Arşiv Duyurular Foto Galeri Genel Gündem Yazarlar

Çöküş Yolunda-VI – Büyük İttihatçılar: Taşkın Önel

Üç kıtada hüküm süren bir imparatorluktan, yavaş yavaş ilk zamanlardaki topraklarına doğru gerileyen bir Osmanlı devleti ile karşı karşıya kalınmış 19. yy.da, ne kadar da olsa bir ağırlığı olan ve çekinilen bir devletin varlığı da yadsınamaz. Hasta adam dense de egemen ve emperyalist devletlerin çekindiği, planlarını onu yok etmek üzerine kurdukları bir Osmanlı vardır hâlâ tarih sahnesinde. Bu devletlerin İslam coğrafyasında gerçekleştirmek istedikleri emperyalist emellerinin önündeki en büyük engel Osmanlı devletidir hâlâ.

Gerçi dönemin düşünürleri, devlet adamları, sanatçıları arasında, bu devletin Avrupa devletleri karşısında eski itibarını kaybettiğini, Rönesans ve Reform gibi aydınlanma adımlarını atan ve askerî, siyasi, ekonomik alanda büyük bir güç durumuna gelmiş olan Avrupa’nın üstünlüğünün kabul edilmesi gerektiğini savunanlar da az değildir. Avrupa karşısında aşağılık kompleksine kapılmış olan bu aydınlıkçı ve yenilikçi güruh, ne yapıp edip Avrupalı emperyalistlerin Osmanlı’ya dayattığı rolü kabul etmek gerektiğini, Osmanlı için başka bir kurtuluş yolu olmadığına inanmış ve bunu canla başla savunmuşlardır. Osmanlının, Avrupa’nın girmiş olduğu bu aydınlanma yoluna bir an önce girmesi gerektiği yönündeki düşüncelerini tabana yaymak adına gizli veya aleni, pek çok faaliyet içerisine girmişlerdir. Avrupalı sanatçıların, düşünürlerin dini reddeden kitapları tercüme edilmiş, âdeta yutulurcasına okunmuş, bu kitapların etkisinde gelişen kendilerine ait düşüncelerini hem sanatsal eserlerle hem de gazeteler kanalıyla duyurmaya çalışmışlardır. Devletin, varlığı ve egemenliği için bir tehdit oluşturan bu girişimleri engellemeye kalkışması ile karşılaştıkları noktada ise gizli teşkilatlar kurmuş ve devletin aleyhine olan çalışmalar içine girmişlerdir. Bu gizli faaliyetlerin pek çoğu her ne kadar dönemin yönetimleri tarafından tespit edilip engellenmiş, sorumluları cezalandırılmış olsa da bu tür faaliyetlerin tamamen sonlandırılması mümkün olmamıştır. Zira Osmanlıyı tarih sahnesinden silmek isteyen emperyalist devletlerin, amaçlarına ulaşmak için içeride buldukları bu iş birlikçileri değerlendirmek istemiş, dolayısıyla onları desteklemiştir. Bu durum devleti aleyhine çalışmalara girişmiş olan bu güruhu cesaretlendirmiş ve eylemlerini devam ettirmelerine yol açmıştır.

Kimi zaman Genç Osmanlılar adıyla karşımıza çıkan bu kişiler, kimi zaman da Jön Türkler, İttihatçılar gibi isimlerle meydana çıkmışlardır. Her birinin çalışma tarzı, prensipleri farklı olsa da amaçları ortak olmuş, Avrupa’nın üstünlüğünün kabul edilmesini savunmuşlardır. Genç Osmanlılar, Osmanlı devletinde daha önce hiç gündeme taşınmamış, aslında ihtiyaç da duyulmamış fikirleri ilk defa dile getirme noktasında etkili olmuşlardır. Gizli bir teşkilatlanmadan ziyade düşüncelerini eserleri vasıtasıyla topluma aktarma yolunda adımlar atmışlar ve bu konuda nispeten de olsa başarılı olmuşlardır. Başarıları oransal olarak çok düşük seviyelerde kalmakla beraber, daha önce konuşulmamış konuların gündeme taşınmasında öncü olmuşlardır. Yani Genç Osmanlılar, daha çok düşünce alanında söz sahibi olmuşlardır.

