İslam ve Teslimiyet
Arşiv Yazarlar

İslam ve Teslimiyet

Allah’ın yol göstericiliğini reddederek kendi isteklerine göre hareket edenler yoldan çıkmışlardır. Şüphesiz ki Allah, yanlış yapanlara yol göstermez (Kasas suresi 50. ayet). Eğer ki bizler Müslüman isek, kendimizi Allah’ın kurallarına göre hazırlamalıyız ve güzel bir hayat yaşamak için mücadele etmeliyiz. Her şeyden önce şunu iyi bilmeliyiz ki küfür nedir? İslam nedir? Küfür, Allah’a itaat etmeyi reddetmek demektir ve İslam da, tamamen Allah’a teslim olmak, O’nun yol göstericiliğine karşı gelen fikirleri, kanunları, kişileri, kurumları, kuruluşları reddetmek ve sadece Allah’a teslim olmak demektir. Rabbimiz, Maide suresi 44. ayette şöyle buyurmaktadır: “…Artık insanlardan korkmayın benden korkun. Benim ayetlerimi az bir paraya satmayın. Ey hâkimler, her kim Allah’ın indirdiği hükümler ile hüküm vermezse onlar hep kâfirlerdir.” İslam’la küfür arasındaki bu kırmızı çizgi, net ve anlaşılır olmuştur. “İnşallah burada yargılama kelimesi ile sadece mahkemedeki yargılama kastedilmemektedir, günlük hayatta vermek zorunda olduğumuz tüm kararları kapsamaktadır” diyor Üstad Mevdudi.
Rabbimiz, Ali İmran suresi 83. ayette şöyle buyurmaktadır: “Daha Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde kim varsa hepsi ister istemez ona teslim olmuş, hep döndürülüp ona götürülüyorlar.” Furkan suresi 43. ayette de şöyle buyurmaktadır: “Kendi arzularını ilahlaştıranı gördün mü? Onları koruyacak mısın?” İnsanın kendi arzularının esiri olması, her yaptığını doğru kabul etmesi ama Allah’ın kurallarına uymaması, bazen şeytanı bile ürpertir. Rabbimiz, hayvanları yaratmıştır. Bitkileri, güneşi, ayı, yıldızları yaratmıştır ve hepsi de Rabbimizin emirlerini harfiyen uygulamaktadır, Rabbimize teslim olmuşlardır. Müslümanlar, Kur’an ve sünneti bırakıp, toplumun geleneklerini, alışkanlıklarını, inançlarını, düşüncelerini körü körüne takip etmektedir. Bunları Kur’an ve sünnetten daha önemli görmektedirler. Rabbimiz Maide suresi 104 ve 105. ayetlerde şöyle buyurmaktadır: “Bunlara, gelin Allah’ın indirdiği hükümlere ve peygambere denildiği zaman, bize atalarımızın üzerinde bulduğumuz şeyler yeter, diyorlar. Ya ataları bir şey bilmez, doğru yola gitmezlerse de mi?” Rabbimiz, insanlara toplumu, kültürü veya başka şeyleri izleyebileceklerini insanlara söyler fakat ikisini birden izleyemeyiz. Ya tam Müslüman olup Rabbimizi razı etmeliyiz, Rabbimizin rızasını kazanmalıyız ya da kafamıza göre yaşayıp, hüsrana düşenlerden oluruz.
Kul, her işinde, tüm hayatında, Allah’a tam teslim olmalı, her konuda Müslüman olmalı, yaptığı her şeyi Müslümanlığının gereği olarak yapmalı, yapmadığı her şeyi yine kulluğunun gereği terk etmeli, yaptığı ve yapmayıp terk ettiği her şey Allah’a teslimiyetinden kaynaklanmalı. Kul, öncelikle Rabbini tanımalı ve emirlerine boyun eğmeli, Rabbinin karşısına kural koymayıp her konuda teslim olmalı. İşte İslam, teslim/tesellüm bu manadadır. Eğer ortada bir teslimiyet varsa bunun üç unsuru vardır; teslim eden, teslim alan, bir de teslim edilen şey. Bunu da iki türlü anlamaya çalışalım İnşallah. Birinci anlayışa göre şöyledir; teslim eden kuldur, ondan teslim alan Allah’tır. Teslim edilen şey, kulun iradesidir. İkinci anlayışa göre de, teslim eden Allah’tır, Allah’tan teslim alan da kuldur, teslim edilen şey dindir, imandır, Kur’an’dır, Peygamber’dir, Hak’tır, hidayettir. İşte iradesini, benliğini, tüm hayatını Allah’a teslim edene “Müslüman” diyoruz.
