Ilımlı İslam Ve ABD
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Ilımlı İslam Ve ABD

İslam, Allah tarafından Peygamberleri kanalıyla insanlığa gönderilmiş/inzal olunmuş hak bir dindir. Bu dine İslam, (Maide, 5/3) kabul edenlere ise Müslüman (Hacc, 22/78) ismini veren Allah’tır. Allah nezdinde hak din tektir, o da İslam’dır. (3/19, 85) Bu  Din, Hz. Muhammed (as) ile birlikte tamamlanmış (Maide, 5/3) ve Kitapta da hiçbir şey eksik bırakılmamıştır. (En’am, 6/38) Dolayısıyla bu din, her çağda –kıyamete kadar- bütün insanlığın ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda mütekâmil bir dindir. Bu nedenledir ki,  Hz. Peygamber (as) Veda Hutbesi’nde, dalalate/sapıklığa düşmemenin yolu olarak Kur’an ve Sünnet’e sarılmayı bizlere göstermiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, herhangi bir konuda ihtilafa düşülmesi halinde Kur’an ve Sünnet’e başvurulması gerektiğini belirtmiştir. (4/59) Bu da bize göstermektedir ki, İslam Dini, her çağda karşılaştığımız problemleri çözecek ya da çözüm yollarını gösterecek tarzda tamamlanmış bir dindir. Dolayısıyla İslam Dininin, sanki eksikmiş, beşer aklının ürünü ideolojilerle/dinlerle tamamlanıyormuş gibi terkip halinde kullanılması asla doğru değildir. Yani İslam, İslam’dır; İslam’ın radikali ya da ılımlısı olmaz. Kim, İslam’a ılımlı/radikal, demokrasi ya da sosyalizm gibi beşer ürünü lafızları ekliyorsa, bilinmelidir ki, o, ya İslam’ı eksik görmekte ve bilmekte ya da İslam’dan bihaber cahil bir kimsedir. Çünkü İslam Dininin bu tür eklentilere ihtiyacı olmayacak kadar tamamlanmış ve kıyamete kadar geçerliliği devam edecek bir dindir. Dolayısıyla Peygamber (s.a.v.) dâhil, bütün kullara düşen, ona, -değiştirmeden, ilave ya da çıkarma yapmadan- olduğu gibi teslim olmaktır. Rabbimiz her şeye muktedir ve her dönemde olup bitenleri ve olup bitecekleri en iyi bilendir.

Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerden (3/19, 5/3) de anlaşılacağı üzere, Hz. Adem (a.s.)’dan itibaren, son peygamber (33/40) Hz. Muhammed (a.s.)’a kadar gelen bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin ortak adı İslâm’dır ve peygamberlere iman eden herkes de Müslüman’dır. Nitekim “İbrahim ne Yahudi ve ne de Hıristiyan’dı: ancak o, Hanif (muvahhid) bir Müslüman’dı…” (Al-i İmran, 67); aynı şekilde Hz. Nuh (a.s.) ile ilgili Yunus Suresinde (Yunus, 72), Hz. Yusuf (a.s.) ile ilgili Yusuf Suresinde (Yusuf, 101), Hz Süleyman (a.s.) ile ilgili Neml Suresinde (Neml, 44),  Hz. İsa (a.s.) ile ilgili Maide Suresinde (Maide, 111) ve benzeri diğer ayetlerde de diğer peygamberlerin de Müslüman oldukları açıkça belirtilmiştir.