Jön Türkler diye bilinen grubun ise örgütlenme konusunda ve siyasi bir güç olma noktasında başarılı oldukları söylenebilir. Düşüncelerini daha çok Genç Osmanlılar Cemiyetinin şekillendirdiği[1] bu topluluk gizli teşkilatlar kurma noktasına seleflerinden çok daha başarılı olmuşlardır. Gerek Avrupa’da destekçi bulma gerek içeride kendilerine taraftar bulma noktasındaki etkileri gözle görülür bir düzeydedir. Bu gizli yapılanma ve teşkilatlanma modeli[2], ileride yönetimde söz sahibi olmaları bakımından onlara büyük bir avantaj sağlamıştır. Bu avantajı kullanmak Jön Türklerden ziyade İttihatçılara nasip olmuştur. Jön Türkler içerisinde bölgeden bölgeye farklılık gösterebilen çok değişik gruplar bulunuyordu.[3] Bunlarda içerisinde en güçlü olan ekip, daha sonra İttihat ve Terakki olarak tarih sahnesine çıkacak olan ekip olmuştur.

İttihat ve Terakki içinde de güç savaşları vuku bulmuş[4], bu savaşı en güçlü olanlar kazanmış, yönetimde de onlar söz sahibi olmuşlardır. İttihat ve Terakkinin kurucu üyeleri olan İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sükuti gibi isimlerin yerlerini, zamanla çok farklı isimler almaya başlamıştır.

İttihat ve Terakki içerisindeki güç savaşlarının kazananları arasında en çok dikkat çeken isim elbette Enver Paşa’dır.[5] Peki, kimilerine göre bir kahraman, kimilerine göre ise bir vatan haini olan bu Enver Paşa kimdir?

Asıl adı İsmail Enver’dir ve İstanbul’da 1881 yılında Manastırlı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Askerî ortaokul ve askerî lise sonrasında Mekteb-i Harbiye-yi Şahane’ye girdi ve daha bu öğrencilik yıllarında II. Abdülhamit aleyhtarı ortamdan etkilendi, o da Sultan’a muhalif bir tutum geliştirdi. Okuldan mezun olduktan sonra Balkanlardaki karışık bölgelerde görev aldı, bu görevleri dolayısıyla mücadele ettiği ırkçı ve ayrılıkçı çeteler, onda Türk milliyetçiliğine bir meyil oluşmasına neden oldu. Askerliğinin bu döneminde o da yönetime karşı kurulan gizli teşkilatlara üye oldu, bu yıllarda Osmanlı Hürriyet Cemiyetine katılmıştır. Bu cemiyetin sonraları İttihat ve Terakki ile birleşmesi sonucunda faaliyetlerini bu çatı altında sürdürmeye başladı ve cemiyetin suikast eylemlerinde etkin bir biçimde rol aldı. Bu faaliyetlerinin öğrenilmesi üzerine İstanbul’a çağrılmış fakat İstanbul’a gitmek yerine dağa çıkmayı tercih etmiştir. Dağa çıkan subaylar arasında en kıdemlilerden biri olması, onu İttihat ve Terakki içinde askerî bakımdan önde gelen isimlerden biri hâline getirmiştir. 1909 yılında Berlin’e askerî ateşe olarak gönderildi. Berlin’de bulunduğu süre içerisinde Almanlara karşı büyük bir hayranlık içerisine girdi. Sultan Abdülhamit’i tahttan indiren askerî birliğin içinde yer aldı. İhtilalden sonra tekrar Berlin’e döndü. İtalyanların Trablusgarp’a saldırmaları üzerine buraya geçti ve elde ettiği başarılar dolayısıyla da bölgenin 1 numaralı sorumlusu pozisyonuna yükseltildi. Kısa bir süre sonra da Babıali baskınıyla yönetimi ele geçiren İttihat ve Terakki’nin askeri kanadının en önemli ismi durumuna geldi ve harbiye nazırı (savunma bakanı) oldu. Hem askerî dehasının hem de hırsının etkisiyle pek çok görev üstlenen ve üst makamlara gelen Enver Paşa, nihayet ordunun en önemli konumunu ele geçirmiştir. Bu göreve geldiğinde henüz otuz üç yaşında genç bir subaydır ve her ne kadar askerî konularda başarılar elde etmişse de tecrübe bakımından çok zayıf bir durumdadır. Osmanlının içine düştüğü pek çok sorunun halledilmesinde savaş yolunu tercih eden Paşa, Osmanlı devletinin çöküşünü hızlandıran pek çok savaşın karar aşamasında etkili olmuştur. Balkan savaşlarında alınan kötü neticelerden sonra, devletin âdeta ölüm fermanının imzalanması anlamına gelen I. Dünya savaşına dahil olunması da yine Enver Paşa’nın Alman devletine duyduğu hayranlık ve kaybedilen toprakların savaşla geri alınabileceği düşüncesi neticesinde gerçekleşmiştir. Genç yaşına rağmen geldiği makamlar ve elde ettiği güç, kudret onu âdeta zehirlemiş, ancak gençlik heyecanıyla alınabilecek kararlar almasına yol açmıştır. Bu kararları da koca imparatorluğun sonunu getirmiştir. Kendisi de Türkistan coğrafyasında hayata veda etmiştir.

