Acaba bizler de iyi olarak gidenlerden olur muyuz? Acaba ölümümüzden sonra ardımızdan iyi ve güzel şeyler söylenir mi bizlerin de? “İyi ve güzel gitmenin nirengi noktası, iyi ve güzel yaşamdan gelir”, hakikatini hiçbir iyi ve güzel yürek inkâr edemez. Yani nasıl yaşanılırsa öyle ölünür ve ölündüğü gibi de haşrolunur.
Sözlerimize mana katacak olan, Kuzey Afrika diyarının, o diyarın neredeyse tamamının çöllerle kaplı ülkesi Libya’nın yiğit âlim ve mücahidi Ömer Muhtar olacak. Emperyalist, zalim ve kâfir İtalya’nın topraklarından kovulmasının mücadelesini verirken 1931 yılının tam 16 Eylül’ünde idamla dünya hayatını tamamlayıp dar-ı beka’ya kanatlanan şehid Ömer Muhtar’dır o. İman, ilmin ve cihadın yoğurduğu eşine az rastlanır bir cengâver… İşte o da sözünü ettiğimiz iyilerden ve güzellerden. İşte o da ölümünden sonra –gerçi şehid olması hasebiyle Rabb katında diridir ya- ardından iyi ve güzel şeyler söylenenlerden.
Bu iyi, bu güzel, bu yiğit ve şehid adamı; aynı şekilde başka bir âlimimiz olan Fethi Yeken’den tanıyacağız. 2009’da ayrılmıştı aramızdan Fethi Yeken, bir dünya eserini ümmetin hayrına bırakarak. O hayırlı eserlerinden birisi de kuşkusuz Çağdaş Davet Önderleri’dir. Bu kitabında, kendisini hep rahmetle andığımız Yeken; Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Bediüzzaman Said Nursî, Mustafa Sıbaî, İzzettin el-Kassam, Malcolm X, Ömer Muhtar, Ebu’l Âlâ el-Mevdudî, Muhammed Bin Ali es-Senusî ve Muhammed İkbal gibi dünyanın dört bir yanında İslamî mücadeleye omuz vermiş otuz beş ilim ve hareket önderinin biyografisini sunmuş. İlmin ve mücadelenin zirvesi olan insanları, yine kendini ilme ve mücadeleye adamış bir şahsiyetten okumak, tanımak ve anlamak, farklı bir güzellik getiriyor haliyle. Bu tavrıyla Yeken, “Yalnızca ben biliyor değilim, yalnızca ben yokum dünya üzerinde, yalnızca beni okumayın, yalnızca beni tanımayın…” diyor esasen cümlemize. Rabbimiz, ecrini kat kat vererek mükâfatlandırsın onu.
Ömer Muhtar’ı, hakkında yapılan ve çoğu insanın belki tek bilgi sahibi olduğu Çöl Aslanı filminden yola çıkarak; tarihçi yazar Ahmed Ağırakça’nın Beyan Yayınları’ndan seksenlerin başında Müslümanlara kazandırdığı ve yine yazar Osman Arpaçukuru’nun İlke Yayınları arasında çıkardığı aynı isimdeki kitapları dikkate alarak ya da AKEV’in Ocak 1992’de yayınladığı Yakın Tarih Şehidler Albümü kitap çalışmasından faydalanarak sizlere sunabilirdik. Ama biz, üstad Fethi Yeken’den almak istedik alacaklarımızı. Diğer bütün çalışma sahiplerinin de hakkını teslim etmek gerek. Hepsi, bu eserleriyle mühim bir boşluğu dolduruyor; doldurmakla kalmayıp büyük bir hizmeti gerçekleştirmiş oluyorlar. Zira böylesi yaşadıkları zamanı aşarak tüm dünyaya mal olan şahsiyetleri önemseyip de tanımak ve tanıtmak isteyen erdemli yüreklerin sayısı fazla değil. Bin teşekkür onlara.
