuşak ve gerekse sert konuşmalarına bakıldığı zaman işgalci rejime yönelik sert bir açıklaması da olmamıştır. Yani Siyonist rejim işgalcidir ve Filistin topraklarını bütünüyle terk etmelidir şeklinde bir açıklamasına -en azından ben bilmiyorum- rastlanmaz. Bu nedenledir ki bunca katliama rağmen işgalci rejime geri adım attıracak ve sürekliliği olan ciddi hiçbir tavır ortaya konmamıştır. Denebilir ki 7 Ekim’den sonra Hamas’ı savunan ve Netanhayu hükümetine en sert eleştiren sadece Türkiye olmuştur. Ama sadece sert konuşulmuş, ilişkiler ise aynen devam etmiştir. Geçmişte de çok sert konuşmaları olmuştu; one minute olayı ya da 18 Temmuz 2014’de ‘ben görevde olduğum müddetçe İsrail’le normalleşme mümkün değil’ vb. gibi!.. Ama çok kısa bir süre sonra normalleşme ilişkileri tekrar başlamıştır. Ne yazık ki hep böyle olmuştur.
Erdoğan’ın Siyonist İsrail yönetimine yönelik yaptığı sert açıklamaları tek tek ele alacak değiliz ama sadece Mavi Marmara olayı dolayısıyla söylediği üç şart yerine getirilmezse normalleşme de mümkün olmaz dedikten kısa bir süre sonra bu üç şart yerine getirilmemesine rağmen takındığı tavır, geçmişte Enver Sedat’ın ya da Ürdün kralı, Kral Hüseyin’in veyahut Suriye Nusayri lideri Hafıs el-Esad’ın tavrından çok mu farklıdır? Bu üç şartın özellikle de abluka/ambargo kalkmadığı halde -asla olmaz dediği- normalleşme ilişkilerinin başlatılmasını anlamak mümkün değildir. Sanki ‘ben görevde olduğum müddetçe İsrail’le normalleşme mümkün değil’ sözünü kendisi söylememiş gibi ilişkilerine devam etmiştir.
Bütün bu olup bitenlere bu sert konuşmalara, ben görevde olduğum müddetçe asla normalleşme mümkün değil denilmesine rağmen yine ilişkiler normalleşmiş ve karşılıklı büyükelçiler de gönderilmiştir. Siyonist işgalci rejim ablukayı kaldırmamasına ve katliamlarla birlikte yeni yerleşim alanlarını gasp etmesine rağmen Siyonist lider Isaac Herzog’un 9 Mart 2022 tarihinde Ankara ziyaretinde olağanüstü ilgi gösterilerek atlı törenle karşılanması, yapılan sert konuşmaların anlamsız ve içinin boş olduğunu göstermiştir.
7 Ekim Aksa Tufanı
7 Ekim günü AKP’nin de kongresi yapılmaktaydı. Erdoğan’ın yaptığı konuşmada her iki tarafa yani işgalci rejimle mazlum konumdaki Hamas’a itidal tavsiye etmiştir. Zalimle mazlum arasında tarafsız kalmak insanın tercih ettiği konumu göstermesi açısından önemlidir. Üstelik daha sonraki dönemlerde dünya halklarının ayağa kalktığı dönemlerde bile Türkiye sadece konuşmalarla yetinilmiş, ama ticari ilişkilerini geliştirmeye devam etmiştir. Diplomatik bir tavır bile geliştirmemiş ancak işgalci rejim büyükelçisini geri çağırınca Türkiye de geri çağırmak durumunda kalmıştır. Büyükelçilikler halen açık ve diplomatik ilişkiler de normal seyrinde devam etmektedir.
