Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “(İbadet için) sadece (şu) üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî ve Beytü’l-Makdis (Mescid-i Aksa)…” Hadiste de geçtiği gibi kutsal mekânlardan bir tanesi ve Müslümanlar için çok değerli ve önemli bir yer Mescid-i Aksa.
Şimdi Mescid-i Aksa’yı tanıyalım: Asıl adı Ârâmîce Beth Makdeşa, İbrânîce Beth ha-Mikdaş ve Arapça Beytülmakdis olup “mukaddes ev” demektir; ilk kuruluşundan beri taşıdığı bu ad sonradan şehrin tamamını kapsamına almıştır (İA, VI, 953). Şehir için Müslümanların benimsediği Kudüs adı da aynı kökten gelmekte ve aslında şehri değil mâbedi ifade etmektedir. Minhâcî, mâbedin on yedi kadar adı olduğunu söyler (İtḥâfü’l-aḫiṣṣâ, I, 93 vd.).
Peygamberler Mescid-i Aksa’yı İmar Ediyor
Mescid-i Aksa, Âdem (a.s.) döneminde inşa edilmiştir. Âdem (a.s.) sonrasında gelen peygamberlerin Mescid-i Aksa’ya tazim ettikleri ve orada namaz kıldıkları da bilinmektedir. Yani peygamberler için, “Beyt-i Makdis’i inşa eden ve orada ibadet eden” babaları Âdem’in (a.s.) yolundan giderek, Beyt-i Makdis’i ziyaret etmeleri ve orada yaşamaları Rabbimiz tarafından takdir edilmiştir.
Allah Teâlâ, Beyt-i Makdis’i, Irak’ta kavmi tarafından gördüğü şiddet ve zulüm sonrasında İbrahim (a.s.) için yeni vatan ve hicret diyarı olarak seçmiştir. Yüce rabbimiz, bu konuda “Onu da Lût’u da kurtarıp herkes için bereketli kıldığımız yere ulaştırdık.” (Enbiya 71) buyurmuştur. Kaynaklar, İbrahim’in (a.s.) Beyti Makdis’ten birkaç defa Kâbe’ye gittiğini ve bu ziyaretlerden biri sırasında Kâbe’yi inşa etmiş olduğunu yenilemektedir. Ancak elimizdeki kaynaklar İbrahim’in (a.s.), Kâbe’yi inşa ettiği gibi Mescid-i Aksa’yı yenileyip yenilemediği hakkında yeterli bilgi vermemektedir. Şunu da belirtmek gerekir ki İbni Teymiye, “Mescid-i Aksa, İbrahim (a.s.) zamanından bu yana vardır” demektedir. Bir başka yerde ise “Mescid-i Aksa, İbrahim (a.s.) zamanından bu yana peygamberlerin namazgâhıdır” ve “Mescid-i Aksa’da İbrahim’den (a.s.) bu yana peygamberler namaz kılmışlardır” ifadelerinde bulunmuştur. Bugün günümüzde de zorda olsa namaz kılınmaktadır.
Çok peygamberin geçtiği Mescid-i Aksa, bugün günümüzde işgal altındadır. Kapısında siyonist askerlerin nöbet tuttuğu ve içeriye girerken siyonist askerlerden izin isteyip, aramalardan geçip içeri girdiğimiz Müslümanların kutsalı Mescid-i Aksa, işgal altındadır. Mescid-i Aksa; sağlamdır, ayakta durmaktadır. Yahudilerin altını kazmalarına rağmen ayakta durmaktadır; sağlamdır, ölmemiştir, direnmektedir. Ama maalesef Mescid-i Aksa’ya sahip olacak iki milyar Müslüman ölmüştür. Bedenî değil zihin olarak, akıl olarak, idrak olarak ölmüştür. Dirilme mücadelesine girme gibi bir niyeti de yoktur. Müslüman ülke liderleri tamamen ölmüştür, hareket etme duyularını yitirmişlerdir. Kâfirlerin üzerlerine kurduğu güç ve kuvvet, onların hareket etme duyularını yitirmelerine sebep olmuştur. Ekonomi, dünyada sıkıntıya girme korkusu, onları harekete geçmekten alıkoymuştur. Zaten birçok Müslüman ülkenin başına kâfirler, kendi adamlarını yerleştirmişlerdir. Özellikle Arap ülkeleri, kâfirlere teslim olmuşlardır. O yüzden de harekete geçme gibi bir niyetleri yoktur. Hâlbuki tüm yer altı zenginlikleri Arap ülkelerindedir. Petrol, gaz vs. kâfirlere giden vanaları kapatmaları, onların sonu olacaktır. En önemlisi de Allah’a güvenip, Allah’a teslim olup her türlü zorluğa karşı sabretseler, Allah kesinlikle yardım edecektir. Çünkü bunun örneğini Kassam Tugayları’nda görmekteyiz. O kadar silaha sahip olan Yahudi ve onu destekleyen kâfir güruhları, o mücahitlerle başa çıkamamaktadır. Yaptıkları her saldırı, hep başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Bunun sebebi, şeksiz şüphesiz Allah’a teslim olmalarıdır.
Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman!’ dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır” (Bakara 214).
“İlk önce sabır ve teslimiyet, ondan sonra mükâfat” diyor Rabbimiz. Gazze’dekiler de sabrediyorlar, her türlü zorluğa karşılık mücadele ediyorlar. Allah’ın izniyle zafer yakındır. Nitekim Mescid-i Aksa ve oradaki Müslümanlar, Müslüman ülkeler tarafından özellikle Arap ülkeleri tarafından yalnız bırakılmıştır. Bir eyleme geçilememiştir. Hâlbuki Rabbimiz, bizden eylem, fedakârlık istemektedir. Kınamak ve miting düzenlemek, kâfirlere bir zarar vermemektedir. Çünkü kâfir topluklar da kınamakta ve miting yapmaktadır. Kâfir, kınamak ve mitingten etkilenmez, güç gösterme ve onlara zarar veren eylemlerden etkilenir. Dünyada makam ve mevki korkusu, kâfir korkusu, Allah korkusunun önüne geçmiştir.
Netanyahu, Arap ülkelerine şöyle tehdit savurdu. Arap ülkelerinin liderlerine, “Sessiz kalın!” diyebiliyorsa, bunun anlamı şudur: İşgal altında olan yer, Gazze değildir; Gazze, bombardıman altındadır. İşgal altında olan yerler, “Sessiz kalın!” cümlesinden sonra sessiz kalan yerlerdir! Müslüman ama ses çıkaramıyor, işgal altında toprakları, Kâbe’de işgal altında. Müslümanlar, Allah’ın emirlerini haykırdıklarında zalimler tarafından hemen tutuklanıyor ve hapse atılıyor. Arabistan, işgal altında olmasa ilk önce Gazze’ye ve Mescid-i Aksa’ya onların sahip çıkması gerekir. Ama malesef Kâbe imamı, “Filistin’e dua edelim sadece” diyor, “Oradaki fitneye kapı açmayalım” diyor, İsrail’in katliamına fitne diyor. Ne kadar yazık! Para ve makam için dinini satmış, elbette hesap vakti gelecek. Kutsallarımızı korumamız, kitabımızı, peygamberlerimizi, dinimizi korumamız, fitne öyle mi? Siyonistler dinimize, kutsallarımıza her türlü saldırıyı yapacak, bizler de izleyeceğiz, fitne diye öyle mi? Bunlar, eğer ki bu şekilde ölüp giderlerse kesinlikle Allah’a hesap veremezler. Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana, Kitab’ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!” (Nisa 105).
Başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır Rabbimiz: “Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir. O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir” (Nisa 139-149).
Kâfirlerin safında olanlar, orada ne aradıklarının farkındalar mı? Onların yanında ne kazanacaklarını zannediyorlar? Allah’ı razı etmeyi bırakıp kâfirleri razı etme peşinde cennete gideceklerini mi umuyorlar? Ne yazık, Rabbimiz ayetinde, “Elbette onları bir araya getireceğim” diyor, cehennem onların varış yerleridir ve Rabbimiz, çok çabuk hesap görendir.
Sorumuzu tekrar soralım: Mescid-i Aksa’yı kim kurtaracak, kim özgürlüğüne kavuşturacak, Filistin’deki Müslümanları kim esaretten kurtaracak, kim yardım edecek?
