Hiç şüphesiz kusursuz olan İslam’dır. Bir hata, bir kusur ya da bir gaflet söz konusu ise bu, İslam’dan değil, insandan kaynaklıdır.
Allah’ın (cc) birbirinin ardı sıra peygamber göndermesindeki hikmet budur belki. Gönderilen bir peygamber ve onunla birlikte tebliğ edilen ilahi mesaj, insanlar tarafından ya kendi çıkarları için az bir paha karşılığında yok sayılarak, ya bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr ederek ya da hakkı batıla karıştırarak tahrif edilmiştir. Bu yüzden yüce Allah, insanlar tarafından bozulan ilahi kelamı yeniden insanlara anlatsın, onları düştükleri bu zelil durumdan çıkarsın ve insanlara gerçek özgürlük ve kurtuluşu sunsun diye yeni peygamberler göndermiştir. Bu mesajın ulaştığı bütün kalpler ve akıllar, artık bu öğretinin hem uygulanması hem de anlatılmasından sorumlu oldular.
Ne hikmettir ki tahrif edilen ilahi mesajdan sonra gönderilen yeni emirler, tahrif edilmiş olan önceki mesajın bağlıları (atalar dini) tarafından sert bir direnişle karşılanmıştır. Bu kalıplaşmış, ritüele dönüşmüş, merasim dini haline gelmiş inanç sistemi, neredeyse totemler dinine dönüştürülmüş. Ve bazen kutsallığını gönderen Allah’tan değil de bir insandan alır olmuş. İşte tam bu noktada genç beyinler devreye giriyor ve aktarıla gelen inanç sistemini sorguluyor. Allah Resulü’nün etrafındaki ilk insanların gençler olması, bunu destekler nitelikte (Hz. Ali, Hz. Bilal, Ammar bin Yasir, Mus’ ab bin Umeyr, Habbab bin Eret, Selman, Zeyd vb). Ayrıca yüce Allah, kitabında Ashab-ı Kehf’ten bahsederken, Hz. Musa’nın genç yardımcısından bahsederken gençlerin karşımıza çıkması tesadüf değil elbette.
Haz ve Hız Çağında İnsan Olmak
Bilindiği üzere haz; mutluluk, rahat ve sorunsuz bir yaşam sürme arzusu ve zevk dürtüsü asırlar boyu düşünür ve filozofların gündeminde olmuştur. Hedonizm (hazcılık) olarak en son formunu bulan bu akım, insan hayatının mutlak gayesi olarak “haz almayı” görür. İnsan, bütün eylemlerinde hazzı aramalı, der. İyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkinin belirlenmesi insanın aldığı hazza göre ölçülür, der hedonizm. Günümüz insanının da yaşam anlayışı bu değil mi? Bugün eğitim de dâhil birçok sosyolojik kurum, bu anlayış üzerine insan yetiştirmiyor mu? Mesela ilkokuldan başlayın yüksekokula kadar harcanan bu çabanın yegâne gayesi (genelde) daha rahat bir hayat, daha çok para kazanma arzusu değil mi? Eğitimin temeli; para kazanma, rahat yaşama, isminin önüne unvanlar yazdırma üzerine kurulu olduğundan dolayı olsa gerek para, haz, ad, şöhret getirmeyen diğer öğretiler ve erdemler terk edildi.
Bugün toplumun geneline nüfuz etmiş anlayış, hayatı hazza indirgenmiş bir yaşam anlayışı değil mi? Hedonizm, çağımız insanının ruhunu bedeninin emrine amade kıldığı için, karşılığında bir şey beklenmeden yapılan amel ve eylemleri; “kayıp”, “zarar” olarak defterlerimize yazdırdı. Satın alacağımız bir eşyadan alacağımız anlık ve geçici bir haz için, aylarca belki yıllarca köle gibi çalıştırdı bizi. Bütün görsellerden faydalanarak, karşımıza muhteşem bir görsel sunum yaparak sahibi olmadığımız eşyadan bile haz almaya itti. Kayıtsız kalma ihtimalimizi düşünmüş olacak ki hanelerimize, ceplerimize ve zihinlerimize öyle sinsice ve kuşatarak sızdı ki, fark edemedik bile gelişiyle bizden nelerin gittiğini. Hazzın tabiatından olmalı ki çabucak terk edip gidince, zaman kaybetmeden başka hazlar peşine koşar olduk. Öyle ya “bi daha mı gelicez dünyaya” anlayışı ile ne kadar haz varsa tatmalı, bilmediğimiz, hissetmediğimiz hiçbir haz kalmamalıydı. Ve böylece hunharca israf ettik, keyf alma dürtülerimizi modern çağın doyumsuz canavarları gibi.
