Hayya Ale’l-İnfak
Arşiv Genel Yazarlar

Hayya Ale’l-İnfak

Hamd, övgü, sena, teşekkür âlemlerin rabbi olan yüce Allah’a; salat ve selam da biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz, öğretmenimiz olan Hz. Muhammed’edir.
Rahman ve rahim olan rabbimiz, biz kullarını dünyada çok şeyle imtihana tabi tutar. Kimimiz, bunun farkına varır ve gereken titizliği göstermeye çalışırız; kimimizse çoğu şeyden habersiz olarak yaşam sürdürürüz. İşte bu imtihan vesileleri mal, mülk, servet ve benzeridir. Verilen her nimetin, birer emanet olarak biz acizlere sunulduğunun bilincinde olduğumuz ve bu bilinçle yürüdüğümüz müddetçe, kazançlı olanlar safında yerimizi almış oluruz. Ama gerçekten bu, zor mu zor bir imtihan! Çünkü insanoğlunun vermekte en çok zorlandığı şey; malıdır, parasıdır, kazancıdır. Rablerinden, her vakit hayırlı olanı değil de mal mülk isteyenler, daha sonra o isteklerinin başlarına çokça sıkıntı getireceğini bilerek hareket etmelidirler.
Rabbimiz, infakla ilgili kitab-ı keriminin bazı ayetlerinde şöyle buyurur: “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz, iyilik değildir. Ama iyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) verenlerin tutum ve davranışlarıdır. (…) İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.” (Bakara Suresi, 177)
“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her birinde yüz dane bulunan bir başağın hâline benzer. Allah, dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kapsar.” (Bakara Suresi, 261)
“Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın.” (Bakara Suresi, 267)
“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr olarak hayra harcayanlar var ya, işte onların, rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir.” (Bakara Suresi, 274)
Müminlerin en bariz ve en önemli vasıflarından biri de mallarını infak etmeleridir. Hesap gününü düşünen her mükellef, malın bir imtihan sebebi olduğunu bilir ve mali ibadetlerini eda etme hususunda titiz davranır. Elbette üretim, üretim araçlarının mülkiyeti ve tüketimin -tek kelime ile ekonominin- insan hayatındaki yerini inkâr etmek mümkün değildir. Ancak, tüketim hırsının alabildiğine kamçılanması ve hesap günü şuurunun yok edilmesi, başlı başına bir faciadır.
Rasulullah’ın (sav): “Mümin bir midesi ile yer, kâfir ise yedi mide ile yer.” (Reddu’l-Muhtar) buyurduğu sabittir. İbn-i Abidin: “Buradaki yedi rakamı, mübalağa içindir. Mümin, dünyaya karşı zahittir. Kâfir ise hırsla doludur. Dolayısıyla mümin; yemeği, hayatını devam ettirebilmek ve ibadetlerini eda edebilmek için yemektedir. Küfredenler ise hırs, şehvet ve lezzet duygularını elde edebilmek için yemektedirler.” diyerek meseleyi izaha gayret eder. Elbette yemek ihtiyacı, insandan insana değişebileceği gibi, insanın çalıştığı işin zorluğuna veya kolaylığına göre de değişebilir.
Hz. Aişe validemizden (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir: “Bir gün Rasulullah’a (sav); `Ya Rasulallah! Cahiliyye Devri’nde Abdullah İbn-i Cedan; misafiri ağırlar, akrabayı ziyaret eder, köleleri kölelikten kurtarır ve komşularına iyilik ederdi. Bunların kendisine bir faydası olur mu?’ diye sordum. Rasulullah (sav): `Hayır; o, hiçbir zaman Allah’ım, ceza gününde beni bağışla, demedi.’ dedi”
Yine Hz. Enes b. Malik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir: “Kıyamet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denir ki baksana! Dünya dolusu malın olsaydı -şu azaptan kurtulmak için- o malını fidye olarak verir miydin? O kimse, azabın şiddetini gördüğü için, evet, muhakkak verirdim, der. Allahu Teala, ben (dünyada) senden, bundan daha kolay bir şey istemiştim. Henüz ruhlar âleminde iken bana hiçbir şeyi ortak koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin, der.” (Sahih-i Buhari, Müsned-i Ahmed b. Hanbel).