Şimdi de peygamberlerin teslimiyetinden örnekler verelim; Hz İbrahim’in teslimiyeti… “Allah ne güzel velidir, Allah ne güzel yardımcıdır.” Bu sözü, Hz. İbrahim söylüyordu. Nemrut, Hz. İbrahim’i yaktırmak için dağlar gibi ateş yaktırır, mancınığın üstüne koyar ve yukarıdan aşağıya atar, tam ateşe düşecekken, Cebrail (as.) gelir, “Ey İbrahim, eğer istersen sana zulmeden Nemrut’u ve yardakçılarını Allah’ın izniyle yok edeyim” Hz. İbrahim’in cevabı, “Ey Cebrail, şu anda Allah beni görüyor mu? Allah beni işitiyor mu? Allah benim halimi biliyor mu?” der. Hepsine “evet” der Cebrail (as). “Öyleyse Ey Cebrail, senin yardımına ihtiyacım yok, ben sırtımı Rabbime vermişim, ben ona öyle güvenmiş, öyle tevekkül etmişim ki sana da, başkalarının yardımına da ihtiyacım yok.” diyor Hz. İbrahim. Bütün Müslümanlar bu gerçeği bir anlayabilse, her zorluk altında Allah desteğinde olduğumuzu, Allah’ın bizi yardımsız bırakmayacağını bir anlayabilsek, Allah’ın emirlerini yerine getirsek, Allah’ın yasaklarından kaçınsak, oluk oluk akan Müslüman kanı mutlaka duracaktır. Rabbimizin yardımı bizlere de gelecektir ama bakıyoruz ki toplum; Rabbini tanımıyor, Rabbinin kurallarını beğenmiyor, Rabbine asi olmuş, kafasına göre bir hayat yaşıyor ve ondan sonra Allah’tan yardım istiyor. Allah, böyle bir topluma kesinlikle yardım etmeyecektir. Ne zaman ki Rabbimizin emirlerine teslim olduk, o zaman Rabbimizin yardımı Müslümanlara gelecektir. Hz. Yakup da kırk yıla yakın yavrusu Yusuf’tan ayrı kalmıştı. Kendisine, atası Hz. İbrahim’in İsmail’i kurban etmeye karar verip teslimiyet gösterdiği zaman İsmail’i bulduğu hatırlatıldığında Hz. Yakup, Rabbine teslim olup Yusuf’undan da, Bünyamin’inden de vazgeçtiğini dile getirerek, Rabbine iltica ediyordu ve ayrılık acısı sona ermişti. Bize düşen görev, şikâyet etmek, sızlanmak değil, İslam davasına sahip çıkmaktır. Son olarak da Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) teslimiyetidir. Hz. Muhammed (sav.), Kâbe’nin avlusunda namaz kılarken, bir kısım kendini bilmez insanlar omuzlarına devenin işkembesini koydular, saatlerce secdeden başını kaldıramadı. Uhud’da dişlerini kırdılar, mübarek yanaklarını yardılar. Taif yolculuğunda taşladılar, Efendimizin her tarafı kanlar içinde kaldı ve Cebrail (aleyhisselam) geldi, “Ya Muhammed, Allah’ın selamı var, istersen bunların hepsini yok edeyim.” Efendimizin iki dudağından “evet, istiyorum ya Rabbi” diye bir cümle çıksaydı, Allahu Teâlâ hazretleri, yerin altını üstüne getiriverecekti ama sabretti, dişini sıktı, Rabbimizin verdiği görevi her şart altında yapıyor ve şöyle diyordu,” Ya Rabbi bunlardan belki de iman edecek çocuklar olacak, bunları helak etme” demişti. Her şart altında Rabbimize teslim olmuştu.
