Rabbimizi, hiç günah işlemeden sürekli zikreden, ibadet eden, onu üstün sıfatları ile tesbih eden melekleri vardır. Rabbimiz, bunlardan başka kendini tesbih eden, zikreden, dua eden ama günah da işleyen, hata da yapan ama hatasını anlayıp Rabbine dönüp pişmanlığını arz eden ve Rabbinden tövbesini kabul etmesi için yalvaran bir varlık yaratıyor. Buradan şu sonucu çıkarmamalıyız: “Rabbimiz, bizden hata yapmamızı, sonra da tövbe etmemizi istiyor; hadi günah işleyelim, sonra da tövbe edelim.” Buradan, bu mesajı mı almalıyız? Hayır! Buradan çıkarılacak ders, günah işlemeye meyyaliz, günah işleyebiliriz, istemeyerek hataya düşersek hemen tövbe etmeliyiz.
Allah, bilmeden kötülük edip sonra da tez elden tövbe edenlerin tövbesini kabul eder: “Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerinkidir. İşte Allah, böylelerinin tövbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır” (Nisa Suresi, 17).
“Biz, daha önce Âdem’den söz almıştık, fakat o unuttu; biz onda yeterli bir kararlılık görmedik” (Taha, 115). İnsanoğlu, atası Âdem’den (as) kalan mirasla hataya düşmeye müsait bir varlıktır. Müslüman bir kardeşimizde bir hata gördüğümüzde, onu usulünce uyarırız. Onu tekfir etmek veya rencide etmek hakkımız yoktur. “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip peşinden tövbe eden kullar yaratırdı” (Müslim, Tevbe 9; Tirmizi, Daavat, 105).
İnsanoğlu hata yapabilir, ilk insan Âdem (a.s) hata yapmıştır, İblis de (aleyhillane) hata yapmıştır. Peki, hata yapan bu iki varlıktan, neden birisi cennete gitmiştir? Diğeri neden cehenneme gitmiştir? Ebedi olarak lanetlenmiştir? İnşallah Kur’an’da Bakara, Araf ve Taha surelerinde bize hatırlatılan bu olayı beraber inceleyelim. İnceleyelim ki bizler de şeytanın yapmış olduğu hatayı yapıp cehenneme gitmeyelim:
“Sonra meleklere: ‘Haydi Âdem’in önünde secde edin’ dediğimizde İblis dışında hepsi yere kapandı. O ise reddetti bunu, kibrine yediremedi ve hakkı görmezlikten gelerek inkârcılardan oldu” (Bakara, 34). Burada bir açıklama ihtiyacı duyuyorum. “Melekler, secde etti, İblis secde etmedi” ayetinden, İblis de meleklerden bir varlık algısı oluşabilir. İblis, melek taifesinden olmayıp cin taifesindendir. İlmi sayesinde yüksek mertebelere ulaşmış, meleklere ders verir konumdadır.
Kibir ve Gurur
Şeytanı cehenneme götüren sebeplerin ilki kibir ve gururdur. Bizler de hata yaptıktan sonra, kibir ve gururumuzdan hatamızı kabul etmezsek, “o benim çalışanım”, “kapıcım”, “memurum”, “ben amiriyim”, “üstüyüm ne diye özür dileyecekmişim” dersek, (hatasını kabul etmemek, şeytanın ebedi lanetlenmesinin sebeplerinden biridir), bizler de böyle yaparsak, günahkârlardan oluruz: “Ve Biz: ‘Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleşin. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın yoksa (nefislerine) zulmedenlerden olursunuz’ deyip (ikaz etmiştik)” (Bakara, 35; Araf, 19). “Derken, Şeytan şöyle diyerek onun kafasını karıştırdı: Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve son bulmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?” (Taha, 120). “Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem, Rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı” (Taha 121). “Fakat şeytan, oradan ikisinin (Hz. Âdem ve Havva Annemizin) ayağını kaydırmış ve böylece onları içinde bulundukları (huzurlu ve mutlu durum)dan çıkarmıştı. Biz de: ‘Haydi, birbirinize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır (alınıp satılan ticaret malı)’ deyip (cezalarını vermiştik)” (Bakara, 36).
Yeryüzünde belli bir vakte kadar yerleşim vardır. Buradan insanoğlunun asli mekânının dünya olmadığını, asli mekânımızın cennet olduğunu, imtihan ve ceza olarak bir müddet dünya hayatının sıkıntı ve meşakkatlerine katlanmamız gerektiğini anlıyoruz: “Derken Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler alıp ona yalvardı. Bunun üzerine O da (Allah) tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir” (Bakara, 37). “Sonra Rabbi, onu seçkin kıldı, tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti” (Taha, 122). Âdemî özellikten ilki, hatasını anladığında tövbe edip hatasından dönmektir, hatasında ısrar etmemektir. Ayette geçen “Rabbinden öğrendiği kelimelerle ona yalvardı”. Âdem (as), pişman oluyor, hatasını nasıl telafi edeceğini bilmiyor. Rabbimiz, Âdem’e (as) hatasını nasıl telafi edeceğini, kelimeler öğreterek yol gösteriyor. Rabbimiz, özelde Âdem’e (as) genel olarak da insanoğluna hata yaptığında ne yapması gerektiğini ayetlerinde söylüyor. Bizler de hata yaptığımızda hemen tövbe etmeliyiz. Rabbim, Âdem’in (as) tövbesini kabul ettiği gibi bizlerin de tövbesini kabul edeceğini açıklıyor.