Kur’an-ı Kerim’de, muttaki müminlerin infak hususundaki tavırları şöyle izah edilmiştir: “Yemeğe olan sevgilerine rağmen yoksulu, yetimi ve esiri doyururlardı. `Biz size ancak Allah’ın rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür isteriz. Çünkü biz rabbimizden, o suratların ekşiyeceği çetin günden korkarız.’ derlerdi, İşte bundan dolayı Allah, o günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (kalplerine) sevinç vermiştir.” (İnsan Suresi, 8-11). Sahabe-i kiram, infak amelini eda için, genellikle gece karanlığından faydalanmıştır. Buna imkân bulamazlarsa fakir kimse uyurken infak edecekleri malı yanına bırakıp oradan hızla uzaklaşmışlardır.
Rasulullah’ın (sav): “Sağ elin verdiğinden, sol elin haberi olmasın.” (Sünen-i Tirmizi, Sahih-i Müslim) tavsiyesi, bütün infak için geçerlidir. İnsanın fıtri hâllerinden biri de iyilik gördüğü kimseyi sevmek, kötülük gördüğü kimseden de uzaklaşmaktır. Bu, esasen her canlıda bulunan bir özelliktir. Fakat bazen öyle iyilik edenler olur ki yaptığı iyiliği başa kakarak insanı, keşke bu iyiliği yapmasaydı, dedirtecek noktaya götürür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da sonra o harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve eziyet etmeyenler (yok mu?); onların, rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.” (Bakara Suresi, 263) buyrulmuştur.
İslam toplumu, iyilik ve takva hususunda yarışmayı esas alan fertlerin bir araya gelmesiyle hayatiyet kazanır. İman eden, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden insanlar hüsrandan kurtulabilirler. İnfak amelinde, riayet edilmesi gereken en önemli prensip şudur: Mükellef, en sevdiği şeyi infak edecektir. Bu husus, kati naslarla sabittir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş olamazsınız. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilicidir.” (Al-i İmran Suresi, 92) hükmü beyan buyrulmuştur. Bu ayet-i kerime inzal olunca sahabe-i kiram, infak hususunda birbirleriyle yarışmışlardır. Ensar’dan Hz. Talha (ra), Mescid-i Nebi’nin karşısında bulunan ve “Beyraha” denen çok kıymetli bahçesini infak etmiştir. Hz. Ömer (ra), malının en iyisi olan Hayber hurmalığını vakfeder. Hz. Cabir (ra), “Ben hicret edenlerden veya Ensar’dan, mal sahibi olup da infakta bulunmayan hiç kimseyi hatırlamıyorum, diyerek sahabenin bu husustaki tavrını izah etmiştir.
Rasulullah’ın (sav); veren el, alan elden daha hayırlıdır, buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla müminler, en sevdikle mallarından, ihlasla infakta bulunmalıdırlar. İslami mücadelenin hedefine varabilmesi için, iyilik ve takva hususunda birbirleriyle yarışan, muttaki müminlere ihtiyaç vardır. Bu husus, asla unutulmamalıdır.