1868’de doğduğunun bilgisini alıyoruz satır başlarında ilgili bölümün. Ömer Muhtar’ın sevgili babası Ömer Bin Ferhat, oğlu doğmadan önce Rabbine, eğer bir erkek çocuğu verirse onu din ve ilim yoluna adayacağına dair bir ahidde bulunur. Ne kadar samimiyetle ve ihlâslıca ahdetmiş ki o çocuk, ilerleyen zaman içerisinde doğduğu toprakların yani Libya’nın en büyük mücahidi olur. Samimiyetle ve ihlâsla beslenmiş duaların, ahidlerin, adakların tecellisi böyle oluyor demek ki.
Senusî Hareketi’nin medreselerinde yetişen Ömer Muhtar, oralarda hem ilim ve hem de cihadı öğrenir. Bu medreseler, -ilginçtir- özellikle askeri yönden stratejik öneme sahip bölgelere kurulur. Bu da oralarda yetişenlerin, eğitilenlerin, öğretileri teorik planda bırakmayarak pratiğe dökmelerini getirir, gerektirir. Ömer Muhtar, üstün beceri ve kabiliyetiyle ortaya çıkıp eğitimini tamamlayınca, hocaları tarafından kendisini zor günlerin bekleyeceği, bir medreseye tayin edilir. Öyle bir bölgeye atanır ki, oranın insanları kanun-kural nedir tanımayan, gelişigüzel yaşayan, üstad Fethi Yeken’in tabiriyle “Çok haşin bir topluluktur.” Ömer Muhtar, bu görev dönemi süresince adeta pişer, olgunlaşır ve o insanlardaki hırçınlığı giderip ilmin sükûnete kavuşturan ve yumuşaklık veren o nezih, o müreffeh havzasına çeker onları.
Zaman ilerlerken İtalyanların, Müslümanların oluşturduğu Libya topraklarını istila etme, buralara sahip olma planları gün yüzüne çıkar. İşe, önce banka kurarak başlarlar. Banka kurmaktaki amaçlarının, ihtiyaç sahibi insanlara yardım için olduğunu ve isteyenlere arazilerini ipotek ettirmeleri karşılığında borç verebilecekleri şeklinde açıklarlar. Hal böyle olunca emperyalist İtalya, hilesini uygulamaya koyar ve herkese arazilerini ipotek ederek borç para verir. Zaten fakir olan halk, borçlarını ödeyemeyince tüm arazilere el konmuş olur. Bu tür banka projesiyle Libya’nın birçok bölgesi ele geçirilerek sömürülmeye başlanır. Daha başka hinlikleri de olmuştur elbette. Mesela, fosfat madeni keşfetme bahanesiyle gönderilen bir heyetle, gerçekte hem Libya’nın askerî durumunu belirlemek ve hem de büyük âlim ve mücahid Ömer Muhtar’ın çalışmalarını rapor etmeyi hedeflerler. Ama müminin ferasetinden korkulması gerektiğini asırlar öncesinden tüm tarihlere nakşetmişti Rasulullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem. Feraset abidesi mücahid İslam âlimi Ömer Muhtar, Müslümanca sorumluluk neyi gerektiriyorsa onu gerçekleştirmek için harekete geçer ve toplantılar düzenleyerek bu zalim ve kâfir emperyalistlere karşı cihad için ayağa kalkılması çağrısında bulunur.
Ömer Muhtar’ın cihad için yaptığı konuşmalarda yer verdiği ifadelerden şöyle haberdar ediyor bizleri çalışmasında üstad Fethi Yeken: “İslam’ın bir izzet, kuvvet ve cihad dini olduğunu ve kendilerini güçsüz addederek savunmayanların ise cehennemin en aşağısına düşeceğini vurgulayarak dinini, namusunu ve vatanını koruma yolunda ölenlerin şehid olacağını söylüyordu. Ondaki engin ilim ve kahramanlık, çok kısa zamanda bütün Libyalıları bir ordu ve Libya’yı da kışla haline getirmiş; yaptığı ateşli konuşmalar, herkesi emperyalistlere karşı harekete geçirmişti.”
