“Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever” (Ali İmran, 159).
“Ben lânetçi olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim” (Müslim, Birr, 87).
Rahmet, kelime olarak sözlükte, “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak”; isim olarak “şefkat, merhamet” anlamına gelir (TDV. İslam Ansiklopedisi). Yukarıdaki ayet ve hadisten anladığımız kadarıyla, Allah (cc), bizlere olan sevgisinden ve merhametinden dolayı, bizlere rahmet olarak Peygamber Efendimizi gönderdiğini beyan etmiştir. Kul olarak hepimizin hataları, kusurları vardır. Peygamberlerin bile hataları vardır. Sahabilerin de hataları vardır. Allah (cc), hata yapan peygamberlerini silip atmış mıdır? Hayır! Allah Resulü (sav), sahabilerini silip atmış mıdır? Hayır!
Müslümanlar olarak bizler, Allah (cc) ve Resulünün (sav) örnekliğini unutup birbirimize karşı daha sert ve gaddarız. Resulün oturarak su içmesini örnek alan bizler, hata yapan kardeşlerimize karşı rahmet peygamberinin sevgisini, hoşgörüsünü, merhametini örnek olarak almıyoruz.
“And olsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur” (Tevbe, 128).
Sahabeden Abdullah bin Mesud (ra) anlatıyor. Allah Resulü (sav), “Cehennem ateşine haram olan kimseler, insanlara, komşusuna kolaylık, yumuşaklık, yakınlık, sevgi saygı ve hoşgörü gösteren kimselerdir,” dedi, der (Tirmizi, No: 2488).
Allah (cc), sevgisinden rahmet olarak resulünü bizlere göndermişken, Peygamber Efendimiz (sav); sevgi, saygı, yumuşaklık, hoşgörü, şefkat, merhamet derken, Müslümanlar olarak birbirimize karşı tam tersi tavır sergiliyoruz. Ayetleri ve hadisleri bu açıdan tekrar gözden geçirmeliyiz.
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor. Allah Resulü (sav), “Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemim ederim ki, siz tam olarak iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam olarak iman etmiş olmazsınız,” dedi (İbni Mace, 68).
Peygamber Efendimizin hadisinde vurguladığı iki noktayı, sizlere açmak istiyorum. Cennete girmenin yolu; birincisi iman, ikincisi sevmektir. Sevgi, toplumumuzda eksik noktalardan biridir. Sizlere yapılan bir araştırma sonucunu aktarayım:
1944 yılında Amerika’da 40 tane yeni doğan bebek üzerine bir araştırma yapılıyor. Araştırmacının amacı; bebeklere, ilgi ve sevgi göstermeden, sadece fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasının onlara iyi gelip gelmediğini bulmak. Bu fizyolojik ihtiyaçlar, Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşi”sinde belirttiği, piramidin en altında bulunan açlık, susuzluk, uyku, dinlenme, nefes alıp verme gibi bireyin hayatta kalması için gerekli olan şeyler. Bu bebeklerden 20 tanesi; onları beslemek, yıkamak ve bezlerini değiştirmek için onlara yardım eden bakıcıların bulunduğu özel bir tesiste barındırılıyor. Bakıcılar geliyorlar, bebeklerin altlarını değiştiriyorlar, aç olanların karınlarını doyuruyorlar, uykusu gelenleri uyutuyorlar ama bakıcıların bebeklerle, bu işlerin dışında fiziksel temas kurmaları, konuşmaları, dokunmaları ve bebekleri kucaklamaları yasak. Bebeklerin bulunduğu odalar ise gayet steril ve temiz. Hasta olmamaları için her şey düşünülmüş. Fakat 4 ay sonra bu bebeklerin yarısı görünürde hiçbir sebep yokken, hiçbir sağlık problemleri yokken ölüyorlar. Bu sırada araştırma durduruluyor ve bebekler farklı aile ortamlarına yerleştiriliyor. Her ne kadar burada bebeklere dokunulsa, kucaklansa ve duygusal ihtiyaçları telafi edilmeye çalışılsa da geriye kalan bebekler için geç kalınmış oluyor ve bebekler kurtarılamıyor. Ayrıca ölen bebeklerin ölümlerinden kısa süre önce ağlamayı bıraktıkları, hareket etmedikleri ve ifadesiz oldukları ortaya çıkmış.