İnfak; mal hırsının, cimriliğinin, irade zayıflığının ve bencilliğin tutsaklığından kurtulmaktır. Elleri, başkalarına yardım etmekten; vicdanları, özveriden ve ruhları, özgürlükten alıkoyan mal tutkusundan sıyrılmak, arınmaktır. Bu özveri, ayetteki “mal sevgisine rağmen” (Bakara Suresi, 177) ifadesi ile altı çizilen ruhi ve duygusal vşt değerdir, kazanımdır. Yani insanın, değersiz ve kötü malı değil, sevdiği malı başkalarına vermek üzere, ona elini uzatarak mal tutsaklığından, maddi varlık köleliğinden kurtulması, azat olması… Bu kölelik, vicdanları alçaltan ve başları öne eğdiren bir bağımlılıktır. Bu özveri, insanı; ihtirastan, insanı küçük düşüren mal ihtirasından da azat eder. Bu ise İslam’ın görüşüne ve ölçüsüne göre büyük bir insani değerdir. İslam öyle bir dindir ki insanı dış dünyanın, sosyal çevrenin olumsuz etkilerinden korumaya geçmeden önce, onu kendi nefsinin kışkırtmalarından, ihtiras ve zaaflarından kurtarmaya girişir. Çünkü İslam, nefislerinin kölesi olmuş kimselerin, aynı zamanda insanların da köleleri olduklarına, buna karşın nefislerinin tutsaklığından kurtulmuş kimselerin, aynı zamanda toplumların; başı dik, özgür bireyleri olduğuna kesinlikle inanır.
Bütün bunlardan başka bu özveri, toplum düzeyinde de insani bir değerdir. Akrabaları gözetme, onlara yardım etme; insan kişiliğinin saygınlığını, aile onurunu koruyan ve akrabalık bağlarını kuvvetlendiren bir davranıştır. Aile, toplumun çekirdeğidir. Bu yüzden ayette (Bakara suresi, 177) en başa konarak ona özel bir ilgi gösterilmiştir.
Bu özveri, yetimlere dönük yüzü ile toplumda; büyükler ile küçükler arasında, güçlüler ile zayıflar arasında bir dayanışmadır. Ana, baba ilgisinden ve korumasından yoksun olan bu yavruların, bu eksikliklerini karşılama, bu boşluklarını doldurma girişimidir. Böylece başıboş kalacak ümmet çocuklarının, bozulma tehlikesiyle karşı karşıya gelmelerine; çocuklarını gözetmeyen, onlara yardım eli uzatmayan toplumların felaketlerle yüz yüze gelmelerine karşı koruyucu bir önlemdir.
Bu özveri, geçimlerini sağlayacak maddi imkânlardan yoksun olmalarına rağmen, yüz suyu döküp hiç kimseden bir şey istemeye kalkışmayan yoksullara dönük yüzü ile böylelerinin onurunu koruyucu, mahvolmalarını engelleyici, hiçbir ferdini ihmal etmeyen ve hiçbir üyesinin perişanlığına göz yummayan İslam toplumunun, geçerli olan sosyal dayanışma ve yardımlaşma ilkesini, somut örneklerle kanıtlayıcı bir önlemdir.
Bu özveri, malından ve ailesinden uzak düşmüş yolcuya dönük yüzü ile sıkıntı anında, aileden, maldan ve memleketten ayrı düşüldüğü sırada böyle bir sıkıntıya düşen kimseye karşı yapılması gereken bir kurtarma görevi, aynı zamanda bütün insanlığın bir tek aile, bütün yeryüzünün ortak bir vatan olduğunu, bu ortak vatan yüzeyinde bir ailenin, başka bir aile ile, bir malın başka bir mal ile, bir ilişkinin başka bir ilişki ile ve bir ikametgâhın, başka bir ikametgah ile el ele verebileceğini, yarı yolda kalmış bu çaresize hissettirme girişimidir.
Bu özveri, muhtaçlara dönük yüzü ile onların darlıklarını giderici, böylece kendilerini İslam’ın hoş görmediği dilencilikten alıkoyucu bir tedbirdir. İslam’a göre geçimini asgari düzeyde sağlayan ya da çalışacak bir iş bulabilen kimsenin dilenmemesi gerekir. Böyle bir kimseye dini, elindekine kanaat getirmeyi ya da çalışıp geçimini sağlayarak dilenmemeyi emreder. Sadece çalışamayanlar ve asgari ihtiyaçlarını karşılayamayanlar dilenebilirler.
