Zalimi kısaca şöyle açıklayabiliriz: Rabbimiz pek çok ayetinde kendisine iman etmeyen, resulünü kabullenmek istemeyen, Kur’an’a tabi olmayan, emir ve yasaklarına uymayan ve kötülük yapan, kimsesiz ve güçsüzleri ezen kimseleri “zalim” diye isimlendirmiştir.
Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir.” (Bakara 254)
Zulüm ise kısaca şöyledir: En büyük zulüm Allah’a şirk koşmak, ortak isnat etmektir. Her türlü haksızlık, bir çeşit zulümdür. Haksız yere başkasının malını almak, sahiplenmek, ırzına sataşmak, zulümdür. Yalan, yemin ile veya helal olmayan herhangi bir yolla insanların hakkını almak, zulümdür. Günah ve düşmanlık, birer zulümdür. Haksızken kendini haklı gösterip başkasını haksız göstermek için çekişmek ve karşısındakini aşağılamaya çalışmak, zulümdür. Yollarda oturmak ve oralara eşya koymak suretiyle insanların geçişini zorlaştırmak ve insanları çekiştirmek tam bir zulüm ve eziyettir.
Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhari, Mezalim 10, Rikak 48)
Rabbimiz bizleri bu kötü sondan uzak eylesin.
Zulüm, kelime olarak adaletin zıttıdır. Adalet ise her şeyi olması gerektiği gibi, yerli yerinde yapmaktır.
Zulüm; kula, kul olmak ve Allah’a kul olmaktan uzak durmaktır. Yani şirk ve küfürdür.
Sadece Allah’a kul değilse bir insan, Allah’ın görmek istediği bir konumda değilse bilesiniz ki bu tür kişiler, bu sefer de zalim olmaktadır.
Yani Allah’a, baştan sona tüm ilahlık hakları verilmesi gerekirken bir kısmının Allah’tan alınıp bir beşere verilmesi, şirktir ve en büyük zulümdür.
Ebu Davud’da Hz. Enes (ra) efendimizin rivayet ettiği bir hadislerinde sevgili peygamberimiz şöyle buyurur: “Zulüm üçtür. Bir zulüm vardır ki Allah onu bırakmaz. Birini mağfiret eder, diğerini ise mağfiret etmez. Mağfiret etmediği zulüm, şirktir. Allah onu mağfiret etmez. Allah’ın mağfiret ettiği zulüm ise kulun kendisi ile Rabbi arasındaki zulümdür. Bırakmadığı zülum ise kısastır. Bazılarının hakkını bazılarından almasıdır.”
Burdan anlıyoruz ki rabbimizin kesinlikle bağışlamayacağı zulüm, şirktir. Rabbimiz kitabında şöyle buyurmaktadır: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa 48)
Ayette de açık ve net olarak anlıyoruz ki rabbimiz, sadece şirki affetmiyor, diğer günahları ise dilediğine bağışlayacağını anlıyoruz.
Bir de kişinin kendi kendine yaptığı zulüm vardır. Onu da şu şekilde açıklayabiliriz: Allah, namaz kıl diyor, kılmıyor, oruç tut diyor, tutmuyor; zekât ver diyor, vermiyor; içki içme diyor, içiyor; faiz yeme diyor, faiz yiyor; tesettürsüz dışarı çıkma diyor, dışarı çıkıyorsa bunlar, kişinin kendine yaptığı zulümlerdir. Rabbimiz, kendisine karşı işlenmiş bu zulümleri, dilerse affeder, dilerse affetmez. Bu da rabbimizin dileyip dilememesine bağlıdır. Şöyle bir örnek verebiliriz: Ölen birinin üzerinde hem kul hem de Allah hakkı varsa ilk önce kul hakkı ödenmelidir. Çünkü Allah zengindir, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Sadece Allah’a istiğfar etmek, yalvarmak, yakarmak, “Sen zenginsin, sen affedicisin.” deyip acizliğini ortaya koyunca rabbimiz, hemen bağışlayacağını söylüyor ve sözünden kesinlikle dönmez. Bakın şu ayette rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” (Ahkaf 31)
Ayetten açık ve net anlaşılıyor, “Allah’ın davetçisine icabet edin.” diyor rabbimiz. “Kullara kulluk etmeyin, resulümün öğrettiklerini hayatınıza geçirin ki ben sizin günahlarınızı affedeyim.” diyor.
