Garikai Chengu, www.globalresearch.ca, Çeviren: İsmail Ceylan
24 Ocak 2016 batı dünyasınca öne çıkarılmış en bildik politik kahramanlardan olan Sir Winston Churchill’in ölüm yıldönümüydü. Mevcut İngiliz Başbakanı Cameron, Churchill için “tarihin gördüğü en büyük Başbakan“ ifadesini kullandı. İngiltere’deki okullarda okutulan tarih kitapları onun “eşi görülmemiş cesur bir kahraman olduğunu, 2. Dünya savaşında Nazileri alt ettiğini ve dünyanın her köşesindeki yerli insanları medeniyetle tanıştırdığını yazıyor.” Fakat gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.
Britanya İmparatorluğu’nun üzerinde güneşin batmadığı dönemde Winston Churchill ırkçı batı emperyalizminin en büyük sembolüydü.
Churchill’in efsaneleştirilmesi ve uydurma tarih yazımı İngiltere’nin en büyük propaganda aracıdır ve bu yolla insanlığa karşı işledikleri emperyalist suçları gizlemeye çalışmaktadırlar. Churchill efsanesi ve “doğuluların medenileştirilmesi” tezi, halen İngiltere tarafından tüm insanlığa zarar veren, neo-kolonal ve neo-liberal politikaları devam ettirmek için kullanılmaktadır.
İngilizlerin bu azılı ırkçı efsanesi bir konuşmasında Hindistanlılar için “Onlardan nefret ediyorum, berbat bir dinleri olan rezil insanlar” derken, Filistinliler için de “deve gübresi yiyen barbarlar sürüsü demiştir.”
Yine 1937’de Filistin Komisyonunda yaptığı konuşmada: “Amerikan Kızılderililerine ve Avusturalya yerlilerine haksızlık yapıldığını düşünmüyorum, bu durum insanların birbiriyle yarışması ve güçlülerin zayıfların yerine geçmesidir” demişti.
Azılı bir ırkçı olmanın yanında, Churchill terörizmin bir savaş silahı olarak kullanılmasının da sadık bir savunucusu olmuştur. 1920’de İngiliz diktatörlüğüne karşı başlatılan Kürt ayaklanmasında savaş gazının silah olarak kullanılmasını savunmuş ve bu konuda karşı çıkan İngilizleri anlayamadığını söyleyerek şöyle demiştir; “medeni olmayan kabilelere karşı kimyasal silah kullanımını destekliyorum, ancak böylece terörün yayılmasını engelleyebiliriz.” Aynı yıl İngilizlere karşı savaşan İrlandalılara (IRA) karşı sömürgelerden getirilen siyahları örgütleyerek İrlandalılara karşı savaşmalarını sağlamıştır.
Uzakdoğu, Ortadoğu, Güney Asya ve Afrika’da Churchill’in bıraktığı miras, burada yaşayan insanların hiçbirine medeniyet getirmedi. Aksine bu insanlar halen, emperyalizm, faşizm ve ırkçılık çemberinde ızdırap çekmektedirler ve mevcut istikrarsızlık ve karmaşanın bir ucu da Churchill’in kasıtlı politikalarına dayanmaktadır.
Churchill böbürlenerek anlattığı bir anısında “bir Pazar öğleden sonrası birkaç basit kalem çizgisiyle Ürdün haritasını çizdim ve o esnada tahtı olmayan Haşimi Prensi Abdullah’a yönetimi verdim” demiştir. Tarihçi Michael R. Burch Ürdün ile Suudi Arabistan arasındaki doğu sınırındaki büyük “zik zak”ı “Winston’un hıçkırığı” ya da “Churchill’in aksırığı” olarak tanımlandığını söylüyor. Çünkü Churchill bu haritayı, bolca yenilen bir öğlen yemeğinden sonra dikkatsizce çizmişti.