Bu iş, sadece duayla olur mu veya kınamak yeterli midir? Kâbe’yi kurtaran Rabbimiz, Mescid-i Aksa’yı da kurtarır mı? Ebabil kuşlarını Mescid-i Aksa’ya da gönderir mi? Kâbe’ye ebabil kuşlarını göndermişti Rabbimiz. Çünkü orada Kâbe’yi koruyacak kimse kalmamıştı. Orada yaşayan kişiler, güçlü orduları olan Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmaya geleceğini, saldırı düzenleyeceğini duyduklarında hepsi korkudan orayı terk etmişlerdi ve dağlara kaçmış saklanmışlardı. Kâbe; sahipsiz, korunaksız kalmıştı. Efendimizin dedesinin develeri, Ebrehe’nin eline geçmişti. Abdulmuttalib, Eberehe’ye gider ve Ebrehe, Kâbe için saldırıyı durdurmak için yalvaracağını zanneder. Efendimizin dedesi, Ebrehe’den develerini ister. Ebrehe, alaycı bir bakışla:
– Ben de Kâbe’ye saldırmamamız için yalvaracağını düşünmüştüm. Abdulmuttalib:
– Ben, develerin sahibiyim, onları korumakla mesulüm. Kâbe’nin sahibi de Allah’tır. O, orayı koruyacaktır. Ebrehe:
– Verin şunun develerini, der.
Ebrehe, sahipsiz kalan Kâbe’ye saldırıya geçer fakat ilerleyemez. Gökyüzünde ebabil kuşlarını gönderen Rabbimiz, attıkları taşlarla orduyu tarumar eder, hepsi ağır yaralar alır, birçoğu ölür. Ebrehe, yaralı kurtulur ama bir süre sonra o da ölür ve Rabbimiz, Kâbe’yi korumuştur.
Şimdi günümüze gelelim. Mescid-i Aksa, siyonist israil tarafından işgal altındadır ve Müslümanların kutsalları olan üç mescidden biridir. Burası, şu anda sahipsiz değildir, oradaki Müslümanlar, ellerinde ne kadar güçleri varsa mücadele ediyorlar fakat iki milyar Müslüman, kılını kıpırdatmıyor. Yani Mescid-i Aksa’yı koruyacak iki milyar Müslüman vardır ve bu iki milyar Müslüman, Mescid-i Aksa’yı korumakla sorumludur. O yüzden Rabbimizin, buraya ebabil kuşu gönderme gibi bir durumu olmadığını düşünüyorum. Ne zaman ki iki milyar Müslüman ayağa kalkar, Mescid-i Aksa için bir şeyler yapmaya çalışır, işte o zaman Rabbimiz de yardım edecektir. Ama Müslümanlar kıllarını kıpırdatmaz; görmezden, duymazdan gelirse o zaman Rabbimiz, Müslümanlara Mahşer’de hesap soracaktır. İki milyar Müslüman, gerçekten ölmüştür; bedenen değil akıl olarak, fizik olarak ölmüştür. Çünkü ölmemiş olsalardı kıyamda olurlardı, kardeşleri şehit edilirken rahatça yiyip, rahatça gezmez, rahatça uyku uyumazlardı. Kutsallarına yapılan saldırılardan dolayı sokaklardan ayrılmazlardı. Ama şimdi Müslümanlar; rahatça yiyip içiyorlar, zevklerinden hiç vazgeçmiyorlar. Sosyal medyada dahi bu zulmü gündem etmiyorlar. Çok az bir grup hariç çoğunluk, bu durumda sessiz kalmayı tercih etti. Efendimiz, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu, imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17).
İslâm âlimleri, genel anlamda olmak üzere kötülükleri el ile değiştirmenin, yöneticilerin; dil ile değiştirmenin, âlimlerin; kalp ile değiştirmenin de bunlara güç yetiremeyen zayıfların, avamın görevi olduğunu söylerler. Böylece her seviyedeki Müslümana düşen bir vazifenin bulunduğu ortaya çıkmış olur. Ne yazık ki bunların hiçbirisinden karşılık bulamamıştır, zulme uğrayan Müslümanlar. Çünkü dünya sevgisi, rahatlarını kaybetme korkusu sarmış durumda Müslümanları.
Efendimiz, başka bir hadislerinde de şöyle buyurmaktadır: Sevban, şöyle demiştir: Allah Resulü (s.a.v.), buyurdu: “Yemek yiyenlerin büyük tabağa üşüştükleri gibi insanların, size karşı birleşip üşüşmeleri yakındır.” Biri sordu: “Acaba o zaman biz sayıca az mı olacağız?” Peygamber (s.a.v.) cevap verdi: “Hayır, bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız. Fakat siz, selin sürüklediği çer çöp gibi dağınık olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden, sizin korkunuzu çıkaracaktır. Sizin kalplerinize de ‘vehen’ atacaktır.” ‘Vehen’ nedir? Ey Allah’ın Resulü, diye sorduklarında da şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu” (Ebu Davud).