Zulümlerden birkaç örnek verirsek Müslüman’ın malını mülkünü gasp etmek ve onu çaresiz bırakıp topraklarını, değerlerini, ırzını hiçe sayıp onlara saldırmak, aşağılık bir zulümdür. İsrail’in Filistinli kardeşlerimize şu anda yaptığı zulümleri yazmaktan çekiniyorum. Zalim, zalimliğini malesef yapıyor. Zalime sesiz kalan, ses çıkarmayan Müslüman ülkeler de maalesef zalim İsrail kadar, zalim kategorisine girmekteler. Çünkü zalim, siyonist İsrail, masum sivilleri katlederken hiç bir Müslüman ülke harekete geçmedi. Çocuklar katledilirken, hanım kardeşlerimizin namusu kirletilirken, çocuklar açlıktan feryat ederken hiçbir Müslüman ülke harekete geçmedi. Araplar tamamen zalimin yanında yer aldı ve umurlarında olmadı.
Efendimizin şu hadisi çok dikkat çekici: İsrailoğullarında ilk bozulma nasıl başladı?
İbn Mesut’an (ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğulları arasında bozgunculuk ilk defa şöyle başladı: Onlardan biri, (günah işleyen) birine rastlayınca ‘Be adam, Allah’tan kork, yapmakta olduğun işi bırak, zira o iş sana helal değildir.’ derdi. Ertesi gün yine o adama, aynı işi yaparken rastlar fakat o adamla yiyip içmekten ve onunla oturup kalkmaktan çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah teala kalplerini birbirine benzetti. Sonra İsrailoğullarından inkâr edenler, Davut ve Meryemoğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Çünkü onlar isyan etmiş ve hadlerini aşmışlardı. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmamışlardı. Yaptıkları, ne kötüydü. Onlardan birçoğunun, inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefisleri, kendilerine ne kötülükler yaptırmış, Allah da bu yüzden onlara gazap etmiştir. Onlar azap içinde ebedi kalacaklardır. Eğer Allah’a, Peygamber’e (sav) ve ona indirilene (Kur’an’a) inanıyor olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasık kimselerdir.” mealindeki ayeti okudu, sonra da şöyle buyurdu: “Hayır, vallahi ya iyiliği emredersiniz ve kötülükten sakındırırsınız; zalimin zulmetmesine engel olur, onu hakka çevirir ve hak üzerinde durdurursunuz ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir; sonra sizi de İsrailoğullarını lanetlediği gibi lanetler.” (Ebu Davud, Melahim, 17)
Günümüze baktığımızda Siyonist işgalciler zulme devam ediyor ama Müslümanlar izlemeye devam ediyor. Onların ürünlerini almaya devam ediyor, boykotu önemsemiyor yani her alınan İsrail ürününün bir Müslüman’ı katlettiğini umursamadan yaşamaya devam ediyorlar. Zalim İsrail’e destek olmaya devam eden Müslüman ülkeler, bu zulmü durdurmaya yeltenmiyor, harekete geçmiyorsa hadisin sonunda şöyle söylüyordu Efendimiz, “Allah kalplerinizi birbirine benzetir, sonra sizi de İsrailoğullarını lanetlediği gibi lanetler.” Sessiz kalanlar, duymayanlar, görmezden gelenler hadisin muhatabıdırlar; hesap gününde Allah’a nasıl hesap vereceklerini düşünsünler.