Türkiye tarafından Nisan 2024 ayına kadar konuşmaların ve diplomatik temasların dışında ciddi hiçbir adım atılmamıştır. Bu sert konuşmalarla ve çeşitli ülkelerde gerçekleştirilen diplomatik temaslarla sadece halkın gazı alınmış ve Türkiye, Filistin halkının yanındadır imajı verilmeye çalışılmıştır. Hakkını inkâr etmemek lazım bir de eylem yapılmıştır. Oysa yasal güçleri olan devletler ve hükümetler eylem yapmazlar, gereğini yaparlar. Eylem ise yasal güçleri olmayan STK’lar tarafından yapılabilir. Ama STK’lar hükümetin yanlışlarını, Siyonist rejimle ilişkilerini kesmesini gündeme getirdikleri zaman da tutuklamalar ve göz altılarla eylemler engellenmeye çalışılmıştır.
Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları Konseyi 10. Zirvesi dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını cevaplandırmıştır: “Şunu söyleyeyim, Netanyahu hiçbir şekilde bizim için muhatap alınabilir biri değil artık. Onu sildik attık. İsrail ile bağları tamamen koparmak olmaz” şeklindeki konuşması, işgalci Siyonist İsrail rejimine yönelik hiçbir tavrının olmadığını göstermektedir. Bu konuşmasında da görüleceği gibi, “Benim sorunum İsrail’le değil Netanyahu ile” mesajını vermeye çalışmıştır.
Ticaret, 2002’den Sonra Artarak Devam Etmiştir
Erdoğan hükümetlerinin İsrail’le olan 20 yıllık ticaretinde Türkiye’nin ihracatı gittikçe artmıştır. 2002 yılında Türkiye’nin İsrail’e ihracatı yaklaşık 900 milyon, ithalatı ise 500 milyon dolar civarındaydı. Yani Türkiye lehine 400 milyonluk bir ticaret dengesi bulunmaktaydı. 2022’de ise ihracat 6,7 milyar dolar, ithalat ise 2,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlar bize Erdoğan’ın 20 yıllık iktidarında İsrail’le ticaret hacminin astronomik şekilde Türkiye lehine geliştiğini göstermektedir. Bunun anlamı Türkiye’nin İsrail’le zorunluluk ve ihtiyaçlardan dolayı değil, kârlı olduğu için ticaret yaptığıdır.
7 Ekim’den sonra Filistin’in tamamı ama özellikle de Gazze’nin sivil halkı, bir yandan acımasızca tanklar ve ölüm kusan uçaklarla bir yandan da kapsamlı ve sistematik aç bırakma stratejisi uygulayarak katledilmiştir. En basit tıbbi tedavilere bile ulaşılamadığı için ölümler gerçekleşmiş ve sağ kalanlar ise her an öldürülme tehlikesi altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Filistin yanlısı olduğu söylenen hükümeti ise bu süreçte en sert konuşmaları yaparken, açlıkla mücadele eden Gazze halkı düşünülmeden işgalci rejimle ticaretine ara vermeden devam etmiştir. Ticaret Bakanlığı verilerine göre, 2024 Mart ayında İsrail’e olan ihracat 436,9 milyon dolara yükselmiştir. Ocak 2024’te 349,7 milyon dolar olan ihracat, Şubat ayında yeniden yüzde 20 artışla 422,2 milyon dolara ulaşmıştır. Mart 2024’te İsrail’e olan ihracat 436,9 milyon dolara ulaşarak soykırım sonrası rekor kırmıştır. Şubat ayında 422,2 milyon dolara yükselen ihracat, Mart ayında saldırı sonrasının rekorunu kırarak 436,9 milyon dolara çıkmıştır.
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, İsrail’e Türkiye’den Ocak ayında en çok kimyevi maddeler gönderilmiştir. Sosyal medyadan gazeteci Metin Cihan’ın paylaştığı verilere göre, otomotiv endüstrisi, elektrik ve elektronik malzemeler, çelik, çimento, demir ve demir dışı metaller, hububat, bakliyat, yağlı tohumlar, mobilya, kâğıt, orman ürünleri hatta tütün ve zeytinyağı bile ihraç edilmiştir. Bununla birlikte halı, hazır giyim, iklimlendirme sanayi, makine ve aksamları, meyve ve sebze, mücevher, su ürünleri, tekstil bunlardan bazıları. Geçen yılın ocak ayına göre en fazla artış, yüzde 106 ile hazır giyimde. Onu yüzde 85,7 ile zeytin ve zeytinyağı takip etmiş. Meyve sebze de yüzde 73 ile ihracat artışı yaşamış. Bu kirli ve kanlı ticaretin kalemleri arasında İsrail ordusunun kritik ihtiyaçlarını karşılayan barut, dikenli tel, çelik gibi malzemeler de ihraç edilmiştir.