Dolayısıyla ben Müslüman’ım diyen bir kimsenin İslam’dan başka bir din araması ya da seçmiş oluğu Din’i (İslam’ı) başka –batıl- bir dinle veya bu dinin bir parçası ile –sanki eksik imiş gibi- tamamlamaya çalışması asla kabul edilemez. Çünkü Hz. Muhammed (as) son peygamber (Ahzab, 33/40), kendisi kanalıyla bizlere gönderilen Kur’an-ı Kerim de son kitap olup Allah’ın koruması altındadır (Hicr, 15/9) ve asla değiş(tirile)mesi/tahrif edilmesi de söz konusu değildir. İnsanların din (İslam) hakkındaki görüşleri ve değerlendirmeleri değişse bile, İslâm, Allah’ın dini olarak değişmeyecek ve kıyamete kadar devam edecektir. Yani artık yeni bir din; dolayısıyla yeni bir peygamber ve yeni bir kitap da gelmeyecektir. Zaten Hz. Muhammed (as), âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir. (Enbiya, 21/107) Bu, Hz. Muhammed (as)’ın kıyamete kadar gelecek bütün insanların peygamberi olduğu anlamına gelmektedir. Yani Hz. Muhammed (as), diğer peygamberlerden farklı olarak belirli bir dönem, belirli bir kavme gönderilmiş bir peygamber olmayıp, kıyamete kadar bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberdir.

 ILIMLI İSLAM NEDİR?

Lügatlerde, ılımlı kelimesinin anlamı “aşırılığa kaçmayan, ölçülü, mutedil”, siyasette, “aşırı görüşler arasında ortalama bir görüşü savunan” olarak tanımlanmaktadır.

Bu kelime, uzun yıllardan bu yana emperyal güçler tarafından İslam kelimesi ile birlikte, adeta birbirini tamamlayan bir terkip olarak kullanılmaktadır. Sanki Allah’ın bize gönderdiği birden fazla din varmış da, bu dinlerden birinin adı ‘ılımlı’, diğerinin adı ‘radikal,’ bir başkasının adı ‘demokratik ya da liberal imiş gibi farklı isimler kullanılır olmaya başlanmıştır. Oysa Allah’ın, Peygamberler kanalıyla bize gönderdiği din tektir, o da İslam’dır. (3/19, 85) Bu dinin adını da bizzat Allah’u Teâlâ belirlemiştir. (5/3) Peki neden, sanki bu din eksikmiş gibi İslam’ın önüne ya da sonuna başka isimler takılmaktadır?

Hak ile batıl, iman ile küfür, tevhid ile şirkin mücadelesi Hz. Adem (as) ile birlikte başlamış ve kıyamete kadar da devam edecektir. İşte Emperyal küfür güçler, her dönemde, bu mücadelede, İslam’ı bütünüyle yok etmeye, yeryüzünden silmeye çalışmışlardır. Küresel küfür güçler, bundan başarılı olamayınca, İslam’ı ve Müslümanları en azından boyun eğdirerek tepkisiz hale getirmek için, çeşitli yol ve yöntemler denemişler ve halen de denemektedirler.  Bunun en kolay yolu ise, İslam adına İslam’a cephe açmak, din adına gerçek din olan İslam’ı dışlama yol ve yöntemidir. Yani İslam isim olarak var olacak, ancak, hüküm ve uygulama alanından kaldırılmış, pratik hayattan ve özellikle de kamusal alandan tamamen dışlanmış, edilgen, küfür ve şirke tepkisiz, beşeri dinlerle barışık olarak varlığını devam ettirebilecektir. Bu din ise, her ne kadar adına İslam dense de, Allah’ın Dini İslam’la uzaktan yakından ilgisi olmayan, flu (hak ile batıl karışık), içi boşaltılmış, İslami içerikten yoksun, ilahı beşer olan yeni bir dindir. Emperyal küfür güçleri, İslami bilinçten yoksun geleneksel Müslüman toplulukların tepkisini çekmemek için bu yeni dinin adını ‘Ilımlı İslam’ olarak belirlemiştir. Bu nevzuhur dine göre, dinin kaide ve kuralları, halkın ne kadar ve ne şekilde bu dini yaşayacakları İslam düşmanı egemen küfür güçleri tarafından belirlenmektedir. Kısacası bu dinin vaz’edicileri yani ilahları küresel küfür güçleridir. Bu din isminde İslam lafzını taşısa da, şekilsel olarak İslam Dini’ne benzese de, İslam’la bir ilgisi yoktur.