Maalesef durum, içler acısı. Sayıları yeterince çok ama dünya sevgisi ve kâfirlerden korkma duygusu, Müslümanların içine işlemiş durumda kutsallarını savunmak ve kardeşlerinin şehit edilmeleri umurlarında değil, rahatça yiyip, rahatça gezip, rahatça eğlence düzenleyebiliyorlar. Müslüman kardeşlerini kardeş olarak görmüyorlar, kâfir seviciliği daha ağır basıyor. Neden böyle oldular? Çünkü İslam’ın kuralları unutturuldu, sistemleri değiştirildi, başka yollar doğru yol gibi öğretildi, Kur’an’dan uzaklaştırıldı, peygamber hayatı öğretilmedi. İşte sonuç, bu. Kılını kıpırdatmayan çer çöp misali Müslümanlar çıktı ortaya; kâfirden korkan, silah gücünden korkan, kendini hep güçsüz sanan Müslümanlar. Örnek olarak Kassam Tugayları’nın uçakları yok, tankları yok, iha’ları yok ama başarılılar. Neden, çünkü Allah’a güveniyorlar, O’na teslim olmuşlar. Rabbimiz de onlara yardım ediyor, karşılarındaki katil israil sadece bebek, kadın, yaşlı, savunmasız sivilleri katlediyorlar; güçleri, onlara yetiyor. İnşallah hezimete uğrayacaklar çünkü karşılarında Allah’a teslim olmuş ordu var. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da biz, onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi” (Ahzab 9). Rabbimiz, onlara, görünmeyen ordularıyla yardım edecektir. Rabbim yardımcıları olsun. Bakın Rabbimiz ne diyor:
“Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” (Nisa 75). Ne oldu Müslümanlara? Dünyanın ve kâfirlerin kölesi oldular! O yüzden Mescid-i Aksa kuşatılmış, Kâbe kuşatılmış, kardeşleri katledilmiş! İlgilendirmez onları çünkü dinleri unutturulmuş. Yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“O halde dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz, ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz” (Nisa 74). Mükâfatı, Filistinliler hak ediyor çünkü onlar, tüm olumsuzluklara karşılık tüm Müslümanların kutsalına sahip çıkıyor ve tüm dünyaya meydan okuyor. Ölenler, şehit oluyor, cennet bahçelerindeler. Rabbim sizlerden razı olsun. Efendimiz hadisinde şöyle buyurmaktadır:
Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh) şöyle dedi: Tebük Savaşı olduğu yıl, Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), sırtını devesine dayayıp insanlara bir konuşma yaparak şöyle buyurdu: “Size insanların en hayırlısı ile en şerlisini haber vereyim mi? Kuşkusuz ki insanların en hayırlısı, ölünceye kadar atının veya devesinin sırtında veya yaya olarak Allah’ın yolunda (cihad ederek) amel eden kimsedir. Kuşkusuz ki insanların en şerlisi ise Allah’ın Kitab’ını okuyup da onda gereken şeyleri yerine getirmeyen facir kimsedir!” (Ahmed bin Hanbel. Müsned 11124; Nesai, 3092).
Seyyid Kutub şöyle diyor: “Eğer İslam’ın doğuşundan itibaren Müslümanlara yapılan düşmanlıkları inceleyecek olursanız en şiddetli düşmanlığın, Yahudilerden geldiğini görürsünüz. Dün olduğu gibi bugün de aynı ölçüde ve şiddette Yahudilerin Müslümanlara olan düşmanlıkları sürmektedir. Medine’de başlayan bu düşmanlık, tam on dört asırdır devam etmektedir. İslam’a, İslam peygamberine, Kur’an’a ve İslam ümmetine en büyük iftirayı da Yahudiler yapmıştır.
Allah’ın laneti, tüm kâfirlerin üzerine olsun. Müslümanların da uykudan uyanmasına vesile olsun bu savaş. Âmin.
Emrah DOĞRU
Faydalanılan Kaynaklar:
– Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim.
– Heyet, Temel İslam Ansiklopedisi.
– Seyyid Kutub, Yahudi ile Savaşımız.