Batı medyasının Filistinlileri şiddet yanlısı “barbarlar” olarak lanse etmesi, İsrail bombaları ve kurşunları kadar ölümcül.
Yaklaşık bir ay önce ABD’nin eski başkanlarından Donald Trump, şu anki ABD başkanı Joe Biden’ı İsrail’in Gazze saldırısında ve “bir an önce bu işin bitirilmesinde” ağır kaldığı için eleştirdi. Ayrıca Biden’a, İsrail’e yeterince yardım etmediği için “Lanet bir Filistinli gibi davranıyorsun.” dedi. Bu konuşmanın üzerinden bir ay geçti. Trump, “Lanet Filistinli” sözü için özür dilemedi. Biden oralı olmadı. Hiç kimse tepki göstermedi. Trump’ın ırkçılığını her zaman eleştirmeye hazır olan ülkenin liberal yorumcuları da pek umursamadı. Birkaç gün hatta birkaç saat içinde olay tamamen unutuldu.
Bu gelişmeler, Gazze’deki Filistinlilerin aylarca ayrım gözetmeksizin bombalanması, vurulması, hapsedilmesi ve aç bırakılmasının ardından oldu. Gazze’nin hastanelerinin ve üniversitelerinin tamamen yok edilmesinden sonra… Altı yaşındaki Hind Rajab’ın içinde bulunduğu arabaya, doğrudan ateşlenen 355 kurşunla alçakça öldürülmesinden sonra…
Ve Trump, ulusal televizyonda Filistinli kavramını bir hakaret olarak kullandığından beri, Filistinlilerin öldürülmesi, sakat bırakılması ve tekrar tekrar yerinden edilmesi sadece Gazze’de değil, tüm Filistin’de devam etti. Negev Çölü’ndeki kötü şöhretli Sde Teiman gibi İsrail hapishanelerinde ve gözaltı kamplarında tutulan Filistinliler işkence gördü, aç bırakıldı, tecavüze uğradı ve ölüme terk edildi. Gazze’deki İsrail katliamının resmi ölü sayısı 40.000’i geçti ve binlercesi hâlâ molozların altında gömülü. Tüm bunlara rağmen ABD hükûmeti, soykırımcı İsrail devletine toplam 20 milyar dolarlık silah satışını onayladı.
Halkıma karşı, dünyanın gözü önünde, bizi topraklarımızdan ve onurumuzdan mahrum etmek için acımasız, sistematik bir savaş yürütülüyor. Yine de öyle görünüyor ki küresel toplum acılarımıza, ıstırabımıza ve onlarca yıldır maruz kaldığımız adaletsizliğe karşı duyarsızlaştı. Özellikle Batı’dakiler, İsrail’in hükûmetlerinin yardımıyla bize yaptıklarına karşı kayıtsız görünüyor. Bu yüzden İsrail bu soykırımı, 10 uzun ay boyunca cezasız bir şekilde sürdürebildi ve bu yüzden dünyanın en güçlü iki adamı, ulusal televizyonda “Filistinli” kelimesini bir hakaret olarak kullandığında hiç kimse oralı olmadı.
Bu nasıl oldu? Buraya nasıl geldik? 7 Ekim’den beri, sosyal medyaya erişimi olan herkes, İsrail bombaları ve kurşunlarıyla öldürülen Filistinli çocukların parçalanmış cesetlerini şüphesiz görmüştür. Açlığı, çaresizliği ve bitmeyen yıkımı gördüler. Peki, bu katliama nasıl hâlâ göz yumabiliyorlar? Tüm bir halkı yok etme girişimini açıkça finanse eden ve kolaylaştıran politikacıları hâlâ nasıl destekleyebiliyorlar?
Elbette cevap “barbarlaştırma”dır. Batı’daki birçok kişi, özellikle de iktidar pozisyonlarındaki birçok kişi, Filistinlilerin hayatının değerli olduğuna inanmıyor; bizi insan olarak görmüyorlar. Filistinlilerin insan yapımı bir kafeste, doğası gereği şiddet yanlısı hayvanlar olduğunu düşünüyorlar. Böylece katlimiz de haklı görülebilir bir düzeyde algılanıyor.
Açıkçası bu “barbarlaştırma” 7 Ekim’de başlamadı, ancak son 10 ayda aşırı hızlandı. Filistinlilerin sesleri neredeyse tamamen siyaset ve medyadan silindi. Biz Filistinliler sadece kamusal alanda kendi adımıza konuşmaktan men edilmekle kalmadık, aynı zamanda sadece katliama karşı direndiğimiz için bir kez daha şiddet yanlısı teröristler, canavarlar ve vahşiler olarak damgalandık.
Bu bağlamda, Gazze’den durmaksızın gelen ölüm ve acı görüntüleri, dışarıdan bakan gözlemcileri Filistinlilerin acılarına karşı daha da duyarsızlaştırdı. Bu görüntüleri gören bazıları, Filistinlilerin acısının önemli olmadığına çünkü hepimizin zaten kontrol edilemeyen veya akılla ikna edilemeyen “şiddet yanlısı teröristler” olduğumuza olan inançlarını ikiye katladı. Diğerleri, duygusal bir savunma mekanizması olarak acılarımıza duyarsızlaştı. Telefonlarımızdan canlı yayınlanan bir soykırımla, söndürülen her hayat, sonu gelmeyen bir savaşta sadece bir çentik, bir istatistik hâline geldi.