İslam’ın önüne ya da arkasına radikal, ılımlı, demokratik, liberal gibi konulan isimler, İslam’dan kaynaklanmayıp bütünüyle Batı kaynaklıdır. İslam’ın önüne ya da arkasına getirilen bu tür tabirlerle içi boşaltılmış bir din kastedilmektedir. Bu ise, tevhidî içerikten soyutlanmış, cihad, ahkâm/hükümle ilgili ayetleri, toplumsal emir ve yasakları, devlet ve yönetim talebi olmayan, küfre ve şirke karşı hiçbir tavrı ve tepkisi bulunmayan nevzuhur bir dindir. Bâtıl/küfür, kendi aslî yapısıyla İslâm’ın karşısında durmayı göze alamadığı için, hak maskesi takarak, hakla koalisyona girerek, sûret-i hakdan gözükerek kalleşçe, münâfıkça İslâm’ın karşısına geçiyor. Dine karşı din, İslâm’a karşı ılımlı İslâm yaklaşımıyla cahil kitleleri safına çekmeye, gerçek İslâm’ı içten yıkmaya çalışıyor. Bu, modern zamanlarda icat olunan yeni bir keşif değil; kâfirlerin çok eski, ilkel bir taktiği. Medine münâfıklarından farklı bir şey yok küfür cephesinde.

Ilımlı İslâm’ı savunmak, insanı tanrı yerine koymaktır, ilâhlık taslamaktır, İslâm’ı yeniden şekillendirip, atmalar ve katmalarla onun içeriğini yönlendirmeye kalkmaktır. Tağut denen bu azgın sapıklar, kendilerinin razı olacağı bir din istiyorlar. Allah’ın bizim için seçip razı olduğu dinden onların razı olmayacakları belli.[1]

Abant toplantısına katılan Hüseyin Hatemi’nin deyişiyle ılımlı Müslüman, “zulmün safında ve mazluma silahını çevirerek konuşlanan ancak namaz vakti geldiği zaman yine aynı safta riya namazı kılan Müslüman’dır. En halis ve değerli ılımlı Müslüman budur.”[2]

Kısacası ‘Ilımlı İslam’, emperyal küfür güçlerinin İslam’ı dönüştürme/değiştirme projesidir. Ilımlı İslam projesi, İlahi din İslam’ın içinin boşaltılarak ilahi özelliğinden soyutlama ve batıl dinlerin kuralları ile tamamlama ya da yerine geçirilme projesidir. Bu projenin temel özelliği, İslam’ın asıl mecrasından çıkarılarak demokratikleştirilmesi, liberalleştirilmesi ve ılımlaştırılmasıdır. Böylece ortadan tamamen kaldıramaya güç yetiremedikleri İslam, dönüştürerek, -en azından- kendileri için ‘zararsız’, “birlikte yaşamaya elverişli” hale getirilmiş olunur. Bu hedefe ulaşmak için bütün imkânlar seferber edilmiş durumdadır.

İslam’ı ılımlılaştırma, heva ve hevese uygun hale getirme girişimlerinin yeni olmadığını biliyoruz. Hz. Peygamber (as) döneminde Mekke Müşrikleri de benzer faaliyetlerde bulunmuşlardır. Mekke’nin oligarşik güçleri, Hz. Peygamber (as)’ı ve getirdiği mesajı, baskıyla, işkenceyle, katliamla engelleyemediklerinden çeşitli sinsi planlara başvurmuşlardır. Bu planların başında ise, suret-i haktan görünerek ‘uzlaşma’ yolu gelmekte idi. Çünkü ancak bu yolla Hz. Peygamber (as)’ın devre dışı bırakılacağı düşünülmekte idi. Dünyevi anlamda yapılan bütün uzlaşma teklifleri Hz. Peygamber tarafından reddedilince, sıra kolay kolay karşı koyamayacağı bir teklife gelmişti. O da Mekke kâfirlerinin, biraz sen bizim dinimizi kabul et, biraz da biz senin ilahına tapalım yollu teklifi idi. Zaten Kur’an-ı Kerim, Mekke kâfirlerinin, hem de ta risaletin başından itibaren, Peygamber Muhammed (sav)in kendilerine yumuşak davranmasını arzu ettiklerini, böylece kendilerinin de Muhammed’e yumuşak davranacaklarını vaat ettiklerini haber vermektedir. (68/9). Hz. Peygamber (a.s), Mekke müşriklerinin her türlü ‘uzlaşma’ talebini kesin bir dille reddetmişti. (109/Kafirun Suresi) Çünkü tevhid ile şirkin, küfür ile imanın, mü’min ile kâfirin, muvahhid ile müşrikin, uzlaşı içerisinde bir arada yaşaması asla söz konusu değildir.