Bizler de düşünelim Rabbimize mi teslimiz yoksa başka şeylere mi? Bunları bir anlayalım. Bankalardan faizli para alıp dünyada bir evimiz, bir işyerimiz, arabamız vs. olsun diye önemsiyor muyuz Rabbimizin emirlerini? Rabbimiz, Bakara suresi 279. ayette şöyle buyurmaktadır: “Şayet böyle yapmazsanız Allah ve Rasulüne karşı savaş açtığınızı bilin” diyor. Bunları bile bile faizden, bankalardan uzak duruyor muyuz? Yoksa “ne yapayım, şu zamanda herkes alıyor, başka türlü alamam” deyip bankaya mı teslim oluyoruz? Yoksa bankanın yakın semtinden geçmeyip, Rabbimize mi teslim oluyoruz, bir düşünelim. Patronumuzun, müdürümüzün, amirimizin koyduğu kurallara harfiyen eksiksiz uyup da Rabbimizin emirlerinin karşısında olduğu halde onlara itaat edip, Rabbimizin emirlerini hiçe mi sayıyoruz? Namazımızı vaktinde kılıyor muyuz yoksa “işim var, sonra kaza ederim” deyip geçip gidiyor muyuz? Patronumuza, müdürümüze, amirimize mi teslimiz yoksa âlemlerin Rabbine mi? Bir de paraya teslim olanlar var, “parasız adam, gereksiz adamdır” deyip zekâtını, sadakasını vermeyip insanlara yukarıdan bakanlar, paraya mı teslimsiniz yoksa âlemlerin Rabbine mi? Rabbimiz, Al-i İmran suresi 186. ayette şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki mallarınızla ve canlarınızla imtihan bulunacaksınız ve herhalde gerek sizden önce kitap verilenlerden ve gerek müşriklerden birçok incitecek sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder, takva yoluna gider, korunursanız işte bu azmolunacak büyük işlerdendir.”
Bir de teslimiyet sınırını aşanlar var. Allah karşısında bilgi iddiasında bulunanlar, “Allah bilirse biz de biliriz, hukukunuz şöyle olsun diyorsa biz de böyle olsun diyoruz, Allah kılık kıyafetiniz böyle olsun diyorsa kılık kıyafetin yasalarını biz de biliriz, Allah eğitiminiz şöyle olsun diyorsa biz de böyle olsun diyoruz, Allah faize yaklaşmayın size savaş açarım, diyor biz de faizsiz yaşam olmaz diyoruz, namaz kıldığı halde hayat programını Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine sormadan yaşayan kimse; Allah’a mı teslimsin yoksa makamına, mevkine mi? Efendimiz, hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür” (Tirmizi, “Zühd”, 43). Bugün yaşadığımız toplumda insanlar, nefislerinin peşinden koşmaktalar. Nefsine hoş gelen her türlü ahlaksızlığı, haramları, yasakları umurlarında olmadan yapmaktalar. “Efendim bu yaptığınız doğru değil” dediğimiz zaman, “şeytana uyduk, doğru söylüyorsun” diyenler maalesef var. Hâlbuki kendi şeytan olmuş, şeytanın onları kandırmasına gerek yok. Bazıları da, “bu dönemde dediklerin olur mu, bu sıcakta kapanılır mı, bu sıcakta oruç tutulur mu, hacca da gidilir mi, bir sürü parayı Araplara neden yedireyim, zekât da verilir mi, benimle mi kazandın o parayı sabahlara kadar çalıştım ben” diyenler de var, nefsine, şeytana kapılmış gidiyor maalesef insanlar. Öldüğünde de arkasından, “Allah mekânını cennet eylesin, iyi adamdı” diye dualarda bulunuyorlar. Adamlar ölene kadar Allah’ın dininin önünde takoz olmuş, Allah’ın diniyle uğraşmış kötülemek için, ondan sonra cennete gidecekmiş. Hiç kimse kusura bakmasın, Rabbimiz, kitabında nasıl yaşayacağımızı, neye teslim olacağımızı harfiyen açıklamıştır. Efendimiz, sünnetinde uygulamalı göstermiştir. (Ali Küçük, Besairu’l-Kur’an).
Rabbim, bizleri, Kur’an ve Sünnete göre yaşayanlardan eylesin. Rabbimize teslim olup yasaklarından kaçınıp razı olacağı kullarından eylesin. Âmin. Okuduklarımızı, anlattıklarımızı, dinlediklerimizi, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde hayatımıza geçirenlerden eylesin. Geçen geçmişte kalmıştır, geçmişe bir çizgi çekip günahlarımıza tövbe edip, Rabbimize teslim olup, rızasını kazananlardan olalım. Âmin.
Emrah Doğru

GRUBA KATIL