Öyle hızlı olmalıydı ki, karşısındakinin mahiyetini dahi sorgulamaya zamanı olmamalı, buna fırsat verilmemeliydi. Bizim yerimize alınmıştı bütün kararlar, bahane üretemeyelim, itiraz dahi edemeyelim diye renk renk, desen desen, boy boy hazırlanmıştı her şey, aklımız başımızdan gitsin diye. Günlerce aç bırakılmış bir canlıyı her çeşit yiyecekle dolu bir yere şalmışçasına “her üründen tadalım” diye ama doymadan ve tadına tam varıp tefekkür etmeden ilerledik hızlıca.
Öyle hızlı olmalıydı ki, hayatı fast-food tadında yaşamalı insan, bir an dahi hazdan mahrum olmamalıydı. Bir yerden bir yere gitmek için acele etmeli, vardığı yerden hızlıca ayrılmalıydı. Bu uğurda üç-beş saniye için gerekirse trafikte terör estirip insanlarla kavga dahi etmeliydi. Bilgi edinmek için kalın kalın kitaplar okumaya gerek kalmasın diye, kısa ama “aydınlatıcı” ve “öğretici” videolar hazırlanmalıydı. Evet, daha fazlası bugün dünya insanlarının hayatlarındaki bir gerçek olarak karşımızda. Hazzın esiri olmuş benciller topluluğu. Öyle ya mesele benim haz almamsa gerisinin canı cehenneme olmalı.
Bütün bunlardan sonra, insandan geriye kalanı toplamak zor gözükse de imkansız değil elbette. Bu süreçten en çok etkilenen ve kendini ona göre dizayn eden, muhakkak genç nesil oldu. Çünkü gençliğin de tabiatından olmalı atalar dinine baş kaldırmak. Hızlı olma hali insandan öyle bir şey alıp götürdü ki, bu, insanı insan yapan özellik olan “düşünme”, “tefekkür” halidir. Alternatif fikirler susunca önüne sürülen her fikir benimsendi Müslüman toplumlarda. Şimdi insana, gerçekte ne olduğunu ve neye ihtiyacı olduğunu belirleyecek ayraçlar bulunmalı. Topluca yaşayan bir canlının ferdi, bencil ve çıkarcı bir anlayışla hayatını sürdürmesi, toplumun diğer fertlerini etkilediği için kabul edilebilir değil. Çünkü insan, birbiriyle etkileşim halinde yaşamak zorundadır. Bu, ilahi bir yasadır.
İşte yukarıda bahsi edilen bu son hal, elbette ki İslam’ın o eşsiz ahlaki öğretisinin, insana verdiği değeri ve insan-toplum, insan-Allah, insan-tabiat ilişkisini mükemmel bir yaşam tarzı ve düşünce modeli olduğu hakikatini yitirmiş olmasından kaynaklıdır. Bu hakikati terk edip hastalıklı zihinlerin, iş başına geldikleri vakit ekini ve nesli yok edenlerin, hayatı sadece dünyadan ibaret görenlerin ve dini, kutsalı, erdemli ve insancıl olan ne varsa oyun-eğlence haline getirenlerin açtıkları yoldan yürümeye koyuldu insanoğlu.
“Bir topluluk, kendi özünde olanı değiştirmedikçe Allah, o topluluğun durumunu değiştirmez” der yüce Allah. Anlaşılacağı üzere değişimin ilki, “öz”den istenir. Bu, isteğe bağlı ve zorunlu olmayan bir değişim yani seçme hakkının insanda olduğunu belirten iradi bir değişim. İkinci kısım olan “Allah, onların durumunu değiştirmez” lafzı ise cebri ve zorunlu olan bir değişim yani ilk değişimin şartına bağlanmış bir değişim. Yani toplumun halinden şikâyet eden birinin kendini düzeltmesi, ilk adım olacaktır. (Bu konuyu derinlemesine irdeleyen Cevdet Said’in “Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları” adlı kitabına bakılabilir.)
Ne Yapmalı?