Ancak küfür güçleri, bu arzularından hiçbir dönem vazgeçmemişlerdir. Her dönem farklı yol ve yöntemler deneseler de, hedefleri hep aynı olmuştur; İslam’ı ve Müslümanları dönüştürmek ve kendi arzularına uygun yeni bir din oluşturmak. Ne yazık ki, küfür güçlerinin bu arzusu kıyamete kadar da devam edecektir.

 ILIMLI İSLAM VE ABD

Ilımlı İslam projesi, emperyal amaçlı olup bir ABD projesidir. ABD bu projeyle, İslam coğrafyasında kendi menfaatlerini tehdit edecek tarzda gelişmekte olan İslami hareketleri, ya bütünüyle yok etme ya da terörize ederek bölge halkları nezdinde marjinalleştirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle Afganistan, Irak gibi ülkeleri işgal etmiş, birçok bölgede de izinsiz nokta operasyonları gerçekleştirmiş, yüz binlerce masum insanı katletmiş, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını yağmalamış, ama yine de başarılı olamamıştır.  Oysa ABD, yakın bir zaman öncesine kadar, ‘Yeşil Kuşak Projesi’ ile İslam coğrafyasındaki işbirlikçi yönetimlerin de yardım ve desteğiyle Müslümanları, Sovyetler Birliği’ne karşı verdikleri mücadelede desteklemiştir. Bugün ise, dün Sovyetler Birliği’ne karşı desteklediği Müslümanları, ılımlı ve radikal (köktendinci-Fundamentalist) diye kendi içerisinde parçalayarak, birbirine karşı kullanma projesini devreye sokmuştur. ABD, adı ‘Ilımlı İslam’ olan bu proje ile Hak din İslam’ın karşısına, şekilsel olarak İslam’a benzeyen, ama İslam’la hiç ilgisi olmayan sahte bir dini çıkarmayı yani dine karşı dini kullanmayı amaçlamaktadır.

Yeşil Kuşak Projesi, ABD’nin soğuk Savaş[3] döneminde Sovyetler Birliği’nin sıcak denizlere inmesini engellemek için kimi İslam Ülkelerini kalkan olarak devreye soktuğu bir projedir. Bu proje, 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin yayılmacılığının önüne geçmek için hazırlanmıştır. ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniev Brzezinski tarafından 1977’de geliştirilen “Yeşil Kuşak” projesi, “İslam’ın komünizme karşı bir kalkan olabileceği” görüşüne dayanmakta ve SSCB’nin petrol zengini Basra Körfezi civarında müttefikler edinerek bölgeye sızmasını, bu yolla engellemeyi hedeflemekteydi. Sovyetler Birliği tarafından Afganistan’ın 1979’daki işgaliyle birlikte bu proje çerçevesinde ilk adımlar atılmaya başlanmıştır.