Hükümet tarafından, ticaretin İsrail’e değil Filistin’e olduğu yönünde bilgiler paylaşılsa da geçen yıl, 5,4 milyar dolar İsrail’e; 132 milyon dolar da Filistin’e ihracat yapılmıştır. Ayrıca işgalci rejime yapılan ticaretin de özel sektör tarafından yapıldığını söyleyerek kendisini savunmuştur. Nitekim Ticaret Bakanı Ömer Bolat, “Hükümet olarak kamu kurumları, devlet şirketleri asla İsrail firmaları ile ticaret yapmıyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiçbir unsurunun İsrail ile işbirliği, askeri eğitim, silah mühimmat alım satımı noktasında asla bir irtibatı yok” demiştir.
Ne yazık ki bunca katliama ve protestolara rağmen, işgalci rejime hayat suyu konumunda olan ticaret devam ettirilmiştir. Bebekler, çocuklar, yaşlılar açlıktan, susuzluktan ve ilaçsızlıktan ölürlerken, Türkiye, hem gıda hem de silah malzemesi göndererek işgalci rejimin katliamlarına destek olmuştur.
Gazzeli gazeteci Muin Naim, katıldığı bir yayında, “Gazze’ye damla su gitmezken o ünlü Türk su markasının suyu, Gazze’deki evleri basan işgal askerlerinin masasında olmamalıydı” demiştir. Muin Naim, Türkiye’nin işgalci rejime yaptığı ticareti ise şöyle değerlendirmiştir:
“7 Ekim sonrası Ekim ve Kasım aylarında İsrail ekonomisi durma noktasına gelmişti ama Türkiye ve Ürdün ile ticaret, İsrail’i rahatlattı. Ürdün’den gelen domates olmasaydı 1 kg domates, 1 dolar değil 10 dolar olurdu. Bakın ne kadar büyük bir baskı olabilirdi. İsrail’de tedarik zinciri durmuş durumda. 360 bin yedek askeri savaşa çağırdılar, fabrikalar, ulaşım, her alan durmuş durumda. Tedarik zincirini işletecek kimse kalmadı. 2 ana kaynağı oldu İsrail’in: Türkiye ve Ürdün.”
“İsrail’de Filistinlilerle ticaret yapılıyor iddiası doğru değil. İsrail gümrüğünden geçse bile uluslararası hukuk gereği Filistin’in ticaret kodu farklı. İsrail’inki farklı.”
İşgalci Rejimle Ticaret Yapan Şirketler
T.C. Hükümeti, ticaretin kamu kurumların tarafından değil özel şirketler aracılığıyla yapıldığını söylemektedir. Oysa bu şirketlere izin veren de hükümet olarak kendileri değil midir? Ticaret yapmaya izin verdikleri gibi ticaret yapmalarını da yasaklayabilir. Ama bunu yapmıyor, gücü yetmediğinden dolayı değil, işine gelmediği için yapmıyor. Mesela bu şirketler Suriye’nin kuzeyinde devletçik kurma aşamasında olan ABD destekli PYD’nin işgal ettiği bölgeye ya da Beşer Esad’ın kontrolündeki Suriye ile ticaret yapmaya kalkışsa, hükümet o zaman ses çıkarmayacak mı? Yapılan/yapılacak bu ticarete izin verecek miydi? Elbette ki hayır! ABD, İran’a ya da bir başka ülkeye yaptırım yaptığı zaman, bırakın kendi şirketlerini başka ülkelerin şirketlerini de engellemektedir. Türkiye’de hükümet istese bunca katliam gerçekleştiren işgalci rejime ticaret yapan her şirketi engeller ve bunu yapabilecek yasal gücü de vardır.
