Sübülena
Arşiv Yazarlar

Sübülena

            Bismillahirrahmanirrahim.

            Hamd Âlemlerin Rabb’ına, Salat ve Selam O’nun Resul’üne olsun.

Nice yolculuklar vardır ki sevdasıyla yürür insanlar, bu yolculukların bazıları rahatı için, bazıları korunmak için, bazıları da kaçmak, sığınmak içindir. Tabi ki bunların en değerlisi, değer verdiği, değerini Rabbin’den almış olan insanın onun için yaptığı çilelere katlanarak her şeyi göze alarak ölümüne çıkılan yolculuktur. Bunun adına Kur’an, “Hicret” diyor.

Nedir Hicret?

Hicret, Arapça (h-c-r) kökünden türemiş bir kelimedir. Sözlükte; terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek anlamına gelir.

Hicret, kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması demektir; ancak kelime, daha çok “bir yerin terk edilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılır (İslam Ansiklopedisi).

Istılahtaki manası: Genelde gayrimüslim ülkeden (daru’l-harp) İslam ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz. Peygamber’in ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden Müslümanlara Muhacir, Resulullah ve muhacirlere yardım eden Medineli Müslümanlara da Ensar unvanı verilmiştir.

Hicret kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de otuz bir yerde çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Bazı yerlerde; haktan ayrılmak anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de Furkan Suresi 30. ayette Rabbimiz buyuruyor ki: “Peygamber, ‘Ey Rabbim!’ diyecek, kavmim bu Kur’an’dan ‘hicret’ etti (büsbütün ilgisiz kaldılar, onu terk etiler).” Onu, tozlu raflar içine hapsederek terk ettiler. Kimileri, onu anlamak ve uygulamak niyeti taşımaksızın okudu; ölülerin ruhlarına üfledi; kimileri, onun yerine, başka eserleri başucu kitabı haline getirdi; kimileri onu, üzerinde çalışmalar yapmaya yarayan bir malzemeden ibaret gördü; kimileri de onun bu çağda geçerliliğini yitirmiş bir kitap olduğunu ileri sürerek hayatın dışına itti; bunların yaptıklarından şikâyetçiyim ya Rab!” diyecek Resul (Mahmut Kısa Meali).

Bu ayeti okuyunca hemen günümüze bakıyorum, sanki içinde bulunduğumuz asırdan bahsediyor. Zaten Kur’an, çağlar üstü değil miydi? O zaman ve bu zaman Kur’an’dan ayrılan, hicret edenlerin yolu aynıdır. Çağlarının farklı olması önemli değildir. Kur’an’dan hicret etmek, ne ağır bir hicrettir, terktir. Allah muhafaza, dikkatle ona sarılmalıyız, onu bırakmamalıyız; Kur’an eksenli bir hayatımız olmalı ki yerilen hicretin içinde yer alanlardan olmayalım. Aslında mevzu o kadar açık ki Muhammed Ümmeti, bir nevi yaşantısıyla ondan hicret etmiş durumdadır. Rabbim, bizleri batıldan Hakk’a hicret edenlerden eylesin.

Hicret, Allah için ise makbul ve değerlidir. Ve o yolda çekilen bütün sıkıntılar sahibine ecir olarak yazılır.

Bakara Suresi 218. ayette de Rabbimiz buyuruyor ki: “İman edenler, hicret eden ve Allah yolunda savaşanlar; şüphesiz işte bunlar, Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok yarlığayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir.”

Asr-ı Saadet dönemine baktığımız da hicretin tüm uygulamasını açıkça görürüz. İslam dini, Rabbani olduğu gibi onun metodu da Rabbanidir. Resulullah, en güzel örnektir; ondan sonra onun yolunu takip eden yeryüzü yıldızları dediğimiz sahabiler de öyle hayatlarımızı onların hayatına benzetirsek hakka isabet etmiş o yolda kalmış oluruz, biiznillah.

Evet, kardeşlerim! Hicret, Allah için, onun dinini korumak ve o yolda sabit kalmak için yapılan yer değiştirmenin adıdır. Bu, bazen evladını, eşini, evini, malını, yurdunu terk olsa da bütün kıymetlilerin aşkın olana feda edilmesinin adıdır. En güzel örneklerini Habeşistan’a hicrette ve Mekke’den Medine’ye hicrette görüyoruz. Elhamdülillah, sağlam yüzlerce Siyretue’n-Nebi kitaplarımız var.

Hicretin ne anlama geldiğini, bütün imkânsızlıkların mazeretini kesecek olan bir örnekle tamamlamak istiyorum: Zül Bicadeyn (İki çul sahibi), İslam’a girmeden önceki ismi Abduluzza idi, Hz. Peygamber Efendimiz (aleyhisselam), bu ismi Abdullah olarak değiştirdi. Küçük yaşta iken babası hiçbir şey bırakmadan ölünce varlıklı bir kişi olan amcasının himayesinde büyüdü; onun sayesinde deve, koyun ve köle sahibi oldu.

