- Hangi hal üzere olursak olalım dinimiz İslam’dır. Bu dinin önüne ya da arkasına herhangi bir takı ya da ek getirmemek durumunda olmalıyız. Yani layt İslam, ılımlı İslam, radikal İslam, demokrat İslam, liberal İslam gibi… Çünkü İslam, eksik değil ki başka dinlerle tamamlansın; İslam tamdır, Rabbimiz tarafından tamamlanmış (Maide, 5/3) bir dindir. Dolayısıyla bu konudaki duruşumuzu her halükârda korumalıyız. Dinimiz İslam, ismimiz Müslüman’dır. Çünkü Rabbimiz, bize ‘Müslüman’ (Hac, 27/78) ismini vermiş ve din olarak da ‘İslam’ı (Maide 5/3) seçmiştir.
- İbadetimizi, ubudiyetimizi sadece ve sadece Allah için yapmalıyız. Hiç kimseyi azıcık, zerre miktar da olsa, kim olursa olsun, boyu posu, büyüklüğü, gücü ne olursa olsun hiç kimseyi, hiçbir varlığı Allah’a ibadet konusunda eş koşmamalıyız. İbadetimizi yalnızca O’na tahsis etmeliyiz (Fatiha, 1/5; Beyyine, 98/5). Çünkü ezel ve ebed olan, es-Samed olan (İhlas, 112/2), her şeyi yaratan ve var eden, doğmamış ve doğurmamış olan (İhlas, 112/3), hüküm verenlerin en iyi hüküm vereni (Maide, 5/50) ve bize şah damarımızdan daha yakın olan O’dur (Kaf, 50/16).
“Onlara, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştur. Sağlam din de budur” (Beyyine, 98/5).
“Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi O’na ortak koşmasın” (Kehf, 18/110).
- Namazlarımızı asla aksatmayalım. Çünkü namaz, bizi diri tutan, canlı hale getiren en önemli amellerdendir. Hiçbir vakit ve hiçbir şekilde tembellik ya da başka gerekçelerle namazı terk etmeyelim. Nasıl olsa genciz, daha çok zamanımız var, daha sonra kılarız sözleri sadece şeytanın vesvesesi olduğunu bilelim. Namazla dirilelim, namazla Allah’tan yardım isteyelim (Bakara, 2/45, 153). Namaz insanı her türlü kötülük ve fahşadan alıkoyan (Ankebut, 29/45) önemli bir ameldir.
Namazlarımızı mümkün olduğu kadar cemaatle bilinçli ve farkında olarak kılmalıyız. Namaz kıldığımız her vakitte, Allah’ın huzurunda olduğumuzu asla unutmamalıyız. Dualarımızı, namazlarımızı sadece ve sadece Allah için yapmalıyız. Bunun için tembellik yok, üşenmek yok; çünkü bunlar, münafıkların özelliklerindendir. Namazlarımızı zayi etmeyelim (Meryem, 19/59).
- İslam’ı insanlara davet etme metodumuz, Nebevi Metod’dur. Bu metodun; zamanın, şartların, ihtiyaçların, teknolojinin değişmesiyle değişmeyecek ve Kıyamete kadar devam edecek metoddur. Kur’an’ın indirilişi nasıl Rabbani ise bunun yani Kur’an’ın insanlara ulaştırılış tarzı da Rabbani’dir.
Müslümanca yaşamak ve İslami ortamı oluşturmak için davet görevimizi bütün zorluk ve sıkıntılara rağmen devam ettirmeliyiz. Bunun için Hz. Peygamber’in siretini (Bir kimsenin içi, hali, hareketi, ahlakı. İnsanın tutmuş olduğu manevi yol) ve siyerini (iyi ya da kötü tutulan yol, hayat tarzı, gidişat), davet metodunu çok iyi öğrenmeliyiz. Hz. Peygamber’in hayatı, mücadelesi ve yöntemi bilinmeden gereği gibi davet görevi yerine getirilemez. Bugün davet ve tebliğ konusunda çektiğimiz sıkıntıların temelinde bu bilmezlik yatmaktadır. İki üç kitap okuyan, kendisini allame biliyor ve yaptığı davet sonucunda nice çamlar deviriyor ama farkında değildir.
- Her işimizi istişare etmeliyiz. Ticaretimizi, evliliğimizi, yeni iş kurmayı vb. her konuda istişare etmeliyiz. İştişaresiz iş yapmamalıyız. Müslümanların işleri kendi aralarında şura iledir (Şura, 42/38; Al-i İmran, 3/159). Çünkü istişarede rahmet vardır. Aynı zamanda Hz. Peygamber’in bir uygulamasıdır.
- Mü’minlerin temel özelliklerinden birisi de ahdinde durmaktır (Mü’minun, 23/8). “Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır” (Al-i İmran, 3/77). En çok ihmal ettiğimiz konulardan birisi de budur. Ruhlar âleminde öncelikle Allah’a ahid vermişiz (A’raf, 7/172). Öncelikle uymamız gereken, yerine getirmemiz gereken ahid elbette ki budur. Aslında bu ahdimizi yerine getirdiğimiz zaman diğer ahidleri de kolaylıkla yerine getirmiş olacağız.
- İslami mücadele, yazlık ya da kışlık yani mevsimsel bir mücadele değildir. Sadece öğrenci iken, okulu bitirene kadar, işe girene ya da evleninceye kadar veyahut genç iken veya emekli olduktan sonra verilecek bir mücadele değildir. Bu mücadele hayatı/ömrü bütünüyle içine alacak bir mücadeledir. 100 metrelik koşuya çıkılmayı gerektiren bir mücadele de değildir. Bu mücadele maraton koşusu gibi ölünceye kadar devam edecek bir mücadeledir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da “bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz bile ben bu davadan vazgeçmem” diyen bir peygamberin duruşu ve tavrı örneğimiz olmalıdır. Ebu Talib’in de himaye etmekten bütünüyle vazgeçtiğini düşündüğü ve kendisini himaye eden hiç kimsenin etrafında kalmadığını bildiği bir anda bile geri adım atmamış, susmamış, davasından dönmeyerek mücadelesine devam etmiştir.
