Cefai Demirel
İnsan sosyal bir varlıktır. Yalnız yaşaması mümkün değildir. İçinde bulunduğumuz asır bilgi ve teknoloji çağı olarak ifade edilmektedir. Artık eskisi gibi biriyle haberleşmek istediğimizde postaneye, eve, bir telefon kabinine gitmiyoruz. Kablosu fişe bağlı telefon kullanmıyoruz. Bir yerden diğerine gitmeye gerek kalmadan işlerimizi oturduğumuz yerden halledebiliyoruz. Birbirimizle kilometrelerce uzaktan kıtalar ötesinden konuşabiliyor hatta görebiliyoruz. Arabalarımızda telefonlarımızda dijital haritalarımız var. Adres sormaya da gerek kalmadı. Adresi üzerine yazdığımızda bizi istediğimiz yere götürüyor. Bilmediğimiz bir yere gittiğimizde tanımadığımız insanlarla adres vesilesiyle konuşmak zorunda kalmıyoruz. Aslında her şey insan hayatını kolaylaştırmak için yapılıyor. Düne göre hayat çok daha rahat görünüyor.
Modern ve teknolojik toplumda meydana gelen bu gelişmelere rağmen insan yalnızlaşıyor. Ekonomik olarak düne göre bugün daha rahatız, iletişim olarak daha rahatız,ulaşım olarak daha rahatız vs. Fakat mutsuz ve yalnız hayatlar yaşıyoruz. Eskiden bir köyde bir şehrin mahallesinde evler birbirine uzak olmasına rağmen herkes birbirini bilir ve tanırdı.Hasta olan biri hemen duyulur, cenazelerde üzüntüler paylaşılır hatta cenaze evine yemek bile yaptırılmazdı. Şimdilerde çok katlı dairelerimiz var. ceplerimizde telefonlarımız, çantalarımızda bilgisayarlarımız var fakat dairelerde oturan ailelerden kaç tanesi birbirini ne kadar tanıyor. Hatta komşuları tarafından kokudan rahatsız olup on gün sonra bulunan yaşlı haberlerini artık daha sık duymaya başladık.
İnsan yalnızlaşıyor. Anne-baba, baba-oğul, anne-kız birbiriyle konuşamıyor. Herkes kendi dünyasını kurmuş gidiyor. Baba televizyon başında haberleri seyrediyor. Anne diğer televizyonda dizilerini takip ediyor. Oğlan atari oyunda. Kız ise feysinde, tivitinde. Aynı çatı altında birbirimizden kopuk bir yaşantımız var.Dört insanın dört ayrı dünyası oluşmuş. Metroda,otobüste insanlarımız telefonlarını çıkarıp ya oyun oynuyorlar yada kulaklıklarını takıp müzik dinliyorlar.Yanımızdaki insan bir soru sorsa, konuşmak istese bizlere zulüm geliyor. Aslında kalabalıklar içinde yalnızları oynuyoruz. Konuşamıyoruz. Aslolarak konuşmak psikolojik bir terapidir. Konuşamadığımızdan ruhsal sorunlar artmıştır. Toplum olarak doğru yerde kullanmadığımız teknoloji bizi kültürümüzden ve birbirimizden uzaklaştırmıştır. Bugün en çok TV programı izleyen,telefon kullanan,internet başında sabahlayan ülkelerden biriyiz.Teknolojiyi doğru yerde kullanmıyoruz ve esiri oluyoruz.
Toplum olarak hep “ah nerede o eski bayramlar” der dururuz. Kiminle konuşsak herkes “eski bayramlar” der. Bu bayramlar Neden devam etmemiş? Neden gençler yaşamamış acaba.
Gençlerimiz akrabalarını tanımıyorlar, yaşlılara saygı kalmamış, gençler yaşlılara yer vermiyor. Otobüste şikayet ediyoruz, gençlik ne hale geldi, yaşlılara saygı kalmadı diye. Kendimize bir soralım bu gençler kimin çocukları? bunları kim yetiştirdi? Bu gençler başka ülkeden gelmedi,Bu gençler bizim çocuklarımız. Bu gençleri biz yetiştirdik.(Daha doğrusu yetiştiremedik.)
Güzel bir atasözümüz var “Ne ekersen onu biçersin. ”Biz büyüklerimizden gördüklerimizi uygularsak, çocuklarımızda bunları görecek onlarda bayramları bizim gibi kutlayacaklardır. Geleneklerimize sahip çıkacaklar. Bizler eğer ki bayramları tatil gibi görür sahillere kaçarsak, evlatlarımızda bayramları tatil gibi görürler. Bizler yaşlanınca onlarda bizlerin elini öpmek yerine sahillere kaçarlar. Devir değişti diyorlar, bu ne biçim devir ki kültürümüzü de değerlerimizi de yok ediyor. Toplum olarak biz nasıl bu hale geldik kendimize bir soralım.
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Çocuk babasına: “Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun” diye sordu. Zaten yorgun gelen adam,“Bu senin işin değil” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk, “Babacım lütfen, bilmek istiyorum” diye üsteledi. Adam,“İlla da bilmek istiyorsan, 20 TL” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk, “Peki bana 10 TL borç verir misin?” diye sordu.Adam iyice sinirlenip, “Benim senin saçma oyuncaklarına ve benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat!” dedi.Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Adam sinirli sinirli; “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?” diye düşündü. Belki de gerçekten lazımdı.Yukarıya, çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı. Yatağında olan çocuğa,“Uyuyor musun” diye sordu. Çocuk “Hayır” diye cevap verdi. “Al bakalım, istediğin 10 TL. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim.” dedi.Çocuk sevinçle haykırdı. “Teşekkürler babacığım” hemen yastığının altından diğer buruşmuş paraları çıkardı. Adamın suratına baktı, Adam,“Paran olduğu halde neden para istiyorsun?” Çocuk; “Param vardı ama yeterince yoktu” dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı ve“İşte 20 TL Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?”
Bugün bizlerde evlatlarımızın geleceği için onları en iyi okullara göndermeye çalışıyoruz,en iyi meslekleri öğrenmeleri için uğraşıyoruz, geleceklerini garantiye almaya çalışıyoruz. Bunları yaparken hep onların iyiliği için yapıyoruz. Fakat eksik bıraktığımız bir şeyler var. Onlara yeterince zaman ayırmıyoruz. Maddi imkanlarını çözdüğümüzde velilik görevlerimizi yerine getirdiğimizi zannediyoruz. Onların bizlere ihtiyacı var. İlgilenilmeye ihtiyacı var. Değer verildiğini bilmeye ihtiyacı var. Evdeki bir nesne, bir obje olmaktan öte bir insan, bir evlat olduklarını bilmeye ihtiyaçları var. Bizler evlatlarımıza zaman ayırmazsak, Televizyon, bilgisayar, telefon medya ve onlara zaman ayıran birileri evlatlarımızı bizden koparır. İnancımıza,geleneğimize, bizlere yabancı bir nesil olarak yetiştirir.
Kaynaklar:Belçika İbni Sina İmam Hatip Lisesi
NOT: Bu yazı Genç Birikim dergisinin 173.sayısında (Ekim-2013) yayımlanmıştır.