Filistinlileri gerçekten önemseyenler de dâhil olmak üzere herkesi etkileyen bu vahşet yorgunluğu, şu anda Gazze’de bu soykırımla karşı karşıya olan insanlar üzerinde de yürek parçalayıcı bir etki yarattı.
Duyulmak, dünyaya insanlıklarını tanıtmak ve acılarını kabul ettirmek için çaresizce çabalayan Filistinliler, kederlerini metalaştırmak zorunda kaldılar. Babalar, katledilen çocuklarının bedenlerini kameralara tutup “Bunu görüyor musun?”, “Bize ne yapıldığını anlıyor musun?” demeye başladılar. Filistin’de, özel yas, kamusal bir gösteriye dönüşüyor. Biden ve Trump gibi politikacıların yanı sıra, “barbarlaştırma” ve bunun sonucu olarak duyarsızlaştırmadan en çok sorumlu olan taraf Batı medyasıdır.
Filistinlilerin seslerini susturmanın, görmezden gelmenin ve zaman zaman tamamen yanlış temsil etmenin ötesinde, Batılı gazeteciler ve uzmanlar sürekli olarak Filistinlilerin tam anlamıyla insan olmadıklarını ve asla masum olmadıklarını ima eden bir dil kullanıyorlar. Filistin’den gelen haberlerin bu kötü niyetli editörizasyonu, şüphesiz son 10 ayda arttı ancak onlarca yıldır durum bundan farksızdı.
Batılı raporlarda İsrail’in, Filistinlilere yönelik şiddeti her zaman “terörist” olarak damgalanan direniş gruplarına karşı bir savaş olarak çerçeveleniyor ve Filistinli sivillerin çektiği acılardan veya bu grupların oluşumuna yol açan koşullardan hiç bahsedilmiyor.
Bu haber raporlarında, İsrailli çocuklar “terör saldırılarında öldürülüyor” ve haklı olarak hayatları, ilgi alanları, hayalleri ve kaybolan potansiyelleri hakkında uzun makaleler yayınlanıyor. Her zaman bir isimleri var. Ancak Filistinli çocuklar neredeyse hiç “öldürülmüyor” sadece “ölüyorlar”. İsimleri nadiren anılıyor ve paramparça olan hayalleri görmezden geliniyor. Genellikle bir istatistiğe ve bir dipnota indirgeniyorlar. Daha da rahatsız edici olanı, Filistinli çocukların ölümlerinin sorumlusunun Filistinliler olduğu ima ediliyor. Raporlar “insan kalkanları”, “güvenliğe yönelik tehditler”, “daha önceki saldırılar ve kavgalar”dan bahsediyor. Hatta onları öldüren mermiyi kimin ateşlediğinden veya bombayı kimin attığından -İsrail’den- bile nadiren bahsediyorlar.
Bu “barbarlaştırma”, İsrail’in soykırımını cezasız bir şekilde sürdürmesine olanak tanıyor. Batı medyasının Filistinlileri doğası gereği şiddet yanlısı “az gelişmiş insanlar” olarak göstermesi, İsrail’in onları kendi ölümlerinden sorumlu tutmasına yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda işgaline ve soykırıma karşı silahlı direnişi “terörizm” olarak tanımlıyor.
Eğer insanlar, Filistinlilerin özgürlük, onur ve kendi kaderini tayin etme haklarına sahip normal bir insan olarak algılarsa, İsrail Filistinlilere onlarca yıldır uyguladığı mülksüzleştirme, baskı ve tacizi meşrulaştırmaya kimseyi ikna edemez.
Filistinlilerin “barbarlaştırılması” yalnızca Filistinlilere değil, küresel toplumun tümüne zarar verir. Herhangi bir toplum, başka bir ulusun yok edilmesine duyarsızlaşır ve üyelerini “barbar” olarak görmeye başlarsa, bu durum her zaman daha fazla şiddete ve insan hakları ihlallerine yol açar.
Bu yüzden Filistinlilerin “barbarlaştırılmasına” aktif olarak direnmeliyiz.
Bu şiddet ve ilgisizlik döngüsünü kırmak için, manşetlerin ardındaki insan hikâyeleriyle aktif olarak ilgilenmeliyiz. Kardeşinin kalıntılarını plastik bir torbaya koymak zorunda kalan çocuğu, ikizlerinin doğumunu kaydettirmek için geri döndüğünde onları bombalanmış hâlde bulan babayı veya çocuklarının diri diri yanmasını izlemek zorunda kalan anneyi görmezden gelmemeli veya onlardan saklanmamalıyız. Bunlar, bizi şok etmek için uydurulmuş bir hikâyedeki isimsiz karakterler değil. Onlar gerçek insanlar.
Eğer biz Filistinliler hiçbir şey yapmazsak öldürülürüz, evlerimiz yıkılır veya alınır ve dünya başka tarafa bakar. Eğer direnirsek yine öldürülürüz, evlerimiz yıkılır ve “barbar terörist” damgası yeriz. Dünya, itiraz etmeden kendimizi cinayet için sunmamızı mı bekliyor?
Ahmad Ibsais,
20.08.2024, Al Jazeera
Çeviren: İsmail CEYLAN