Kime, ne ile yakınlaşmak?
Ne kadar özel bir kelime! İnsanın, yakınlık kazanmak için aşkın ve değerli olana bir şeyler sunması. “Kurban” kelimesinin manası budur. İnsanoğlunun yaratılışında adamak, kurban etmek vardır. Batıl dinlere baktığımız zaman da bunu görürüz. Kimisi, putlarına kurbanlık hayvanlar keserler; kimileri, eski Mısır’da olduğu gibi Nil nehrine, toplumun en güzel kızını kurban olarak bağışlar.
İnsan, mabuduna bağışladığı her ne ise onunla yakınlık kurmak ister. Cihanşümul dinimiz olan İslam, insanların Rableri arasını tadil ettiği gibi hediye sünnetiyle de insanoğlunun kalplerini yakınlaştırmayı hedeflemiştir.
Rabbimiz, kulluk Kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Unutmayın ki, o kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Sizden Allah’a ulaşacak olan tek şey takvanızdır. Allah, böylece o hayvanları hizmetinize verdi ki, sizi doğru yola ilettiği için tekbir getirerek Allah’ın büyüklüğünü ilan edesiniz! Resulüm! Artık o iyilik eden ve işini güzel yapanları müjdele!” (Hac Süresi-37). Ayette de gördüğümüz gibi adadıklarımıza Rabbimizin ihtiyacı yok. Sunduklarımız her neyse; vakit mi, can mı, mal mı, ekinlere yayılan hayvanlarımız, sürülerimiz mi? Hepsi, O’nun yarattığı mahlûkattandır.
O’ndan aldığımızı, yakınlık kurmak için O’na sunmanın adıdır kurban. Rabbimiz, emirleriyle kullarını inşa eder, onların şahsiyetlerini onarır, hayatlarını en sağlam, en güzel idame ettirecekleri hale getirir.
Yakınlık, nasıl sağlanır? Yakınlık kurmak istediğimize bizi yaklaştıran ne varsa ona tevessül ederek, onun sevgisini kazanabiliriz ve bu yolla da ona olan bağlılığımızı gösteririz.
Bugün, ahir zaman ümmeti olan bizlere bakınca; içimizde birçok insan, bir büyük baş hayvanı Kurban Bayramında Allah’a kurban edince, artık havasından geçilmez olur. Kaç kilo et çıktığını, anlatır durur. Asr-ı Saadet insanlarının “riyaya girer” diye küçükbaş hayvanı tercih edip kestiklerini bilmez. Buradaki asıl mevzunun; Allah’ın rızasını kazanma yolundaki arayış olduğunu bilmez. Ayrıca bakınca; hayatlarını, zamanlarını bir diplomaya ve kariyere adayanlar, “Allah için zamanlarının olmadığından yoksa O’nun için çok şey yapmak istediklerinden” bahsederler. Bu yakınlık kurma zayıflığıyla, Âlemlerin Rabbi ile nasıl bir rabıta kurulabilinir ki?
Ama öyle adaklar, öyle kurbanlar var ki; İsmailler ve Meryemler gibi. Allah’ı rahmeti, üzerlerine olsun.
Meryem anamıza bakalım;
Adayan ve adanan. Hz. Meryem’in annesi, adayan ve adanan bir kız. Erkek hegemonyasını yıkıp altüst edecek, kıyamete kadar adı Kur’an’da zikredilecek nadide ve Allah’ın kudretinin yansımasını babasız doğuracağı çocukla kıyamete kadar iletilecek mesajdır Meryem (aleyhis selam).
Ne güzel bir yakınlaşmadır Rabbine. Yıllarca çocuğu olmamış, yaşlanıncaya kadar bu sevgi ve özlemle beklemiş bir annenin, karnındaki yavrusunu Allah’a bağışlaması. Yakınlık kurmadaki zirve bu olsa gerek. Bu büyük bağışı anlarsak, çok şey fark edeceğiz diye düşünüyorum. Rabbim, olmamızı istediği gibi kılsın bizi. Âmin.
Büyüklerimizden hep duyarız ya: “Baba, oğula bir bağ bağışlamış; oğul, bir salkım üzümü babasından esirgemiş”. Bu sözle, oğlun, ne kadar cimri ve vefasız olduğuna karar veririz.
Her şeyin sahibi olan Rabbimize, “lehul mulku ve lehulhamdu ve huva ala küllü şeyin kadir” düsturu içerisinde bize verdiği nimetlerle rızasını kazanmanın yollarını aramalıyız ve O’na, “bizden kabul buyur” demeliyiz. Rasulullah’ın, her namazın arkasından üç kez “Estağfirullah” yani “verdiğin güçle, indirdiğin, öğrettiğin nizamı yaşıyorum; yine sana layık oldu mu, kusursuz oldu mu bilmiyorum” diyerek Rabbine sığınışını görüyoruz.
Sünnet-i Nebi’de olduğu gibi yaptıklarımız için “estağfirullah, estağfirullah, estağfirullah” diyoruz. Adamamız gerekirken adayamadıklarımızdan, kurbanlıklarımızın kusurundan, O’na layık olamayışımızdan dolayı binlerce kez ESTAĞFİRULLAH…
En Emin’e emanet olunuz.
Sümeyye DEMİRCİ