İttihat ve Terakki Cemiyetinin önemli isimlerinden bir diğeri ise Talat Paşa’dır. 1874’te Edirne’de dünyaya gelmiştir. Askerî ortaokulunda eğitim aldıktan sonra babasının ölümü üzerine çalışmak zorunda kaldı ve memuriyete atıldı. Bu arada yönetime muhalif gruplarla temasları dolayısıyla tutuklandı, bir süre sonra affedildi ve Selanik’e sürgüne gönderildi. “1903’te İtalyan Obediyası’na bağlı Macedonia Risorta mason locasına girdi. Kimi kaynaklara göre aynı zamanda Bektaşî tarikatı mensubu idi ve her iki kanalı da muhalif siyasi örgütlenme için kullandı.”[6] İsmail Canbulat ile birlik Osmanlı Hürriyet Cemiyetini kurdu. Bu cemiyet 1907 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşti. 1908 ihtilalinden sonra örgütün en önemli isimlerinden biri hâline gelmiştir. “Siyasi görevlerinin yanı sıra 1909 yılında kurulan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının ilk büyük üstadı olarak bir yıl görev yaptı.”[7] 31 Mart olaylarında etkili olan Harekat Ordusu ile birlikte hareket etmiş ve Sultan Mehmet Reşat’ın tahta geçirildiğini bildiren heyetin başında yer almıştır. Olaylardan sonra dahiliye nazırı oldu, tıpkı Enver Paşa gibi genç yaşında -otuz beş- çok önemli bir göreve getirilmiştir. İttihatçıların birbirine düştükleri Bab-ı Ali baskınının düzenleyicileri arasında yer aldı. Enver ve Cemal Paşa ile birlikte Üç Paşalar iktidarını kurdular ve devletin yönetiminde etkin bir biçimde rol aldılar. Sait Halim Paşa’dan sonra vezir rütbesiyle sadrazamlığa getirildi. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nda karar vericiler arasında yer aldı. I. Dünya Savaşı’nda alınan yenilginin ardından Enver Paşa, Cemal Paşa ve diğer bazı İttihatçı isimlerle birlikte yurt dışına kaçtı. Ermeni Taşnak Cemiyetinin İttihatçıları öldürme kararı sonrasında Ermeni bir suikastçı tarafından Almanya’da öldürüldü ve orada defnedildi.

Üç Paşaların üçüncüsü olan Cemal Paşa ise 1872 yılında Midilli’de doğdu. Enver Paşa gibi o da askerî bir eğitim aldı. Mekteb-i Harbiye-yi Şahaneden mezun oldu. Askerî okulun diğer muhalif isimleri gibi o da daha eğitim yıllarında muhaliflere ilgi duydu ve onlarla birlikte hareket etti. 1906 yılında Osmanlı Hürriyet Cemiyetine üye oldu. Daha sonra da İttihat ve Terakkinin önemli bir üyesi durumuna geldi. 1908 ihtilalinden sonra cemiyet içerisinde önemli bir noktaya geldi. 1909 yılında harekete geçen Harekat Ordusu ile birlikte hareket etti. O da diğer iki paşa gibi devletin çöküşünü hızlandıran savaşların kararlarını alan etkili isimlerden biriydi. Savaş sonrasında o da yurt dışına kaçtı ve 1922 yılında Tiflis’te öldürüldü.

Üç önemli isim, üçü de genç yaşlarında çok etkili makamlara kadar yükselmiş ve Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandıran kararlara imza atmışlar, bu kararları başarısızlıkla ve yurt dışına kaçmalarıyla sonuçlanmış. Yurt dışında çok uzun süre kalamamışlar ve her biri farklı bir biçimde hayata veda etmişlerdir.