“(Onlara) Dedik ki: Hepiniz oradan (cennetten aşağıya-dünyaya) inin. Bundan sonra size Benden bir hidayet (peygamber veya kuran) geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır” (Bakara, 38). Ayetten anlaşılan, insanoğlu, Rabbinden gönderilen Peygambere ve Kur’an’a uyarsa, asli mekânı olan cennete yeniden gidebileceği bizlere gösteriliyor.
Âdem (as) ve İblis kıssasına, Araf suresindeki ayetlerden devam edeceğiz. “And olsun, Biz, sizi (ruhlarınızı) halk ettik, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o ise secde edenlerden olmadı (kibirlendi ve küfre kaydı)” (Araf, 11). “(Allah ona) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. (Çünkü) Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” (üstünlük benim hakkımdır demeye yeltendi)” (Araf, 12). Burada, maddelerin özelliklerine değinmek istiyorum. Ateş, alev yanarken yukarıya doğru yanar, alevler yukarı çıkar. Ateşin özünde kibir, büyüklenmek, kendini yukarıda görmek özelliklerini barındırır. Toprak ve su, yeryüzünün alt tabakasıdır. Yağmur yağdığında sel yani toprak ve su, hep aşağılara doğru akar. Toprak, tevazuun, alçak gönüllülüğün, acziyetini bilmenin simgesidir.
İblis, Allah’ın (cc) emrini duyunca itaat etmek yerine, Allah (cc) ile akıl yarışına yelteniyor. Yani “ben de senin gibi düşünebilirim, ben de senin kadar akıllıyım” demeye geliyor. İlahlıkta ortaklık, denklik iddiasını ortaya getiriyor. Şeytanî vasfın ikincisi de Allah ile akıl yarışına girmek. Bugün de birilerinin çıkıp “Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’inde şöyle diyor ama bugün bu hükmün uygulanması uygun değildir, hükmü kalkmıştır. Günümüzde böyle uygulanması daha doğrudur” demeleri, şeytanın başvurduğu Allah ile akıl yarıştırmaya yeltenmesine örnektir. Kendini, ilahlık makamına denk görmektir.
Âdemî özelliklerden ikincisi de Allah’ın (cc) bir hükmü, bir emri bize geldiğinde, itaat etmektir. “İşittik itaat ettik” (Nur, 51) demektir. Meleklerin tavrı, emri duyunca itaat etmektir. Bizler de Kur’an’ın emirlerine itaat ettikçe meleklerden üstün bir konuma geliriz. “(Ahsen’i takvim), en güzel biçimde, yaratılmışların en seçkini” (Tin, 4).
Şeytan, Allah’ın (cc) emrini duyunca itaat etmek yerine, aklını ön plana çıkarmıştır. Akıl, önemli bir nimettir. Kur’an-ı Kerim’de yetmiş kusur yerde “Akletmez misiniz?” “Düşünmez misiniz?” geçer. Elbette akıl önemlidir. Fakat bir konuda Allah ve Resulünün bir hükmü varsa bize düşen, aklımızı ikinci plana atıp, Kur’an’a ve Sünnet’e, hadise tabi olmaktır.
“(Allah:) Öyleyse oradan (cennetten defolup aşağı) in, orada büyüklenmen sana yakışmaz. Hemen (huzurumdan) çık. Gerçekten sen, alçaklardansın, dedi (küçük, basit, değersiz, zelil ve hakirsin)” (Araf, 13). İblis de “(Öldükten sonra) dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi” (Araf, 14). “(Cenab-ı Hakk, bu isteğini kabul etmiş ve) Haydi sen kendisine mühlet verilenlerdensin, demişti” (Araf, 15). (Şeytan) Dedi ki: “Madem öyle, (Âdem’e secde etmek gibi nefsime ağır gelen bir imtihana tâbi tutmakla) beni azdırmana karşılık; ben de onları (Âdemoğullarını) saptırmak için Senin istikamet, doğru yolunun üzerinde oturacağım (tuzak kuracağım)” (Araf, 16).