ABD, bu proje gereğince bütün İslam ülkelerinde komünizmin karşısına İslam’ı çıkarmak için çeşitli grupları ve cemaatleri desteklemiştir. Bu çerçevede, komünizmle mücadele derneklerinden tutun, İslami medrese, okul ve derneklerin kurulmasına kadar tüm İslam ülkelerinde yoğun bir faaliyet başlatılmıştır. Fas’tan Malezya’ya kadar tüm ülkelerde iktidarlarla işbirliği yapılmış, cemaat ve grupların desteklenmesi ve büyümesine fırsat verilmesi sağlanmıştır. 1970’lerde başlayan bu yoğun faaliyetlerin temel amacı, İslam ülkelerinin komünizmi düşman kabul etmesini sağlamaktı. ABD bundan da başarılı olmuştur. Türkiye’de, 1950’li yılların başlarında kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu[4] ile 1960’lı yılların başlarında kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri[5] bu amaçla kurulmuştur. ABD, bu ve benzeri diğer legal ve illegal örgütler kanalıyla kendi menfaatlerini Türkiye’de kalıcılaştırmış, menfaatlerine karşı gelişen/gelişmekte olan her muhalif hareketi ise, bu örgütler kanalıyla devre dışı bırakmıştır. Türkiye’de yapılan her darbenin, çıkarılan her iç karışıklığın içinde/arkasında daima ABD güdümlü bu örgütler bulunmuştur. Türkiye’de, ABD etkinliği o kadar gelişmiştir ki,  1960 darbecilerinden Suphi Gürsoytırak’ın ifadesiyle Türkiye’nin nefes alışı bile ABD tarafından kontrol edilir hale gelmiştir. Ne yazık ki, ABD’nin bu etkinliği, bugün bile devam etmektedir.

Yeşil Kuşak Projesi, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ile taraftar bulmuş ve meşruluk kazanmışsa da, İran’da, ABD’nin en büyük müttefiki Şah’a karşı devrimin yapılmasıyla sıkıntıya girmiştir. Buna bir de Sovyetler’in Afganistan’dan çekilmesi eklenince, ABD’nin bölgedeki menfaatleri için tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Çünkü Afgan cihadına katılanlar, sadece komünizme düşman değildi; komünizmle birlikte kapitalizm, liberalizm, demokrasi, kısacası beşer aklının ürünü her ideoloji (din) düşman olarak değerlendirilmekteydi.

ABD, bu nedenle yeni başka bir projesini devreye sokmaya başlamıştır. Bu proje ‘Ilımlı İslam’ projesidir. Ancak, “ılımlı İslam”, “Yeşil Kuşak İslam” projesinden farklı özellikler taşımakta idi. Çünkü ‘Yeşil Kuşak’ projesinin amacı, Müslüman halkları Sovyetlere karşı kalkan yapmak için desteklemekti. Soğuk Savaş sonrasında geliştirilen ‘ılımlı İslam’ projesinin amacı ise, Müslümanlara karşı, geleneksel, İslami bilinçten yoksun Müslüman kitleleri çıkarmak ve kendi içinde çatıştırmaktı. Ilımlı İslam projesi, ilahı, beşer olan yeni bir dini öngörmekte idi. ABD güdümündeki bu yeni dine göre, “Cihat”, artık terörist bir faaliyet olarak ilan edilmekteydi. Ülkelerinin bağımsızlığı için savaşanlar ise, artık ‘Yeşil Kuşak’ dönemdeki gibi, “özgürlük savaşçıları” değil, “uluslararası terörizmin” taşıyıcıları olarak adlandırılmaktaydı. Çünkü ABD’nin İslam coğrafyasındaki hegemonik amaçlı işgallerine, istila ve yağmalama faaliyetlerine karşı direnen İslami hareketler, ancak bu şekilde bertaraf edilebilirdi. Nitekim bugün birçok ülkede, bu İslami hareketlere karşı verilen savaşta emperyal işgalci ülkelerin yedeğinde payanda olarak bu işbirlikçi bölge ülke yönetimlerini görmek mümkündür.

