Kur’an’ın Dört Temel Terimi Okumaları – IV-Din
Genel Gündem Son Sayımız Yazarlar

Kur’an’ın Dört Temel Terimi Okumaları – IV-Din

FATİH PALA

İlah, Rabb ve İbadet’ten sonra, geldik dördüncü ve sonuncu terimimiz olan Din konusuna. Başından beri belirttiğimiz üzere, hacmi küçük ve fakat muhtevası dünyalar boyu olan bir eser, bir kitap çalışması olan Kur’an’ın Dört Temel Terimi, ilmiyle amil olduğuna şehadet getirdiğimiz Ebu’l-a’lâ el-Mevdudî(rahmetullahi aleyh) tarafından kaleme alınmıştır. Gerek Pakistan topraklarında, gerek bütün Arap toplumlarında (Şehid Seyyid Kutup da dâhil) ve gerekse Türkiye’de etkisini halen sürdüren bir çalışmadır. İnanç noktasında Müslümanların doğru bir düzlemde bulunmalarını sağlayıcı bir fonksiyona sahiptir. Doğru bir inanışa sahip olmayanlar, yanlışlıklar dehlizinde bocalayıp dururlar. Kur’an’ın hakkıyla ve dosdoğruca anlaşılması için elzem olan dört mevzuu kardeşlerinin dikkatine pür dikkat sunan merhum âlim Mevdudî’ye tekrar tekrar Rabbimizden rahmet diliyoruz.

Din teriminin anlam haritası oldukça geniştir. Boyun eğme, bir şeyin veya kişinin kulluğu altına girme, kabul etmek zorunda kalma anlamlarına geldiği gibi; izlenilen yol, adet, gelenek-görenek, kural manalarını da taşır. Aynı zamanda ceza ve karşılık görme, hesaba çekilme anlamlarında da kullanıldığı olmuştur. Pek tabi ki onu bize en net, en tartışmasız ve en sağlam bir şekilde tanıtıcı olan Kerim Kitabımız Kur’an’dır.

Bu güzel eserin bize aşılamaya çalıştığı şey, Kitabullah’ın din konusunu dört ana gövdeye ayırdığını fark etmemiz gerektiğidir. Öncelikle hüküm ve egemenlik merciinin yalnızca Allah (azze ve celle) olduğu kabul edilip kavranılmalıdır. Bütün bir hayat bu kabulleniş havzasında kendini ve mahiyetini korur, bulur, günceller ve diri tutar. Aciz ve noksan sıfatlara haiz olan her insan, muhakkak surette boyun eğeceği, emir ve nehiylerine itaat edeceği bir yüce güce ihtiyaç duyar, duymuştur ve duyacaktır. Böyle bir derdinin olmadığını söyleyenler de, nihayetinde heva ve heveslerine boyun eğmiş, itaat etmiş olurlar. Yine aynı döngü yani. Ama biri ulvî, diğeri süflidir bu döngünün.

Sonrasında, büyük, yüce, ulvi olarak iman edilen otoriteye kul olunma ve kayıtsız şartsız itaat etme durumu hasıl olur. Kişi inancını ibraz etmelidir, edebilmelidir ve etmek zorundadır. Durduğu yeri ve temsil ettiği şeyin hakkını teslim etmelidir. Gerekli olan bütün vecibeleri yerine getirmekle mesuldür. İnandım, kabul ettim demek yetmez. Eğer boyun eğdiğin İlah’ın ve Rabb’in güneşe ulaşmanı senden istiyor ve bekliyorsa; hiç tereddüt etmeden kanatlarına azmi ve sebatı azık edip uçmaya yönelmelisin. İspat, cesareti getirir. Cesaret, esareti yok eder. İnanmış ve dayanmışsan eğer, senden daha güçlüsü-kuvvetlisi yok demektir. Senin dayanağın en yücedir, en büyüktür, en ihtişamlıdır. Bu da demek oluyor ki, tek güvenilmeye ve dayanılmaya layık olan O’dur. Başkaları acizdir, kısırdır, kısıtlıdır. Başkaları da –geçici de olsa- yine mevcut gücünü O’ndan alır. Ve bu aldıkları güç, onların helakine sebep olur. Kazandıkları, kendilerini nâr’a götürür.