Gazze’de bebekler, çocuklar başta olmak üzere on binlerce sivil halktan insan, bu şirketlerin işgalci rejime verdiği destekle katledilmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının, ABD’yi ve işgalci rejimi protesto etmeleri elbette ki önemlidir. Ama bunlar kadar hatta belki bunlardan daha da önemli olan ise gıda ve yakıt gibi işgalci orduya hayat suyu olan malzemeleri satan, temin eden veya aracılık eden hükümeti ve hükümetin kontrolündeki şirketleri protesto etmektir. Çünkü bu tür protestolar; sonuç odaklı, hükümetlere geri adım attırıcı eylemlerdir. Bugün batılı ülkelerdeki eylemlere bakıldığı zaman, yapılan eylemlerin tamamına yakını, bu tür eylemlerdir.
Azerbaycan devletine ait SOCAR enerji şirketi, petrolü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ile Türkiye’ye gelip Ceyhan Limanı’ndan tankerler ile İsrail’e taşımaktadır. SOCAR, İsrail’e her gün 44 bin varil petrol gönderiyor ve İsrail, ham petrolü Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’ndan tedarik ederken işlenmiş petrolü de SOCAR’a ait STAR Rafineri’den aldığı iddia edilmiştir. İşte bu şirkete yani Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi SOCAR’ı İsrail’e petrol sağladığı gerekçesiyle Filistin İçin Bin Genç grubu tarafından 31 Mayıs’ta protesto eylemi düzenlenmiştir. Şirketin İstanbul Sarıyer’deki binası önünde toplanan kitle, kırmızı boyaları binaya atmışlar. Topluluk eylem sonrası, sosyal medya hesabından “Refah’ı bombalayan jetlerin petrolünü sağlayan SOCAR’dan Filistin halkı adına hesap sormaya geldik. Suçlu olan biz gençler değil, Siyonizm’i besleyen soykırıma ortak olanlardır. Tüm Filistin dostlarını mücadelemize sahip çıkmaya, hareketimizle dayanışmaya çağırıyoruz!” paylaşımı yapmıştır… Bu eylemden sonra da şafakta gözaltılar gerçekleştirilmiştir.
Avukat Yağız Timoçin, sosyal medya platformu X’ten yaptığı paylaşımda “Müvekkillerimiz ile görüştük. 13 kişi gözaltında, toplam 16 kişilik dosya. Mala zarar ve işyeri dokunulmazlığı ihlali isnad. Müvekkillerimize çıplak arama dayatılmış, ayakkabı dahi giydirilmeden gözaltına alınmışlar” ifadelerini kullanmıştır.
Benzeri gözaltılar:
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a Bursa’da, “Ticareti bitirin, Allah Aşkına bu ihaneti kesin, ticareti bitirin, limanlar Siyonizm’e kapatılsın” diyenler,
Bursa’da Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ile eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı ve AKP Bursa Milletvekili Mustafa Varank’a Siyonist İsrail’le yapılan ticaretten dolayı “Utanç duyuyoruz” diyen vatandaşlar,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Konya’daki seçim mitinginde açılan “İsrail’le Ticaret, Filistin’e İhanet” pankartını açanlar,
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sultanbeyli mitinginde “İsrail ile ticareti kes” pankartı açtığı için darp edilen genç, “Vicdanımızın sesini dinledik, ikiyüzlülüğün ifşasını sağlıyoruz, dualar Filistin’e fakat cepler İsrail ile” diyen genç,
Gözaltına alınmış ve halen bundan dolayı cezaevine konulanlar bulunmaktadır.
Jet Yakıtı da Türkiye Limanlarından
Bu katliamcı, işgalci, soykırımcı rejime, kullandığı ham petrolün yaklaşık %40’ı Türkiye üzerinden nakledilmektedir. Azerbaycan petrolü, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı aracılığıyla Adana’nın Ceyhan ilçesine kadar ulaştırılıyor. Ceyhan’dan gemilere yüklenerek İsrail limanlarına gönderiliyor.