ÇEŞİTLİ SENARYOLAR…

Bu projeyi uygulamak için ABD’deki think thank kuruluşları, yoğun olarak çalışmış ve senaryo üzerine senaryo üretmişlerdir. Nitekim bu çerçevede ve bu amaçla ABD’de think thank merkezlerinde üst üste raporlar yayınlanmıştır. Bu think thank kuruluşları içerisinde en popüler olan ve Türkiye’de de yakinen bilenen Rand Coorparation kuruluşudur. Rand Coorparation uzmanı ve CIA’de Ortadoğu eski şefi Graham Fuller, Savunma Bakanlığı için 1990’da “Türkiye’de İslam Köktenciliğinin Geleceği” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. Fuller bu raporda, Amerikan yönetimine 2 şey tavsiye etmiştir:

“1- Türkiye’deki İslami hareketi daha yakından tanımalı, onların ideolojileri hakkında daha yakından bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeliyiz.

2- ABD’nin İslamcı akımın ılımlı üyeleriyle resmi olmayan ilişkiler kurması yararlı olacaktır.”[6]

Bu rapordan sonra Cheryl Barnard’ın raporu gelmiştir. Barnard, ABD’nin Irak eski büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın Yahudi asıllı eşiydi. O da 2003’te “Sivil Demokratik İslam Raporu” hazırlamıştır. Bu raporda şunları yazmıştı:

“İslam dünyası şu an gelişme yoksunluğu ve globalleşme ile uyumsuzluk sorunlarıyla boğuşuyor. Bugüne dek İslam dünyasında çare için bulunan milliyetçilik, Pan-Arabizm, İslam devrimi vb. kavramların da çözümde yetersiz kaldıkları görülüyor. İslam dünyası kendini tanımlama kavgasını yaşıyor. Peki, ABD’nin bu kavgadaki öncelikleri neler? Önce İslamiyet’ten kaynaklanan şiddetin önlenmesi, sonra ABD’nin İslamiyet’e karşı olduğu imajından kaçınılması, daha sonra da İslam dünyasının demokratikleştirilmesine yönelik atılacak radikal adımların planlanması…”

Barnard, raporunda İslam dünyasını 4 kategoriye ayırıyordu:

1) Köktendinciler: Demokratik değerleri reddederler. İslami değerlerle yönetilen otoriter bir devlet biçiminden yanadırlar.

2) Tutucular: Tutucu bir toplum isterler. Modernleşme ve değişim konularına kuşkulu yaklaşırlar.

3) Modernistler: İslam dünyasının, globalleşmenin bir parçası olmasından yanadırlar. İslam’da reform ve modernleşme isterler.

4) Laikler: Din ve devlet işlerinin ayrışmasından, Batı türü demokrasiden yanadırlar. Dini, bireysel düzeye indirgemeye çalışırlar.”[7]

15 Aralık 2004’te hazırlanan “Civil Democratic Islam: Partners, Resources and Strategies” başlıklı üçüncü çalışma, içeriği itibariyle Müslüman coğrafyada derin bir bölünmeyi, yırtılmayı hatta iç savaşı amaçlamaktaydı. Etnik çatışmalara, mezhep savaşlarına yol açacak plan, ne yazık ki, Müslüman entelektüeller, akademisyenler, kanaat önderleri, İslami cemaatler ve sivil toplum örgütleri üzerine temellendirilmişti. Bir yıl sonra “U.S. Strategy in the Muslim World After 9/11” başlıklı yeni bir çalışma yayınlanmıştır. 567 sayfalık çalışma, bir öncekinin devamıydı ve açık cepheleri, yaşadığımız coğrafyada oluşturulacak kamplaşmaları içermekteydi. Her iki çalışmada Müslümanlar şu kategorilere ayrılıyor:

Şii-Sünni bölünmesi: Müslümanların büyük çoğunluğunun Sünni olduğu, Şiilerin dünya Müslümanlarının yüzde 15’ini teşkil ettiği belirtildikten sonra ABD’ye Şiilerle işbirliğine gitme önerisi yapılıyor.

Arap-Arap olmayan bölünmesi: İslam dünyası Arap ve Arap olmayan olarak ikiye bölünüyor. İslam’ın ağırlık merkezi Arap olmayan ülkelere kaydırılması ve ABD’nin, bu bölgelere yönelmesi isteniyor.