Öyle bir aşamaya geliniyor ki sonra, hükümlerine boyun eğinilen İlah’ın olmasını ve oluşturulmasını istediği sistemi ve düzeni yeryüzüne hâkim kılmanın mücadelesi doğuyor. Meşru zeminlerde her bir kulvarın hayat bulması gerekiyor. Sosyal, siyasi, ekonomik, ailevî, ahlakî, hukukî ve daha pek çok alanın bu ilahi ve tevhidi düzlemin rengine bürünmesi gerekiyor. Bu gerekliliğin akis bulması da, bağlıların eliyle ve cehdiyle gerçekleşecektir. Zira şanı pek yüce olan Allah subhanehu ve teâlâ, güzel sonları getirici en güzel işlerin mü’minler tarafından, yani kendine, dinine, hükmüne razı olan kulları tarafından yapılmasını diliyor/bekliyor.

Hakk’a teslim oldukça özgürleştiklerinin şuurunda olarak yaşam sergileyenler, İslam gibi yegâne ve benzersizliklerin en muhteşem anlamgahı/kaynağı olan bir dine mensup olmanın bahtiyarlığının burçlarında soluk alıp verirler. Yaşatmak için yaşanılan bir yaşam tertibatıdır o. Ve mürettebatı da soylu sevda kuşanıcıları olan mü’minlerdir, muvahhidlerdir, mücahidlerdir.

Başlangıcı olan her bir şeyin, sonu da vardır, sonu da olacaktır. Bu eşyanın ve yaratılanların tabiatına yüklenen bir hakikattir. İnsan için de gerçekliğini koruyan bir husustur bu. Ve hatta insan için daha bir mühimlik taşır demeliyiz. Malûmdur ki, hayat ve dünya insanlar ve cinler için var edilmiştir. Böylece, doğumlarından ölümlerine kadar kendilerine bahşedilen süre içerisinde tüm işlenilenlerden ötürü sorguya-suale çekileceklerdir. Eğer sonunda sorgu-sual barındıran bir gerçekliğe iman ediliyorsa; o yücedir, o bitimsizdir, o hakikidir, o evvel ve ahir olan bir yüceler yücesinin sahipliğindedir.

Allah Teâlâ katında tek geçerli yaşayış şekli olan/ inanış tarzı olan din-i mübin-i İslam bağlılarını sonucu cennet olan, mükâfat olan, ecir olan, kurtuluş olan bir hayata çağırır. Bundan daha âlâ bir davet olamaz biz aciz insanlar için. Akl-ı selim olan, fıtratının sesine kulak veren tüm inanmış yüreklerin icabet edeceği, kabulleneceği ve bayraklaştırabileceği bir ulviliktir bu.

Hayatı anlamlandırmak, güzelleştirmek, değerli kılmak ve değer sahibi olarak yaşamak isteyenlerin durağı İslam’dır, İslam olmalıdır ve İslam olmak zorundadır. Çünkü o Allah kaynaklıdır, Allah’tan gelmedir, Allah’ın sunduğu/kabul ettiği/sevdiği ve sevdirdiği dindir.

İşte, tüm bunları ve daha çoğunu güzel Müslüman Ebu’l-a’lâ el-Mevdudî’nin Kur’an’ın Dört Temel Terimi kitabındaki Din bendinden öğreniyoruz. Öğrenmekle kalmıyoruz sadece, fark ediyoruz, belliyoruz ve inşaAllah belletenlerden oluyoruz.

Rabbimiz hakkıyla tutan, öğüt alan ve ömrünü ilahî vahyin sunduğu şekilde berrakça tamamlayıp mükâfatlar denizinde rahmet edilmişlerle birlikte sonu gelmez bir yüzüşü nasip eylesin bize, yani cümle ümmete, yani tüm İslamlılara…

NOT: Bu Yazı Genç Birikim Dergisinin 169.Sayısında (Haziran-2013) Yayımlanmıştır.

Etiketler :

 

GRUBA KATIL