Meskûn bölgeden uzakta yaşayan Zülbicadeyn, Rasulullah’ın Medine’ye hicret etmesi üzerine İslam’a ilgi duydu, fakat amcası buna karşı çıktığından Müslümanlığı benimsemeye cesaret edemedi. Nihayet bir gün amcasından Müslüman olmak için izin istedi. Bu isteğine de şiddetle muhalefet eden amcası, böyle bir şey yaptığı takdirde sırtındaki elbiseye varıncaya kadar her şeyini elinden alacağını söyledi. Buna rağmen Zülbicadeyn: “Taşa tapmayı bırakacağını ve Hz. Muhammed’e tabi olacağını” söyleyerek amcasının verdiği her şeyi iade etti.

Resul-i Ekrem’in yanına gitmek için giyeceği bir elbisesi kalmadığından annesi ona “bicad” denilen bir kumaşı (bir kilimi) ikiye bölerek bir tür elbise yaptı. Çullara sarınarak yola çıktı, bineği de yoktu, yaya Medine’ye yürüdü (453 km), ayakları kanlar içinde kalmıştı. Medine’ye varınca geceyi Mescid-i Nebevi’de geçirdi ve sabah namazında kıyafetiyle Resul-i Ekrem’in dikkatini çekti. Resulullah, ona kim olduğunu sorunca, “Benim adım Abdul Uzza” diye cevap verdi. Hz Peygamber de, “Hayır, sen Abdullah Zülbicadeyn’sin” dedi. Ardından o günden itibaren sahabe arasında bu lakapla tanındı. Resulullah, ona, “Hep yakınımda dur” derdi, dava sevdasıyla yüklü, Allah’ı çok zikreden bir gençti (Müsned, 4,337 ).

Tebuk Gazvesi sırasında hummaya yakalandı ve bir gece vefat etti. Cenaze namazını Resulullah kıldırdı. Hz Ebubekir ve Hz Ömer’in yardımıyla kabre konuldu. Defin işlemi tamamlandıktan sonra Resulullah, kıbleye yönelip ellerini kaldırarak, “Allah’ım! Ben ondan razıyım, sen de razı ol!” diye dua etti ve onun, gözü yaşlı ve çok Kur’an okuyan bir kimse olduğunu söyledi.

Olayı izleyen Abdullah b. Mes’ud’un (Radiyallâhu anhu), “Ben, ondan on beş yıl önce Müslüman oldum” dediği, Zülbicadeyn’in Resul-u Ekrem tarafından kabre konulup methedilmesine çok imrendiğini ve onun yerinde olmayı çok istediği rivayet edilir (Vakıdi, el Mağazi,3,1013./İbnül Cevzi Şifatuş- safve 1,677-679/ Köksal, İslam Tarihi (Medine) 4, 145-148, 211,212. vs).

İşte buydu yürekle yürümek; maldan, candan, vatandan, anadan ve yardan; bir dava, bir sevda uğruna ölümü göze almak, böyle olunca da Allah ve Resulünün gözdesi oluyor insan. Bu ve buna benzer binlerce hayat örneği var temiz tarihimizde. (Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun) Âmin. Muhacir ismi, hicretin sahibine Allah’ın verdiği bir unvandır.

Mülteci’ye gelince;

 İkisinin arasında dağlar kadar fark var. İltica (sığınma) sahibine de “Mülteci” denir. Mülteci, çeşitli sebepler ve zulüm yüzünden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen insanlar için kullanılan bir tanımdır. Kişinin sığınma talebi, talep ettiği devlet tarafından kabul edilirse mülteci sayılır. Mültecinin bu hicreti, Allah rızası için değildir; onun yolunda kat ettiği bir savaş değildir. Onun hedefi; kurtulmak, selamette kalmak, rahat ve sorunsuz yaşayabileceği bir yere ulaşmaktır. Bunun için Rabbimiz Kitab-ı Mübin’de kendi yolunda yapılan çileli yolculuğu övmüş ve sevmiştir.

Sahabilerin hayatına baktığımızda şunu görüyoruz: Resulullah’ın örnekliğinde yurtlarında olan savaştan kaçıp hiçbir devlete sığınmamışlardır. Kadınlarını ve çocuklarını korumaya alarak mallarını feda etmişler ve kanlarının son damlasına kadar iki güzellikten birisi için yiğitçe kadın-erkek savaşmışlardır. Hicret, davanın ve dinin korunması, iltica ise rahatın ve hayatın korunmasıdır.

En Emin’e emanet olunuz.

Sümeyye DEMİRCİ

 

 

GRUBA KATIL