Asla umutsuz olmayacağız. Yanımızda hiç kimse kalmasa da tek başımıza kalsak da ya da düne kadar yanımızda olanlar, bize yol gösterenler, hocalar, üstadlar ayrılsalar ve hatta davadan dönseler de bizler, bildiğimiz hak yoldan asla dönmemeliyiz. Kötü örnek bize hiç mi hiç örnek olmamalıdır. Ailemiz bizi reddetse, dost bildiklerimiz yanımızdan uzaklaşsa da bu, bizi umutsuzluğa asla sevk etmemelidir. Hz. Nuh (as), 950 senelik bir mücadele kendisine iman edenlerin sayısı bir aile fertleri olmasına ve her doğan küfür ve fücur üzerine doğmasına; Hz. İbrahim (as) babası ve ailesinden, kavminden uzaklaşmasına ve ‘tek başına ümmet’ (Nahl, 16/120-121) olarak kalmasına, ateşe atılmasına ve Hz. Muhammed (as) kendisine ve arkadaşlarına işkence yapılmasına, şehid edilmelerine rağmen ‘sizin dininiz size benim dinim bana’ (Kafirun, 109/6) diyerek umudunu kaybetmemiş ve mücadelesine aynı aşk ve şevkle devam etmiştir.
Bu mücadelede kızmak yok, küsmek yok, sinirlenmek, bağırmak, çağırmak, dedikodu yapmak, gıybette bulunmak da yok. İşsizken de, çalışırken de, bekârken de, evli iken de, gençken de, ihtiyarken de verilecek bir mücadeledir. Aksamadan, aksatılmadan, ara vermeden, gücümüz yettiği oranda verilecek bir mücadeledir.
- Zamanımızı çok iyi değerlendirmeliyiz. Eskilerin deyimiyle ‘vakit, nakittir.’ Geçen zamanı bir daha yaşamak mümkün değildir, yarını/geleceği yaşamak da bizim elimizde değildir. O halde içinde bulunduğumuz an’ı yani şu anı çok iyi değerlendirmek ve an’ın gereği olarak ne gerekiyorsa ertelemeden onu yapmamız gerekmektedir.
- Gereksiz tartışmalara girmemeliyiz. Bizler, işimize bakmalıyız. Çünkü yapacağımız çok iş var. İçinde yaşadığımız İslam coğrafyası tam anlamıyla bir yangın yerine çevrilmiş, insanlarımız, çocuklarımız, bebeklerimiz katledilmekte, kadınlarımız tecavüze uğramaktadır. Bunlara seyirci kalamayız, kalmamalıyız. Birbirimizle uğraşarak vaktimizi ve enerjimizi boşuna tüketmemeliyiz. Bunun da bir vebal olduğunu bilmeliyiz.
- Her konuda ciddi olmalıyız. Ciddi olmaktan kasıt, somurtkan, asık suratlı olmak değildir. İşimizde, okulumuzda, ilişkilerimizde ve inancımızda ciddi olmalıyız. Muhataplarımızı ciddiye almalıyız ki onlar da bizleri ciddiye alsınlar. Verdiğimiz sözü mutlaka yerine getirmeliyiz. Bilmeliyiz ki, verdiğimiz her söze, her ahde sadece söz verdiklerimiz değil, aynı zamanda Allah da şahitlik etmektedir.
- Çok okumalıyız. Ama önce İslami temel kitapları okumalıyız. Bu kitaplar bizde kalıcı bir bilinç oluşturmalıdır. Kur’an’ı, her gün az da olsa meali ile birlikte okumalıyız. Yüzünden de okumak güzeldir. Ama daha güzel olanı; Kur’an’ı anlayarak, düşünerek okumaktır. Elbette sadece okumak ve anlamak da yeterli değildir. Mutlaka okuduğumuz ve öğrendiklerimizi pratiğe aktarmaya çalışmalıyız.
- İslam’ı bilmek yetmez. Anlamak da yetmez. Hatta şuurlu, bilinçli olmak da yetmez. Bugün İslam coğrafyasında olup bitenler; katliamlar, tecavüzler, saldırılar, işgaller karşısında acı duyulmuyorsa, tepkisiz, hissiz, heyecansız, duygusuz, duyarsız olunuyorsa ya da geçici bir acıdan sonra unutuluyorsa bu, imanın zayıflığını göstermektedir. Oysa yapılması gereken, onların acılarını duymak ve bu acıyı dindirmek için ne yapılması gerektiği üzerinde kafa yormak gerekmektedir. Bu konuda Peygamberî duruşu, Nebevî duruşu tekrar hatırlamamız gerekmektedir. Güç yetmediği zaman Yasir ailesine “Sabret ey Yasir ailesi” sözü ve uyarısı, bizim için de bir söz ve uyarı olmalıdır. Ama bu sözden ve uyarıdan sonra âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (as), boş durmamış, gece gündüz mücadelesini devam ettirmiştir. “Dinlen ey Allah’ın resulü” diyen Hz. Hatice’ye (ra) “Dinlenmek vakti geçti ey Hatice” demiştir. Gelmiş ve geçmiş günahları affedilmiş olmasına rağmen dinlenme vakti geçen Peygamberin yanında, kendimizi ve boşa geçirdiğimiz vakitlerimizi düşünmeliyiz.
GENÇ BİRİKİM

Follow