Taşkın ÖNEL

Bolu-Şubat 2021

[1] Tıbbiyelilerin kurduğu İttihad-ı Osmanî, İstanbul’daki sivil ve askeri diğer yüksekokul öğrencileri arasında taraftar kazanarak hızla büyüdü. Ancak propagandaya geçmek için acele etmeyen örgüt, 1895 yılına kadar daha çok iç eğitim sayılabilecek toplantıları yapmakla yetindi. Toplantılarda Namık KemalZiya Paşa gibi Genç Osmanlıların yapıtlarını; İranlı hürriyetperverlerin ve Ali Şefkati’nin yapıtlarını okudular.

[2] Cemiyet, Haziran 1889’da Edirnekapı dışındaki bir bağda, bağ bekçisi Aluş Ağa’nın başkanlığında, 12 kişinin katılımı ile gerçekleşen bir toplantısında başkanlığa en yaşlı üye olan Ali Rüşdî’yi, sekreterliğe Şerefeddîn Mağmûmî’yi, saymanlığa Âsaf Derviş’i seçti. Bir piknik görüntüsü verilerek gerçekleştirilen bu toplantıya, “İnciraltı Toplantısı” veya “On İkiler Toplantısı” denilir. Cemiyetin İtalyan Karbonari Mason Teşkilatı’nı örnek alarak hücreler halinde yapılanması, her üyeye bir sıra numarası verilmesi bu toplantıda kararlaştırıldı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası yetkililerinden George Kidston’un 21 Aralık 1918 tarihli raporunda “…bu gizli yapının Masonluğu İtalya’dan getiren ve Selanik Locasının başlıca kurucusu bulunan Carrasco (Karasu) ile çok sıkı ilişkisi olduğunu” bildiriyordu.[3] Birinci hücrenin birinci üyesi İbrahim Temo oldu.[4] Cemiyet toplantılarını her Cuma farklı yerlerde sürdürdü.

[3]Cemiyetin Cenevre şubesinin kurucusu Tunalı Hilmi, 1898 yılında Mısır’a giderek Kahire merkezini yeniden kurmuştu. Bir kongre düzenleme düşüncesini öne atarak 20 Ekim 1899’da gerçekleşmesini düşündüğü kongreye İttihatçıları davet etti ama olumlu tepkilere rağmen bu planı zamanında gerçekleşmedi.

Damat Mahmut Paşa ve oğulları da İstanbul hükûmetinin baskıları sonucu Londra’dan ayrılmak zorunda kalınca Mısır’a gitmişlerdi. Mısır’da Prens Lütfullah ve Sabahattin, “Umum Osmanlı Vatandaşlara” hitaplı iki beyanname ile Jön Türklerin bir kongre düzenlemesini önerdiler. Bu çağrı sonucu 4-9 Şubat 1902 tarihleri arasında Paris’te “Birinci Osmanlı Liberaller Kongresi” adıyla bir kongre toplandı.

Sonradan “I. Jön Türk Kongresi” diye anılan kongre, Fransız senatosu üyesi Lefévre-Pontalis’in evinde 47 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Bu kongrede cemiyet, adem-i merkeziyet fikrini savunan Prens Sabahaddin öncülüğündeki grupla, merkeziyetçi Ahmet Rıza öncülüğündeki grup arasında ikiye bölündü. Düzenlenecek bir ihtilal için başka devletler ile iş birliği yapmak düşüncesine Ahmet Rıza grubunun katılmaması üzerine kongre bir karar alamadan dağıldı.

[4] 1907 yılı sonunda Paris’te tüm muhalif gruplar ve Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun)’un katılımı ile Ahmet Rıza, Prens Sabahaddin ve Malumyan’ın ortak başkanlığında II. Jön Türk Kongresi düzenlendi. Bu sefer dış müdahale konusu ortaya atılmadı ve üç gün süren kongre çalışmalarını 29 Aralık’ta tamamlayarak bir bildirge yayımladı. Bu beyanname ile katılımcıların II. Abdülhamid’i tahttan inmeye zorlamak ve parlamenter bir yönetimin kurulması etrafında birleştikleri duyuruldu.

[5] Ekim 1912’de çıkan Balkan Savaşı‘nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi üzerine şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen cemiyet; yenilginin suçunu hükûmete yükledi. 23 Ocak 1913 tarihinde Enver Bey öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli‘de toplantı halindeki hükûmeti basması, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa‘yı öldürmesi ve sadrazam Kâmil Paşa‘nın kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile İttihat ve Terakki, askerî darbe ile iktidarı ele geçirdi.

[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/Talat_Paşa

[7] https://tr.wikipedia.org/wiki/Talat_Paşa

Exit mobile version