Etkileşim ve iletişimin bu kadar hızlı ve aktif olduğu bir zamanda Müslüman bireylerin “etkisiz eleman” olarak varlıklarını sürdürmeleri kabul edilebilir bir durum değildir. Tam aksi yönde Kur’an-ı Kerim, aktif bir inanan, gündeme uyan değil gündem oluşturan ve hayatın her alanında söz hakkı olan bir Müslüman profili ile karşımıza çıkar. Öyle ki “Bir işi bitirince durma hemen diğerine başla” der. Ve boş, gereksiz, faydasız şeylerle uğraşmamanın bir mümin vasfı olduğunu ifade eder. İslam’ı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş ve içselleştirmiş bir inanan insanın, çevresinde olup bitene kayıtsız kalması, görmezden gelmesi ve müdahil olmaması, inandığı değerlere zıt düşer. Kaldı ki bu inanmış insan bilir ki, yaşadığı toplumda ve etkileşim halinde olduğu her insanın tutumu-davranışı kendini de yakından ilgilendirir. Bütün çevresinde olup bitene kayıtsız kalmak ya da ıslah yolunu tutmak, kendi amel defterine işlenecektir.
İşte bu duyarlılık, sorumluluk ve imanının gereği olarak her bir Müslüman, uzaktan-yakından temas halinde olduğu bütün insanlara İslam’ın hakikatini ulaştırmakla yükümlüdür. Ve inanıp ulaştırdığı bu hakikat bilgisini, yaşam tarzı ile ispatlamak zorundadır. Görünen o ki günümüz insanının din ve inanç adına ihtiyaç duyduğu en önemli şey, rehberlik ve örnekliğin topluma çok yansıtılmamış olması. Hayat bulmamış hiçbir şeyin varlığından söz etmenin mümkün olmadığı gibi sözün, söyleyene etmediği etkiyi dinleyenden beklemek de çok normal bir aklın ürünü değildir.
İfademiz
Yazıya başlık olan konuya dönecek olursak; yeni nesle ulaşmada ifademiz, tamamen Allah’ın kelamını ihtiva etmeli. Öyle bir ihtiva etmeli ki, yüzyıllardır lafzını bozamadıkları Kur’an’ın içini boşaltıp anlam erozyonuna uğrattıkları kavramlar, özünü bulmalı. Öyle bir ihtiva etmeli ki, menfaatperestlerin iliştirdiği “ek”lerden kurtulmalı, sapkın fikirlilerin düştükleri dipnotları, dünyaperestlerin bindirdiği kamburları, ikiyüzlülerin sakladığı maskeleri, kuzu postuna bürünmüş kurtların gerçek niyetleri, sessizliğimizden ve durağanlığımızdan cesaret alan korkakların ve en önemlisi, sahip olduğu değerin ve izzetin farkında olmadan uyuyanların uyanmasını sağlasın. Öyle bir ihtiva etsin ki, taşlaşmış kalplere merhamet yol bulsun. Görmeyen göze nur, işitmeyen kulağa ses, akletmeyen beyne furkan olsun.
İfademiz, bilginin en doğrusu, kalpleri mutmain eden, yolunu kaybedene rehber, mutsuz olana mutluluk, zarar edene kâr, yalnız olana dost, yetim olana destek, yürüyene koşan, “bittim” dediğin yerde yeten, kalpleri evirip çeviren, sinelerdekinin özünü bilen yüce Allah’ın kelamı olmalı.
İfademiz, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır” ilahi emrinde olduğu gibi, hikmeti ve güzel olanı ulaştırmak olmalı.
Ve Tavrımız…
Hz. Âdem’den (as) başlayıp son peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar olan bütün uyarıcı ve uygulayıcıların tavırları takınılarak içselleştirilip topluma sunulan bir tavır. Tamamen Allah’ın boyası ile rengini bulmuş ve “Hududullah”tan sınırlarını almış bir insan modeli ile sokaklarda, caddelerde, okullarda, iş yerlerinde ve hanelerde takınılmış bir tavır.
Yaptığı hatalara ve yanlışlara rağmen, varıp huzura duracağı yerin “Rabbinin huzuru” olduğunun biliciyle her halinde Rabbine müracaat eden ve “Bir canı kurtarmak, güneşin üzerine doğduğu her şeyden hayırlıdır” müjdesine talip olarak takınılmış bir tavır.
Hazzın ve hızın küçültücü cazibesine karşın İslam’ın insana vaadi olan vakar, izzet, güç, barış, adalet, imar etme, huzur, selamet, ilim, hikmet ve Allah’ın sevgisine mazhar olmak gibi nice güzellikleri tercih etmiş bir insanın edasıdır tavrımız.
Hayvani iştahın yok edilip daha dingin ve mutmain bir kalple Allah’la alışveriş yapan bir insanın tavrıdır tavrımız.
Sözün özü, Kur’anî bir ifade, Muhammedi bir tavır… Vesselam.
İdris TUĞRUL
Arşiv
Yazarlar
Yeni Nesle Ulaşmada İfade ve Tavrımız
- by Genç Birikim
- 16 Haziran 2022
- 0 Comments
- 0 Views