Nefislerine uyup zulmedenleri de şöyle sıralayabiliriz:
● Haksız yere cana kıyan, onu sakat bırakan
● Bir Müslüman hakkında gıybet eden, olmayan bir şeyi varmış gibi anlatan, iftira eden, onu küçük düşüren
● Namuslu kadınların ve erkeklerin mahremiyetine dil uzatan, onları toplumda değersizleştiren veya elinin altındakilerinin din eğitimleriyle ilgilenmeyen
● Kur’an’la tanıştırmayan
● Peygamberle tanıştırmayan
● Bayanların saçlarını zorla açtıran
● Namaz kılınmasına engel olan
● Giyim kuşamda çıplaklığı teşvik edip Allah’ın emirlerini kötü gösteren
● Dinde olmayanları varmış gibi gösteren yani bidatlere kapı açan
● Oruç tutanların karşısında yiyen içen, Allah’ın emirlerini hiçe sayan gibi…
Bunları çoğaltabiliriz, bu tip şeyleri yapanlar, yaptıranlar da zalimdir ve nefislerine zulmetmişlerdir, insanların haklarına girmişlerdir. Böyle yapan kişiler, haklarına girdikleri kişilerden helallik isteyip daha sonra da tevbe edip Allah’tan bağışlanma dilemelidirler. Ölmeden önce her zaman vakit vardır. Nitekim olaya şu açıdan da bakmalıyız: Kişi namaz kılar ama gıybet de ederse; iyiliği emreder, kendi yapmazsa; faizin haram olduğunu söyler, kendi faizli işlerle meşgul olursa; tesettürlü olmayı söyler, kendi yapmazsa; yalan söyleyeni Allah sevmez, deyip kendi yalan söylerse; kul hakkından bahsedip kendisi kul hakkına dikkat etmezse; zinanın haram olduğunu anlatıp kendini açık saçık diziler, filmler izlemekten menetmezse; kadınlarla konuşma esnasında cıvık hareketler sergilerse; en büyük zulüm şirktir, deyip Allah’ın yasaları karşısında tağutların safında yer alır, onları destekleyip gündemleştirirse ve onların ilerlemesi için çalışırsa; Müslüman üç günden fazla küsemez, küsmek haramdır, deyip kendi akrabalarıyla, arkadaşlarıyla senelerce küs durursa; Müslüman zanda bulunmaz, deyip kendi zan içinde yaşayıp nefsini şeytana teslim ederse kendisinin zalimi olup gerçekten zulmetmiş olacaktır. Bakın Efendimiz (sav) bu konuda ne diyor: “Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre, Rasulullah (sav), müflis kimdir, biliyor musunuz, diye sordu. Ashap, bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Rasulullah (sav), şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip fakat şuna sövüp buna zina isnat edip, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biten, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir, buyurdular. (Müslim, Birr 59. Tirmizi, Kıyamet 2)
Ne kadar dehşet verici bir hadis, tüm işlediğimiz sevaplar, kayboluveriyor. İyiliği emredip kendisi yapmayanlar, sıfıra iniveriyor ve orada çaresiz kalıveriyor. Bu dünyada paramızı, makamımızı kaybedebiliriz, zor duruma düşebiliriz. Burada kurtuluşumuz var, tekrar çalışıp tekrar para kazanırız, tekrar bir yerlere gelebiliriz. Şunu unutmayalım, gerçek müflis bu dünyada iflas eden değil, ahirette iflas edip cehenneme yuvarlanan kişidir. Sevaplarımızı başkalarına, yani günahkârlara kaptırmamalıyız. Allah’ın emirlerini anlatıyorsak bu iş sadece anlatımda kalmamalı, amel olarak hayatımıza geçmeli. Rabbim bizleri bu kötü sondan muhafaza eylesin.
Efendimiz başka bir hadislerinde de şöyle buyurmaktadır: “İki haslet vardır ki bunlar asla bir müminde toplanmaz: cimrilik ve kötü huy.” (Tirmizi Ebu Sait’ten)
“Cimrilikle iman, bir kalpte bulunmaz.” (Nesai)
Cimrilik, bencillik kötü bir hastalıktır. Cimri kimseler, parasını kesinlikle kimseye infak olarak vermez. Zekât vermeye de yanaşmaz. Zulüm altında olan Müslümanlar da cimrilerin umrunda olmaz. Bunun içindir ki Kur’an’ı Kerim’de, infakın tavsiye edildiği ayetlerin birçoğunda cimrilikten sakındırıldığını görmekteyiz.
Efendimiz başka bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki haksız olarak Allah’ın malını kullanan kimseler, kıyamet gününde cehennemi hak ederler.” (Buhari Hums 7)
Devlette haksız yere para kazanmak, mal ve mülk sahibi olmak, kendi hakkı olmayan eşyaları başkalarına hediye etmekte zalimliktir. Çünkü kamunun mallarında, toplumun her ferdinin hakkı vardır, dolayısıyla bunlar kul hakkıdır. Allah’ın yasalarının hâkim olmadığı her yerde, bu tip haksız kazançlar maalesef görülmektedir. Rabbimiz bizlere, İslam’ın sancağı altında yaşamayı nasip etsin, zulmeden kimselere bizleri muhtaç etmesin. Amin. Esselamu Aleykum verahmetullah
Faydalanılan Kaynaklar:
– Yüce kitabımız, Kur’an-ı Kerim
– Besair’ul-Ehadis (Ali Küçük)
~ Emrah Doğru ~