Irak devletinin sınırlarını yine Churchill çizmiştir. Ürdün’ü Prens Abdullah’ın yönetimine veren Churchill (medeniyet havarisi), bu günkü Irak topraklarını da Prens Abdullah’ın kardeşi Faysal’a devretmiştir. Faysal ve Abdullah, aynı zamanda Churchill’in yakın arkadaşı olan T. E. Lawrence’in (meşhur Arabistan’lı Lawrence) “kankası”dırlar. Osmanlı döneminde 3 ayrı vilayet olan Şii Basra, Sünni Bağdat ve Kürt çoğunluklu Musul bu dönemde birleştirilerek bu güne kadar süren ve halen artarak devam eden etnik ve mezhepsel çatışmaların temelleri atılmıştır.
Irak’ın bu gün içinde bulunduğu kaosun sorumlusu arandığında, hemen hemen herkes Bush ve ABD diye cevap verecektir. Fakat son yüzyılı içine alan geniş bir perspektiften bakıldığında birincil sorumlunun Britanya ve Churchill olduğu açıkça görülecektir.
Churchill, 1912’de Ortadoğu’daki İngiliz mandasının sınırlarının belirlenmesi için yapılan Kahire konferansına tek bir Arap delege bile çağırmamıştı. Anılarında bu konudan bahsederken “Arap ülkelerinin sınırlarını belirlerken hiçbir Arapla görüş alışverişinde bulunmadım” demiştir. Bu konferansa katılan en etkili delege ise kuşkusuz T. E. Lawrence idi.
Özellikle 1917’deki Balfour Deklarasyonunun gerçekleşmesi için büyük çaba harcayan Churchill, Britanya’nın desteği ile İsrail’in kurulmasına önayak olmuş ve İngilizlerin Ortadoğu’daki en büyük politik hatasına imza atmıştır.
Sahra altı Afrika ve özellikle Kenya’da da İngilizlerin “medenileştirme” faaliyetleri devam etmiştir. Özellikle Kenya’da kendilerine karşı çıkan 150.000 insanı kamplara toplayarak işkence etmişlerdir. Churchill bu kamplardaki Kenya’lıları “yaramaz vahşi çocuklar” diye nitelendirmiştir. Hatta Obama’nın büyükbabasının da bu kamplarda esir olduğu söylenir.
1943’te ise Bangladeş’te, İngilizlerin kendi çıkarları için neden oldukları devasa kıtlık sonucunda üç milyon insan açlıktan öldü ve yardım gönderilmesini engelleyen Churchill “eğer tavşanlar gibi üremeselerdi kıtlıktan ölmezlerdi” dedi. Bunun yanında İngilizler, Rusya’ya karşı stratejik avantaj sağlamak için Hindistan’ı bölerek Pakistan’ı kurdular ve bu bölünme esnasında 2,5 milyon insan öldü ve 12,5 milyon insan yer değiştirmek zorunda kaldı. Bu olaylara şahit olan Churchill’in sekreteri Leopold Amery anılarında, Churchill’in aklı başında bir insan olmadığını hatta Hitler ile benzer bir ajandayı sürdürdüğünü söylüyor. Bu iddiada haksız da sayılmaz, çünkü Churchill’de Hitler gibi öjenizmi (eugenism:zayıf ve hastalıklı insanların öldürülmesi ya da kısırlaştırılması yoluyla türün güçlendirilmesi, bir nevi sistemli ayıklama) savunuyordu. Hatta 1912 yılında Uluslararası Öjenik Konferansının toplanmasına ve organizasyonuna destek olmuş ve bu toplantı öjenik tarihin en kalabalık toplantısı olmuştur.
Irksal hiyerarşi ve öjenizmi yıllarca destekleyen Churchill’e göre; beyaz protestan Hristiyanlar piramidin tepesindeydi, onların altında beyaz Katolikler, onların altında Yahudiler ve Hindistanlılar, en altta ise Afrikalılar yer almaktaydı.
İngiltere’deki medya ve okul kitapları Churchill’den gururla bahsederken sadece Avrupa’da Hitler’e karşı yaptıklarından bahsetse iyi olur. Çünkü dünyanın diğer tarafındaki beyaz tenli olmayan insanları “medenileştirme” çabalarını açıklamak İngilizler için pek de kolay olmayabilir.