Diğer 20 bebekte ise, yine bakıcılar fizyolojik ihtiyaçları karşılıyorlar. Buna ek olarak bebeklerle göz teması kuruyorlar, bol bol kucaklıyorlar ve bebeklerle konuşuyorlar. Bu bebekler, yaşantılarına devam ediyorlar ve herhangi bir ölüm olmuyor. Tabi ki bu deney, çok talihsiz ve sonuçları insanlık dışı, keşke hiç yapılmasaydı. Ama deneyin sonuçları göstermiştir ki duygusal ihtiyaçlar da (sevme, sevilme, ilgi görme, kucaklanma, göz teması kurma vb) fizyolojik ihtiyaçlar (hava, su, yemek) kadar hayati önem taşıyor. Bir bebeğin hayatta kalması için eski tabirle “Karnının tok, sırtının pek” olması yetmiyor. Fiziksel ihtiyaçlar daha görünür olduğu için bizler onları karşılamaya daha çok meyilliyiz ama çocuklarımızın, bebeklerimizin duygusal ihtiyaçlarını da görmezden gelmeyelim, onları bol bol sevelim, öpelim, konuşalım, beraber zaman geçirelim…
Ölen bebeklerin hepsi, ölümlerinden önce bir “vazgeçme” evresine giriyor; bakıcılarının ilgisini çekmeye çalışmaktan, ses çıkarmaktan, hareket etmekten ve hatta ağlamaktan bile vazgeçiyorlar. Bu evrenin hemen ardından da ölüyorlar. Çalışma, daha fazla kayıp vermemek için hemen yarıda kesiliyor. Ama bu 20 bebekten “vazgeçme” evresine girip henüz ölmeyenler var ya, onlar derhal normal bir aile ortamına alınmalarına rağmen ölüyorlar.
Sevgi, hepimize lazım. Ekmek, su, hava gibi yaşamamız için gerekli ana unsurlardan biri de sevgi. Evlatlarımız, kardeşlerimiz ilgimizi çekmeye çalışmaktan vazgeçmeden, şikâyet etmeyi bırakmadan, vazgeçme evresine girmeden onların sevgisini kazanmaya çalışmalıyız.
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav), torunu Hasan’ı öptü. O sırada yanında Akra b. Hâbis et-Temîmî oturmaktaydı. Akra şöyle dedi: ‘Benim on çocuğum var ama hiçbirini öpmüş değilim.’ Bunun üzerine Resûlullah (sav) ona baktı ve ardından şöyle buyurdu: Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” (Buhârî, 5997, Edeb, 18; Müslim, 6028, Fedâil).
Sevgi ve merhamet… Toplumumuzda, haberlere baktığımızda trafikte tartışma. Sopalar konuşur, arsa kavgasında şu kadar ölü var, eşler arası kavga ve başkaları. Nedir bu asabiyetimiz, hoşgörüsüzlüğümüz, insanlara ve hayvanlara merhametsizliğimiz? Elbette ki sevgiden mahrum büyüyen çocuklarımızın büyüdüklerinde hırçın, asabi, merhametsiz olmalarında etkisi vardır. Bu konuda yapılmış bir araştırmayı da sizlerle paylaşmak istiyorum:
1961 yılında, Albert Bandura adında psikolog, gözlem yoluyla öğrenme üzerine bir dizi deney yaptı. Bu deneylerin genel adı ‘Bobo Doll Deneyi’ olarak bilinir. Deneyin amacı, çocukların, yetişkinlerin hareketlerini taklit etmesini ispat etmektir. Albert Bandura, çocukların, yetişkinlerin hareketlerini taklit etmeyi ne kadar ileri seviyeye taşıyacağını öğrenmek istedi. Büyük, şişme bir palyaço aldı, adını Bobo koydu ve birkaç video çekti. Videolardan birincisinde bir yetişkin oyuncağa sarılıyor ve onunla oynuyordu. İkincisinde ise oyuncağı azarlıyor, itiyor ve hatta lastik çekiç ile dövüyordu.