“Ağır bir imtihanla beni azdırdın.” İblis, hatasını kabul etmek, tövbe etmek yerine, suçu başkasına atmak, hatasını kabul etmemek yolunu tercih ediyor. Bu da iblisin üçüncü tavrıdır. Bazen bizler de yenilgiyi kabul etmeyip haksız da olsak iddiamızda ısrar edebiliyoruz. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de, bizlere, Âdem (as) kıssası ile hatadan dönmenin, Âdemî bir davranış olduğunu söylüyor: “Sonra; ön taraflarından, arkalarından, sağlarından ve sollarından muhakkak (kullarına) sokulup saptıracağım. Ki onların çoğunu (dinin ve nimetlerin sayesinde eriştikleri lezzet ve faziletlere) şükredici bulmayacaksın. (Çünkü onlara nankörlük yaptıracağım!)” (Araf, 17).
Yanlışta Israr, Hatada Israr
Şeytan iddiasında ısrar ediyor ve arsızca Allah (cc) ile akıl yarıştırmaya devam ediyor. Şeytanın dördüncü vasfı, hatada ısrar etmek, hatasından dönmemek. “(Cenab-ı Hakk da:) ‘Haydi defol! Aşağılanmış ve kovulmuş olarak çık oradan! Yemin olsun (insanlardan) onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım’ buyurmuştu” (Araf, 18). Allah (cc), kim sana uyarsa, senin vasfına uyarsa, senin yolundan giderse, nimetlere şükretmezse, seninle birlikte cehenneme dolduracağım, buyurmuştur. “(Cenab-ı Hakk:) ‘Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin. İkiniz dilediğiniz yerden (ve şeylerden) yiyin (için); ama şu ağaca yaklaşmaktan (nefsin arzusuna uymaktan sakınıverin). Yoksa zalimlerden olursunuz’ (demişti)” (Araf, 19). “Şeytan kendilerinden örtünüp gizlenmesi (gereken) çirkin-edep yerlerini (avret mahallerini) açığa çıkarmak (böylece cinsi tahrikle şehvet tuzağına kaptırmak) için onlara vesvese verip (akıllarını çeldi) ve dedi ki: Rabbinizin size bu yasaklaması, sadece, sizin iki melek olmamanız veya cennette ebedi kalmamanız içindir” (Araf, 20). “Ve (İblis): ‘Gerçekten ben, size öğüt verenlerdenim’ diye yemin de etmişti” (Araf, 21).
Kur’an-ı Kerim de, “öğüt veriyorum” diyenlerin, art niyetli olabileceğini, her yemin edenin doğru sözlü olmadığını bizlere açıklıyor. Bizleri, uyarıyor. Güzel konuşup yemin eden, kılık kıyafeti düzgün, hacı hoca görüntüsünde de olsa, sözlerini araştırın, tetkik edin, diye bizleri uyarıyor. Şeytani vasıflardan beşincisi de yalan söyler, öğüt veriyormuş gibi yapar. “(Şeytan bu suretle) Onları aldattı (ve derecelerini alçalttı). Ağacı (şehvetle) tadınca çirkin yerleri kendilerine göründü ve (o çıplak vaziyetlerinden utanarak) cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine: ‘Ben, sizi bu ağaçtan men etmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?’ diye seslendi” (Araf, 22). “(Hz. Âdem:) ‘Rabbimiz, biz ikimiz, kendi nefislerimize zulmettik. Eğer bizi, mağfiret edip bağışlamazsan, bize acıyıp merhamet buyurmazsan mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz’ diyerek (hatalarını kabul edip bağışlanma dilemişlerdi)” (Araf, 23). Âdemî vasfın birincisini Bakara, 37. ayette incelemiştik. Allah, “Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır” buyurdu (Araf, 24). “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız, dedi” (Araf, 25).
Âdem (as) kıssasından alınacak dersi özetleyecek olursak; Allah (cc), Bakara, Araf ve Taha sureleri ile bizlere, İblis’i azdıran, lanetlenmesini gerektiren sebepleri açıklamak istemiştir. Açıklamıştır ki bizler de bu hataya düşmeyelim. İblis’in yoluna gitmeyelim. Âdem’in (as) tavrını bizlere örnek göstermiştir ki bizler de Âdem’in (as) yolunu tutalım, hata yaptığımızda hemen tövbe edelim.
Şeytanın vasıflarını özetleyecek olursak; 1. Gururlu ve kibirlidir. 2. Allah ile akıl yarışına girer. Aklını onun aklına denk görür. 3. Hatayı başkasında arar, kendinde hata görmez. 4. Hatasından dönmez, hatada ısrar eder. 5. Yalan söyler, doğruyu söyler gibi yalan söyler, öğüt verir gibi yalan söyler.
Âdem’in (as) vasıflarına gelince; 1. Hatasını anladığında tövbe edip hatasından dönmektir. Hatasında ısrar etmemektir. 2. Allah’ın (cc) bir hükmü, bir emri geldiğinde emre itaat eder. Aklımıza yatmasa bile, aklını ikinci plana atıp, “İşittik itaat ettik” demektir.
Rabbim, cümlemizi Âdem’in (as) yolundan giden ve asli mekânımız olan cennete kavuşanlardan eylesin.
Cefai DEMİREL