Şehit Beldeler
Arşiv Yazarlar

Şehit Beldeler

Şehadet kokar dualarında, mücahidin. Yüreği yangın yeri, arzusu vuslat. Rabb’in davetine sevdalıdır, onu bildi bileli. Bir günden bir güne gerçek olacak elbet, maşuka kavuşma. Yalan dünyanın kementlerinden azat olacak muhakkak. Kimi sözünü tuttu, kimi beklemede. İşte onun içindir müjde, onundur ikram. Bundandır telaşı, bundandır sebat. Sözler verildi, tutulacak bir bir. Şehit, canını sunarak emanetin sahibine; sahip, vaatleri sıralayacak sözlerin yiğidine. Alan hoşnut olacak, veren razı, işte alışverişin en kârlısı. Ölüme koşanın, düğüne koşar gibi şen olmasının sırrı buradadır, nasibi olmayanın asla anlamayacağı sırdır bu. Bilseydi oysa ondaki lezzeti, uğrasaydı hayret makamına, uzak mı dururdu ondan, ihanet eder miydi sözüne? Asla…

Beşer vurgundur şehadete de beldeler geri mi durur? Dile gelir her bir mümin belde; mücahidin sığınağı olur, şehidin daimi istirahatgâhı… Küfrün taarruzundan muhafaza eder yiğidi. Karanlık sokaklarının emniyetiyle kuşatır onu, saklar. İhanet etmez asla emanete, ele vermez. Yansa da bağrı, taş üstünde taş kalmasa da değişmez bir şey. Yıkılır kaleler, tarümar haneler lakin teslim edilmez mücahit kahpe düşmana. İlla teslim edilecekse emanet, emanetin sahibinedir teslimat. Sonu şehadet olur ancak başka bir şey değil.

Nasıl ki şehirlerin anasıysa şehitlerin de anasıdır Mekke. Kırka ulaşıncaya kadar sayı, sakladı kutlu nebiyi, arkadaşlarını. Gündüzün aşikârlığından, karanlığın şerrinden, azgınların hiddetinden sakındı, gözünü sakındığı gibi. Ey örtüsüne bürünen, diye nida edildiğinde resule, huşu ile üstünü örttü nebinin, sessiz ve narin. Gözlerin üstündeki örtüydü kimi zaman, baktıkları hâlde önlerinden yürüyüp geçen peygamberi gizleyen. Kimi zaman Erkam’ın saadet hanesi nura gark olurken nasipsiz zihinleri perdeleyen, Mekke’dir.

Abdullah bin Zübeyr’in kıyamının ardındadır dimdik, nebiyi muhafaza ettiği gibi, dar-ı bekaya irtihalinden sonra, dava arkadaşlarını da bağrına basmış, onlara kucak açmış, korumuştur. Ahde vefadan zerrece feragat yok, elçi gitti, diye mücadeleyi terk etmek yok. Topukları üstünde geriye dönmek, safları terk etmek, mücadeleyi yüzüstü bırakmak yok. Mademki gözlerin nuru, gönüllerin süruru yoktur artık, onu en güzel şekilde temsil etmek, ona vekâlet etmek yakışır nebiler beldesine. Gözün arkada kalmasın iki cihan serveri, geride bıraktığın dostlardan müteşekkil bir ordu ve nihayet onların sığınağı muhkem bir kale, Mekke, müdafisi ve muhafızıdır tevhit mücadelesinin.

Hakkı müdafaa mücadelesinin acı meyveleri olacaktır elbette. Beldelerin katledilmesi, şehirlerin şehadeti. Sahnede beliren Emevi kumandan: Haccac-ı Zalim. Abdullah’ı ister, kıyamın son bulmasını… İster ki başlar secdede âlemlerin rabbinden başka, melik için de eğilsin. Eğri kılıçlar batılı düzeltmek için çıkmasın kınından, emirlere itaat etsin ve kıyamete kadar payidar olsunlar, hüküm sürsünler. İşte bundandır kanına girmeleri, mübarek beldenin. Taş üstünde taş koymamacasına; kıblegâhı, Kâbe’yi yıkma pahasına… Durmasın o vakit ahşaptan zebaniler, dişlilerden oluşan canavarlar, mancınıklar… Zulmün meşum yumruklarını, koca koca kayaları fırlatsınlar Mekke’ye, yüreklerimizin üstüne. Sen ki ahdine sadık kaldın ey Mekke, emaneti, yıkımın pahasına sakladın, Haccac’a vermektense ölmeyi tercih ettin, şehidi rabbine teslim ettin. Senden yana hiçbir şüphesi yoktu, Abdullah bin Zübeyr’in.

Şehadet bir yok oluş değil, tekrar tekrar dirilmektir, dercesine her yıkılışında küllerinden yeniden doğan eşsiz şehir. Allah yolunda ölenler için ölü demeyin, onlar ilahi kudretin birer nişanesi. Allah’a adanan beldeler ise apayrı abideler. Onlar, bir ölüp bin dirilen şahitleri, davasının en büyük dayanağı, desteği… Onlar ki adanmışlığın sokak sokak, cadde cadde dillenmesi… Yıkılıp tekrar vücut bulması…

Haccac’ın zulmüyle son bulmayan Mekke’nin mücadelesi, Karmatilere, Suudilere karşı sürüp gider. Ve kim bilir daha kimler gelip geçecek tevhit mücadelesi sahnesinden? Daha kimler girecek mücahit beldelerin kanına, kim bilir?

Daha kaç Kudüs görecek haçlı miğferi, Siyonist nefreti kim bilir? Binler, on binler yeterli olacak mı şehit çocukları, mücahit kadınları saymaya?

Hama, Halep, Kabil kanına girilen beldeler, kaydedilecek mi tarih sayfalarına?

Müslümanlar felaha kavuşur mu yine? Beldelerimiz abad olur mu yeniden? Zulüm son bulur da selam yayılır mı tekrar? Kim bilir, Allah’tan ümit kesilmez elbette.

Gelse celalinden cefa

Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana sefa

Kahrın da hoş, lütfun da… (Yunus Emre)

Taşkın ÖNEL

 

 

 

GRUBA KATIL