Ilımlı Müslümanlar Enternasyonali: Liberal ve ılımlı Müslümanlar arasındaki dayanışmanın güçlendirilmesi amacıyla bir “Uluslararası Mekanizma”, olarak “Ilımlı Müslümanlar Enternasyonali” oluşturulması isteniyor.

Radikal birlikteliklerin dağıtılması: Bu çevrelerin birbiriyle bağlantılarının zayıflatılıp yok edilmesi, destek bağlantılarının kesilmesi, zayıflatılıp ılımlıları öne çıkarmak için kritik bölgelerde merkezler açılması isteniyor.

Medrese ve cami reformu: Dini eğitim veren yerlerin denetimi için “Yüksek Eğitim Akreditasyon Merkezleri”nin kurulması, cami ve medrese reformunun hükümetler ve ılımlı gruplar üzerinden yürütülmesi isteniyor.

“Sivil İslam”ın desteklenmesi: Ilımlılığı ve modernliği savunan Müslüman STK’lar, Müslüman dünyaya yönelik ABD politikalarının temel bileşenidir. Dolayısıyla seküler ve ılımlı çevrelerin güçlendirilmesi, diğerlerinin para kaynaklarının kesilmesi gerekiyor.

Kültürel istihbarat: ABD, Müslüman ülkelerde bugüne kadar yürüttüğü istihbarat, psikolojik operasyonlar ve sivil çalışmaların yanı sıra bölge ve dil uzmanları üzerinden kültürel istihbarat alanında da çalışmalarını yoğunlaştırmalı.[8]

Medeniyet içi çatışmanın izlerini taşıyan bu çalışmalardan sonra 26 Mart 2007 tarihinde 217 sayfalık bir açık savaş stratejisi daha geliştirilmiştir. Bu çalışma da öncekilerin devamıdır. Soğuk Savaş dönemini örnek alarak Müslümanların nasıl alt edileceği, nasıl birbiriyle savaştırılacağı zikrediliyor. “Building Moderate Muslim Network” (Ilımlı Müslümanlar Ağı Oluşturmak) başlıklı rapor, “İslam tehdidi”nin Batı için yine Müslümanlar tarafından yok edilmesini amaçlıyor. Yani yukarıdaki kategorilere göre bir iç çatışma senaryosu. Kendi ifadesiyle bir Yol Haritası. Aynı kurumlar, aynı kişiler tarafından, aynı hedefler için…

Bu çalışmanın ABD güvenliği ve çıkarları için ne anlam ifade ettiğini de içeren ve Müslümanlara karşı “Soğuk Savaş” ilan eden raporda Ilımlılar İttifakı için ne yapılması gerektiği, kimlerle işbirliği yapılacağı sıralanıyor.[9]

Bu proje ile “Yeşil Kuşak” projesindeki ortak nokta ise, dinin kullanılması, üstelik her iki dönemde de, ABD emperyalizmi lehine kullanılmasıdır. Ama bu kez, yeni projede (Ilımlı İslam) kullanılma yönü değişmiştir. Artık bu projede İslam, İslam’a karşı kullanılacaktır. Bu nedenle “Dinin akideleri”nin, bu yön değişikliğine uygun olarak yorumlanması çalışmaları başlatılmıştır. Yani, Kâbe, Washington’dur ve tanrının kelamını –Kur’an’ı– değiştirmeye, sadece emperyalist ideologlar, bu “yeni peygamberler” yetkilidir. Dinde reformasyon, böylece, “Beyaz Saray Buyrukları” olarak yerine getirilir. Bu amaçla, “yeni Kur’an” bile yazılmış durumdadır. “Yeni Furkan” adıyla CIA tarafından yazdırılan bu kitap, “BOP”un “kutsal kitabı” olarak piyasaya sürülmüştür. Kitap, ABD’nin Ortadoğu’da Müslüman ülke ve halklara karşı güç ve egemenlik için yaptığı saldırıları, “Hıristiyanlık” ve onun müttefiki “Musevilik” açısından kutsuyor ve bu saldırıya ideolojik temel sağlıyor. Kitap, “üç dinin kitabı” vb. biçimlerde de adlandırılıyor. ABD’nin bu iş için geniş bir işbirlikçiler ağını kullandığını, elbette, ayrıca belirtmek gerekir.[10]