İslam hukukunda infakın kapsamı geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi, diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekât, sadaka ve benzeri yardımları da anlamı içine alır. Zekât gibi, miktarı belli yardımlaşma hükümleri gelmeden önce ashab-ı kiram, yoksullar için ne kadar harcayacaklarını bilmiyorlardı.
İnfakın en faziletlisi ve en önde geleni, kişinin muhtaç durumda bulunan hısımlarına yaptığı harcamalardır. Ayette şöyle buyrulur: “Erkekler, kadınlar üzerinde hâkimdirler. Çünkü Allah birini -cihat, imamet ve miras gibi bazı konularda- diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler, mallarından, onların geçimini sağlamaktadırlar.” (Nisa Suresi, 34). Aile fertlerine yapılacak harcama, sadaka hükmündedir. Hadiste şöyle buyrulur: “Bir Müslüman, aile fertlerinin geçimini, Allah’ın rızasını umarak sağlasa bu, kendisi için sadaka olur.”
Zekât, infak, her şeyden önce kulun Allah’ın emrine itaat edip kulluğunu göstermesinin en güzel şeklidir. Çünkü zekât vermeyi, Allah emretmiştir. Kulun vazifesi, öncelikle niçinini araştırmadan rabbi tarafından emrolunduğu şeyi yapmaktır. Müslüman; sevdiği, inandığı rabbinden aldığı emri, canının yongası olan malını hiçbir maddi karşılık beklemeden vererek kulluk borcunu en güzel şekilde ödemiş olur. Bunun yanı sıra zekât, kişiyi; günah ve cimrilik kirlerinden temizler. İnsandaki mal sevgisini kırıp Allah sevgisinin ön plana geçmesine sebep olur. “Ey müminler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın, böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır” (Münafikun Suresi, 9) ayet-i kerimesinin işaret ettiği manayı gerçekleştirir.
Zekâtın toplum açısından önemi, zekâtı veren ve alan açısından öneminden daha aşağı değildir. Yüce Allah, insanların tümünü aynı kabiliyet ve güçte yaratmamıştır. İnsanların fizikî yapılarında olduğu gibi, mali güçlerinde de farklılıklar vardır. İnsanlar ya zengin ya fakir ya da orta hâllidirler.
Dünyanın çeşitli yörelerinde, zenginlerin olabildiğince lüks ve israfa dalmaları, sayelerinde kazanç sağladıkları fakirleri düşünmemeleri, onlara yardım ellerini uzatmamaları, fakirlerin kendilerine kıskançlık ve kin duymalarına sebep olmuştur. Bunun neticesi olarak da toplumlarda sosyal patlamalar, huzursuzluklar ve isyanlar görülmüştür. İşte zekât, infak bütün bu olumsuz hadiselerin önünde en güzel settir. Toplum içerisindeki fertlerin düşecekleri dar durumlarda onları koruyan sosyal bir düzendir. İnsanlar arasındaki dayanışmanın sağlanmasına yardımcı olur. Zenginlerle fakirler arasındaki mesafeyi kısaltır. Fakirlerin gönüllerinde, zenginlere karşı doğabilecek kıskançlık ve kinleri söndürür. İnsanlar arasında sevgi ve kardeşliği yayar. Böylece hem fakirin aç, susuz ve çıplak kalmasını önler hem de cemiyetin düzen ve huzurunun bozulmasına engel olur.
İslam’ın infak şubesi, yabana atılamaz. İman eden bilmelidir ki yüce Allah, harcanan mala bereket nasip edecektir. Yani biz azalttıkça, o çoğaltacaktır. Biz verdikçe o, bize geri gönderecektir. Bu inançla yol alanlar; mal, mülk, servet ve benzeri imtihanları yüzlerinin akıyla geçeceklerdir, inşallah.
Rabbimizden niyazımız, ümmet-i Muhammed’i, önemi ve değeri her geçen gün daha da artan infakla hemhal ve dipdiri kılsın. Amin.
Fatih PALA
fatihpalafatih@gmail.com

GRUBA KATIL