İsrail bu petrolü Hayfa ve Aşdot’ta yer alan rafinerilerde işlenerek işgal rejiminin savaş uçaklarına yakıt olarak sunulmaktadır. Aşdot’ta işlenilen petrolün bir kısmı ise, Delek ve Sonol isimli İsrailli şirketler aracılığıyla dört yüz farklı istasyonda İsrail ordusunun kara araçlarına, yani tanklarına, zırhlı personel taşıyıcılarına, toplarına ve Gazze’ye ateş kusan diğer vasıtalara yakıt olarak servis edilmektedir.
İsrail’in, Filistin’e yönelik işgal, sömürgeleştirme, tasfiye, katliam ve soykırım politikaları bu petrol vasıtasıyla icra edilmektedir. İsrail bugün Gazze’de kadınların, çocukların, masum insanların üzerine bu petrolü kullanarak ölüm ve kan kusmaktadır.
Üstelik, Siyonist İsrail’deki gündelik hayatın işleyişi de bu petrol aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Sivil araçların yakıtları ve fabrikaların üretim yapması da bu petrol sayesinde olmaktadır. Gazze’de korkunç bir katliam süregiderken, ırkçı İsrail toplumunun hiçbir şey olmamış gibi yaşaması tam da bu petrolün sekteye uğramadan Türkiye’den nakledilmesiyle mümkün olmaktadır.
Oil Change International (OCI) tarafından yürütülen bir çalışmaya göre Gazze’yi bombalayan İsrail jetleri ve tanklarının depoları, dünyanın en büyük petrol şirketlerinden bazıları tarafından doldurulmaktadır. İsrail, Gazze’deki soykırımı sürdürebilmek için kullandığı askeri jetler, tanklar ve diğer araçları için yurt dışından gelen ham petrole güvenmektedir.
Filistin BDS Ulusal Komitesi “İsrail’e askeri kuvvetleri için yakıt sağlamaya devam eden devletler ve şirketler, devam eden soykırımı desteklemenin doğrudan suç ortağıdır.
Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Soykırıma Destek Olanlar da Sorumludur
Uluslararası Adalet Divanı (UAD), geçtiğimiz dönemde İsrail’in Gazze’de soykırıma sebep olacak hamlelerden kaçınmasına yönelik geçici bir karar yayımlamıştır. Bu karar yalnızca İsrail’i değil bütün ülkeleri kapsamaktadır. UAD’nin kararına göre bütün ülkeler, İsrail’in soykırıma varan hamleleriyle bağdaşan tavır sergileyemez. Öte yandan insan hakları örgütleri İsrail’in savaşa katılan araçlarının yakıtlarının doldurulmasının “soykırıma” doğrudan dahil olma sayılabileceğini söylemiştir.
İsrail’in Gazze’ye yönelik bombardımanı, UAD’nin İsrail hükümetini uyarmasına rağmen devam ediyor. UAD’nin kararının, soykırım eylemlerine suç ortağı olacak eylemler içine giren ülkeler ve şirketler için hukuki sonuçları doğurabilir. İnsan hakları uzmanları, İsrail silahlı kuvvetlerine petrol sağlayan ülke ve şirketlerin savaş suçları ve soykırımın suç ortağı olabileceğini belirtiyor.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Özel Raportörü David Boyd, “Uluslararası Adalet Divanı’nın kararından bu yana İsrail ordusuna petrol sağlamaya devam eden ülkeler ve şirketler, korkunç insan hakları ihlallerine katkıda bulunuyor ve soykırımın suç ortağı olabilirler” demiştir.