Burada, bugünkü emperyal ülkelere hizmet eden “ılımlı İslam” projesi ile bir önceki dönemin –soğuk savaş– İslam ülkeleri için tasarlanmış ‘Yeşil Kuşak Projesi’ arasındaki en belirgin farklılık emperyal Batılı ülkelerin, soğuk savaş döneminin temel düşmanı “Sovyet yayılmacılığı” ve onun şahsında simgeleşen “komünizm” idi. Materyalist ve tanrı tanımayan komünizme karşı, Müslümanlardan beklenen, “cihada” daha fazla sarılmaları idi. Din, bu alanlarda, olabilecek en radikal tarzda yorumlanıyordu. Bugün ılımlı İslam projesi ile tam tersi yapılmaktadır.

Not: Hayatını İslâmî çalışmalara adayan ve özellikle gençlerin Allah’ın (c.c.) dini üzere yetiştirilmesi için çok büyük fedakârlıklar gösteren Adıyaman’lı Ziya DOLAŞ ağabeyimizin vefatını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum.. Yüce Allah’tan (c.c.) kendisine rahmet, yakınlarına ve başta Adıyaman’lı olmak üzere tüm Müslümanlara başsağlığı diliyorum.



[1] http://www.vuslatdergisi.com/article.php?id=00d72e5b5ab1749ae8fe92f25b3eec26&sid=8793410562

[2] Celal Sancar, “Ilımlı Müslümanlar ve Kullanılabilir”, Genç Birikim, Mayıs 96, 2007

[3] Soğuk Savaş Yılları, Doğu Bloku ülkeleri ile Batı İttifakı (NATO) arasında 1947’den 1991’e kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi ve askeri gerginlik dönemini kapsamaktadır.

[4] Komünizme karşı kurulduğu iddia edilen bu örgüt, 1965’de Özel Harp Dairesi (ÖHD), 1990’lı yılların başından itibaren ise Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) ismini almıştır. Yaygın olarak bilinen ismi ise Gladyo-Kontrgerilladır.  Bu örgüt, kurulduğu ilk yıllardan itibaren ABD’nin menfaatlerine aykırı davranan iç ve dış bütün güçlere karşı kullanılmıştır. Yapılan her darbenin, çıkarılan her iç karışıklığın içinde ya da arkasında bu örgüt bulunmuştur. Maraş, Çorum katliamları, 1 Mayıs 1977 olayı,  Hamid Fendoğlu ve daha birçok olay ABD güdümlü bu örgütün eseridir.

[5] Türkiye çapında CIA destekli sol karşıtı kontrgerilla faaliyetleri etkili bir biçimde sürdüren Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği ise 1963 yılında kuruldu. Derneğin çalışmaları, 1965 yılında genel başkanlığa Toprak Dergisi sahibi İlhan Egemen Darendelioğlu’nun geçmesi ile hızla yaygınlaştı. 1965’de 27 olan şube sayısı kısa sürede 110’a çıktı. 1965 yılından itibaren İzmir, Antalya, Adana, Erzurum, Kars ve Trabzon’da mitingler düzenledi. Fethullah Gülen bu yıllarda Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasında idi.

[6] http://www.hhportal.com/serbest-kursu/452249-fethullahci-muslumanlar-uyanin.html

[7] http://www.milliyet.com.tr/2007/09/25/yazar/dundar.html

[8] http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/ilimli-muslumanlar-icin-yol-haritasi/4644

[9] http://yenisafak.com.tr/yazarlar/default.aspx?i=4644&y=IbrahimKaragul

[10] http://www.ozgurlukdunyasi.org/arsiv/285-sayi-153/856-ilimli-islam-mi-abdnin-vurucu-gucu-mu

NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Nisan-2014 Sayısında Yayınlanmıştır.

GRUBA KATIL