Arşiv Genel Yazarlar

Yaşayan Kulluk

Elimizle kalbimizi yokladığımızda orada olduğunu, içinde bulunduğu beden için her daim varlığını belli ettiğini hissederiz. Yaşamak için, yaşama anlam katmak için biz de ona sahip çıkmak ve atışlarını hikmetvari bir ritimle süslemek zorundayız. O, bizim hayatımız için varken biz de hayatımızı onun için var etmeliyiz. Nihayetinde kalp, insanın en kıymetli varlığı, fiillerine yön veren yegâne cevheridir.

İtaat edilmesi gereken şeyler vardır. Bir de başkaldırılması gereken şeyler. Nerede, nasıl davranışlar sergileyeceğimizi bilmezsek hayata yüklediğimiz anlam, kendi kendini yitirir. Yürüyoruz ama hangi yolda, yaşıyoruz ama hangi hükümlerle? Bunların cevabı, varlığımızı adadığımız şeylerin önemini de bize gösterecektir.

Ömür, kalp denen organ yaşadığı müddetçe devam edecekse elbette onu koruyup kollamak da sahibine düşmekte. Korumak, yani muhafaza etmekten kastımız ise onu asla karanlıkta bırakmamak, ihmal ve ilgisizlik yüzünden rengini kan kırmızısından siyaha dönüştürmemektir. Zira onun depoladığı hayat semeresinden ancak bu şekilde faydalanılabilir.

Karanlık ve aydınlık tezatlığı, Kur’an’da birçok yerde belirtilmekte; eşsiz lezzetiyle ayetlerin manasını ve vermek istediği mesajın içeriğini güçlendirmektedir. Buraya konuk edeceğimiz ayet ise Enbiya suresinden: “Derken karanlıklar içinde, ‘Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım.  Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.’ diye dua etti.” (21/87)

Yunus’un (as) yaptığı bu dua, karanlığın ona mecbur bıraktığı bir ihtiyaçtı. Çünkü kim karanlıklar içine düşerse kurtuluş yolunu arar ve bu yol, çoğu zaman rabbe niyazdan doğar. İster inansın ister inanmasın, istisnasız herkes yardım dilemiştir o yüce ilahtan. Neticede aydınlığı var eden de karanlığı üzerimize örten de o. Birinden sıyrılıp ötekine mahkûm olmak, ancak onun gücüyle mümkün olacaktır. İşte kulluk bilinci de tam olarak burada başlamaktadır. Kişi ne zaman halihazırdaki durumunu düzeltecek olanın Allah olduğunu bilir ve eylemlerini bu doğrultuda gerçekleştirip diline onun zikrini yerleştirirse o vakit dünyaya inişinin amacını da hakkıyla kavramış olur.

Onun yüceliğini bilmek, kul olmanın ilk şartıdır. Zaten onun nasıl bir rab olduğunu kavrayamayan, kendisinin nasıl bir kul olması gerektiğini de kavrayamaz. Keyfine göre hareket eder, bunu takiben heva ve heves üzere kurulmuş olan nefsi, onun ahiretteki sonu olur. Namaz denince aklına Allah’ın emrettiği en güçlü ibadet değil, ona engel olacak dünyalık işler gelir. Tevhit denince nice mücahidin yolunda verdiği can ve malın ehemmiyetini akletmez, gerici ve yobaz kavramlarının altına sığınan bir kişiliğe bürünür. İslam denince asırlardır izinde yürünen peygamberleri anmaz; onların önüne taş koyan azılı müşrikler gibi mevzuyu saptırır, kulağını tıkar veya körleşir. Gazze denince, Filistin denince, Kudüs denince dinin (kanla) yaşandığı en büyük mekânlar ve yokluğuyla birçok şehri yok edecek kutsalları düşünmez; bir türlü bitmek bilmeyen “Arap” algısıyla akıllarda ne var ne yok silen ve düşmanlığın en üst seviyesini yaşatmaya çalışan bir anlayışı tercih eder.

Kişi, Allah’ı bilip tanıdıktan sonra kitaba, yani Kur’an’a yönelmelidir. Zira kulluğun ana hatları azim ayetlerde bulunmaktadır ve insan ancak bu ayetlerle muhatap olduğunda aydınlığa ulaşmaya hak kazanacaktır. Işığı bulduğu her ayet, onu bambaşka bir kaynağa yönlendirecek, bu da onun yedi kat semanın ardındaki cennete çıkışını kolaylaştıracaktır. Bu kaynak, sünnettir.

Resulullah’tan kalan kaviller, önemsiz veya arka planda bırakılacak türden cümleler değildir. Onun hayatı ve yaşayışı, her mümine örnek, halis bir kul olma niyetinde olan herkese bir nimettir. Hem izini kaybetmemek hem de misk kokusuna bürünmüş tavsiyelerini yaşatmak için kullar, peygamberlerini kalplerinde asla öldürmemelidir.

Huşu ve samimiyet barındıran kulluğun ana şartlarının sonuncusu ise sürekli zikirdir. Bu madde, hem Kur’an’ı hem de sünneti bir arada yaşamayı sağlayan mucizedir. Zikir niyetiyle dilimize doladığımız her kelime Allah’ı hatırlatacak, bu kelimeleri bize öğreten resul ise her daim varlığını koruyacaktır. Manalarında gezinen zihnimiz, başıboşluktan kurtulup nefsine zulmedenlerden olmayacak; karanlık, artık ardımızda kalmış bir gölge olacaktır. Önümüzü görmemizi sağlayan aydınlık ise işte bu üç unsur sayesinde tüm gücüyle parlayacaktır. Allah’a yönelişini tam yapan, son nebinin ömrünü ömrüne bereket kılan ve dilini zikirle ıslak tutup hamd ile duaya sarılan kimseler, Enbiya suresinden verdiğimiz ayetin devamına konu olma fırsatı bulacaktır. “Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz, müminleri böyle kurtarırız.” (21/88)

Exit mobile version