Türkiye, Bunca Katliama rağmen Ticareti 6 Ay Sonra Durdurmuştur
Türkiye, bu sert açıklamalarına ve diplomatik temaslarına rağmen ticaretini durdurmamış, hatta hiç aksatmadan 9 Nisan 2024 tarihine kadar devam ettirmiştir. Bu süreçte yani 7 Ekim 2023 ile 9 Nisan 2024 tarihleri arasında bedenleri parçalanan bebekler, çocuklar, bombalanan hastaneler, camiler, okullar, gıda dağıtım yerleri ve kaçışırken katledilen halkın şu kadar sayıda olduğunu söylemenin bir anlamı yok. Çünkü masum bir bebek, mazlum bir çocuk ya da bir tek sivil bile katledilse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur (Maide, 5/32) kutsi sözü, sayıya gerek duyurmayacak kadar Gazze’de gerçekleşen vahşeti göstermektedir. Gazze’de bu vahşet 7-8 aydır devam ettiğine göre söz değil insanlık bitmiştir.
İşte insanlık dışı katliamlar devam ederken, ölüm kusan bombalar altında ya da açlıktan ölen çocukların bedenleri ekranlarda vicdan sahibi her insanın içini burkarken, Türkiye, “Ticareti Filistin’le yapıyoruz” yalanının arkasına sığınarak Siyonist katiller güruhuna ticaretle kan vermeye, can vermeye devam etmiştir. Ve nihayet 9 Nisan’da, yalan mızrağı çuvala sığmayınca 54 maddede kısıtlamaya gittiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Peki, acaba 9 Nisan’da kısıtlandığı söylenen hangi malzeme/ler açlıktan ölmek üzere olan insanlara gönderilmiştir? Bu 54 madde incelendiği zaman sadece birkaçı bile Türkiye halkının nasıl kandırıldığı ve Gazze’de insanlık öl(dürül)ürken nasıl da kârlı/kirli ticaret (!) yapıldığı açıkça görülecektir.
Ticaret Bakanı Ömer Bolat, İsrail’e değil aslında biz o malları Filistin’e yolluyoruz, sadece gümrük İsrail olduğu için ihracat Filistin yerine İsrail olarak görülüyor demiştir. Bu ve benzeri diğer açıklamalar arkasına gizlenilen yalanı örtmeye yetmemiştir ki, ticareti kısıtlama açıklaması gelmiştir.
Acaba Filistin halkına gönderildiği söylenen malzemelerden tel örgüler mi açlıktan ölmek üzere olan insanlara gönderilmiştir?
Yoksa çimento, demir, çelik mi?
Veya barut mu o mazlum insanlara gönderilmiştir?
Eğer Filistin’e gönderiliyorsa neden 9 Nisan’da 54 maddede kısıtlamaya gidilmiştir?
Bu 54 madde şimdiye kadar neden gizlenmiştir?
Peki, bugün hala Gazze’de, ölüm silahına dönüşen uçaklara, tanklara, zırhlı araçlara Türkiye üzerinden giden yakıtın/petrolün gönderilmesi nasıl ve ne zamana kadar gizlenecek?
Bilinmelidir ki, işgalci rejimle yapılan bu ticaret kanlı ve kirli bir ticarettir.
Dolayısıyla Siyonist İsrail’le şimdiye kadar ve halen ticarete devam edenlerin ticaretine, yedikleri her lokma yemeğe ve içtikleri her damla suya kan bulaşmıştır; uzuvları parçalanmış ve başı bedeninden koparılmış yeni doğan bebeklerin kanı!
Yiyebiliyorlarsa yesinler!
Ayrıca bu ticarette kazanılan her dolara/her kuruşa da katledilen bebeklerin/çocukların kanı bulaşmıştır.
Gerçi bu kadar katliama rağmen bir şey olmamış gibi ticarete devam edenler ve onlara engel olmayanların midesi, bu tür yiyeceklere müsaittir, yiyebilirler.
Çünkü onlar; kandan, savaştan besleniyorlar!
Arşiv
Duyurular
Foto Galeri
Gündem
Yazarlar
Konuşma Zamanı Çoktan Geçti
- by Ali Kaçar
- 15 Temmuz 2024
- 0 Comments
- 0 Views