Cihad hareketi başladıktan sonra Ömer Muhtar, şehir şehir dolaşıp cihad çağrısını büyüterek devam eder Müslümanlara. Özelikle Bingazi’ye saldırı olayı üzerine uzak bir şehirde olmasına rağmen bütün hızı, cesareti ve toparlayıcılığıyla binlerce mücahidi oraya yakın bir mevzide toplar. Buradan, İtalyan kuvvetlerinin içine korku salarak onları yenilgiye uğratmaya muvaffak olur yüce Allah’ın izni ve yardımıyla. Bu olayın akabinde, artık Ömer Muhtar ismi, İtalyan hükümetinin binalarında yankılanmaya, zihinleri tırmalamaya başlar. İtalyan idareciler, kısa bir müddet önce dini bir lider olan bu çöl çocuğunun nasıl olur da birden bire üstün maharete sahip bir askerî önder olup çıktığı konusunda şaşkına dönerler. Öyle olur ki İtalyan hükümeti ve kuvvetleri, artık karada, denizde ve havada bu mümin ve muttaki kahramanla baş edemeyip aciz bir hale düşerler. Belli başlı barış antlaşmaları yapılmaya çalışılsa da Ömer Muhtar ile arkadaşları silahlarını bırakmayıp bulundukları mevzileri terk etmezler. Kısa bir vakit süren sükûnet halini, yine İtalyan güçleri bozarak Müslümanlara baskılar yaparlar, onları hapislere atarlar. Mücahidler de buna karşılık İtalyan subaylarını kaçırıp öldürmeye başlayınca, İtalyan hükümeti baskı yapmadan idaresini sürdüreceğine dair bildiri yayınlasa da olaylar olanca hızıyla ve şiddetiyle devam eder. İş işten geçmiş, tren raydan çıkmıştı bir kere.
Ömer Muhtar, bu süreçte o cepheden bu cepheye koşar ve asker sevkiyatını asgarî düzeyde sorun ve kayıplarla yönetir. Derken bir gece, elli kadar mücahid arkadaşıyla etraftaki bölgeleri istihbarat için yola çıkan Ömer Muhtar, İtalyan kuvvetlerince dört bir yandan kuşatılır. Sayılarının düşmana nazaran oldukça az olmasına rağmen çatışırlar onlarla; ancak nihayetinde kurşunların isabet etmesiyle yere yıkılan atından ötürü esir düşer dağ gibi koca yiğit. İki gün hapsedildikten sonra mahkemeye çıkarılır. Suç olarak iddia makamının okuduğu her şeyi hiç itiraz etmeden kabul eder. Eder etmesine ama şu sözlerini haykırmaktan da geri durmaz: “Sizler, zalimlerin tâ kendilerisiniz. Bizim toprağımızı ve vatanımızı gasbettiniz. İslam, her türlü gasb ve tecavüze karşı cihad etmemizi bize farz kılmıştır. Ben, İslam’ın emirlerini yerine getirmekten başka bir şey yapmış değilim. İslam, kendisine inananların zalimlere boyun eğmesini ve zillete düşmesini reddetmektedir.”
Mahkemenin ertesi günü, cellâdına ve darağacına gülümseyerek yaklaşan Ömer Muhtar, dilinde kelime-i şehadeti terennüm eder. Hayatı boyunca “şahidliği”nden bir an bile geri durmadığı inancının en sonunda “şehidi” oluyordu bu adam. Şahid olunmadan şehid olunamayacağının dersini veriyordu tüm zamanlara, tüm zamanlar içinde hayat süren Müslümanlara. Ne mutluydu ona ve onun yolunu sürdürenlere. Ve ne mutlu, onun ve onun gibilerin örnekliğinden ibret alarak yaşamını anlamlandıranlara.
Şehadetin kutlu olsun ey şehid Ömer Muhtar! Âmin, yâ muîn…