Daha sonra çocukları üç gruba ayırdı. Birinci gruba, şiddet içermeyen videoyu gösterdi; ikinci gruba, şiddet içeren videoyu gösterdi. Üçüncü gruba ise hiçbir şey göstermedi. Guruplar, sırayla Bobo’nun olduğu odaya girdiler. Oyuncak çekiçler ve silahlar da odadaydı. Çocuklar, sırayla Bobo’nun olduğu odaya girdiler. Şiddet içeren videoyu izleyen çocuklar, tereddüt etmeden oyuncağa sataşmaya başladılar. Bebeği azarladılar, tekmelediler, çekiçle dövdüler ve silah ile tehdit ettiler. Diğer iki grupta ise çocuklar, şiddet belirtisi göstermediler.
Bu deney, neyi kanıtladı? Çocuklar, yetişkinlerin hareketlerini taklit ederler ve bazen bunu düşünmeden yaparlar. İşte bu yüzden çocuklar, kötü kelimeler kullanmaya, diğer çocukları dövmeye ya da saygısızca konuşmaya başlarlar. Aile içinde eşler, çocuklarının yanında, birbirlerine hitabetlerine, davranışlarına dikkat etmeliler, izledikleri videolar, seyrettikleri şiddet içerikli şeyler, kahraman olarak gördükleri sanal kahramanlar… Kimi taklit ettiklerine dikkat etmemiz gerekir.
Sonra evladımız ergenliğe gelince “kime çekti bu çocuk”, “niye böyle oldu bu”, “ben nerede yanlış yaptım”, dememek için bu günümüzden evlatlarımızdan sevgiyi, ilgiyi, merhameti eksik etmeyelim.
Hazret-i Fatıma’nın iki oğlu vardı: Hasan ve Hüseyin. Peygamberimiz (sav), bu torunlarını çok severdi. Onları kucağına alır, omzuna çıkarır, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi. Bir gün Peygamberimiz (sav), minberde hutbe okurken Hasan ve Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görmüştü. Konuşmasını yarıda keserek aşağı indi ve onları tuttu, bağrına bastı.
Peygamber Efendimiz (sav), bir gün bir omzunda Hasan, diğer omzunda Hüseyin olduğu halde gelmişti. Sahabilerin yanına varıncaya kadar bir onu öpüyor bir de diğerini öpmüştü. Sahabiler: “Yâ Resulallah (sav), anlaşılan onları çok seviyorsunuz” dediler. O da (sav), “Evet, severim. Kim onları severse beni sevmiş; kim onlara kin tutmuşsa, bana kin tutmuş olur” buyurdular.
Allah Resulü’nün (sav) çocuklara sevgisi, bizim için örnektir. Kuşu ölen çocuğa taziye ziyaretine gitmesi bizim için örnektir. Sütannesi Halime ve hanımı Hatice’nin yakınlarına hürmet etmesi bizim için örnektir. Hata yapan sahabilere karşı merhameti, affetmesi, bizim için örnektir. Kendisini taşlayan Taiflilere karşı, Taif’in yerle bir edilmesini kabul etmemesi bizim için örnektir.
Birbirimizi Sevmekle Başlayacak Her Şey
Allahu Teâlâ (cc), “Benim rızam uğrunda birbirlerini sevenler için peygamberlerin ve şehitlerin bile imreneceği nurdan minberler vardır” buyuruyor (Tirmizi, Zühd, 53).
Toplumların öfke patlaması yaşadığı günler, hiçbir sebep yokken, yol ortasında kılıçla insanların doğrandığı günler, “yol ver” diye kornaya basmayı hakaret algılayıp silahın çıkarıldığı günler, mal paylaşımında kardeşin, amcanın tanınmadığı günler… Bugün insanlığın İslam’ın sevgisine, merhametine her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. İslam’ı bilen davetçi kardeşlerimizin, her zamankinden daha fazla topluma, İslam’ın sevgi ve kardeşliğini gösterme zamanıdır.
Sevgi ve merhamet, kalbinizden eksik olmasın…
Cefai DEMİREL