Tevhı̇d Meşalesı̇ ve Zı̇fı̇rı̇ Karanlık
Arşiv Genel Yazarlar

Tevhı̇d Meşalesı̇ ve Zı̇fı̇rı̇ Karanlık

Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a, salat ve selâm nebilerin sonuncusu ve resullerin efendisi Hz. Muhammed’e, onun ehl-i beytine, bütün ashabına ve kıyamet gününe kadar iyilikte onlara uyanlara olsun.
Çağlar boyunca zifiri karanlığı delen bir aydınlık çıkmıştır, insanlığın kurtuluşu için. Bu öyle bir aydınlık ki ne beşerin kuvvetiyle ne de başka varlıkların etkisiyle ortaya çıkmış değildir.
Bu aydınlık, yerin ve göğün sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın seçkin kullarıyla gönderdiği nurdur. Öyle bir nur ki insanlığın solmuş yüzüne canlılık, son nefesine nefes, hâlsiz bedenine tâkat, sönmüş ruhuna can veren bir nur…
Peygamberlerin ve onlara tâbi olanların taşıdığı bu aydınlık, kıyamete kadar sürecek olan karanlık ile aydınlığın (hak ile bâtılın) savaşıdır. Peygamberlerin ellerinde taşıdığı tevhid meşalesinin ilahî nuru, bütün câhiliye karanlıklarına karşı savaş açmıştır.
Yaratıcı dışında her şeyin ilahlaştırıldığı câhiliye çağının insanları, hayvanlaşmış, hatta hayvandan da daha düşük bir seviyeye gelmişlerdi. Bu durum, onların her türlü zulmü kendilerince meşrulaştırmalarına neden olmuştur. Yaptıklarını normal görüyor, örflerinin bir parçası ve değişmez normlar olarak câhiliye imparatorluğunun savunuculuğunu yapıyorlardı.
Câhiliye çağlarının karanlık yüzleri insanlığa kan kusturuyor, onlardan istedikleri gibi faydalanıyor, kendi hegemonyalarını kuruyor ve ilahlık taslıyorlardı. Câhiliye çağının insanları için kuralsızlık, kural hâline gelmişti. Kendi menfaatlerine ve zevklerine göre hareket eden güçlüler, çoğunluğu zayıflardan olan insanları acımasızca eziyorlardı.
Peki, bu böyle mi devam edecek? Elbette ki hayır! Allah’ın seçtiği seçkin kulları bu zalimlere karşı direnişi başlatmış, onların karanlık yüzlerine hakkı haykırmış ve karanlık düzenlerini hakikat nuruyla aydınlatmıştır.
Allah, her kavme peygamber gönderdiğini bildiriyor:
“Andolsun! Biz her ümmete ‘Allah’a kulluk edin ve tâğûttan sakının’ diye tebliğ etmesi için bir peygamber gönderdik. Sonra onlardan kimine Allah hidayet verdi, kimine de sapıklık hak oldu. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün!” (Nahl, 36)
Demek ki karanlığın asıl nedeni, Allah’ın dışında ilahlar edinmek ve onların otoritelerine boyun eğmektir. Allah’a şirk koşan toplumları “câhiliye toplumu” olarak adlandırabiliriz. Kanun koyucu ve kanun koruyucu olan tâğûtları inkâr edip bir olan Allah’a çağıran peygamberlerin, karanlığa karşı nasıl bir ilahî nur saçtıklarını Allah bize Kur’an’da haber veriyor.
Bu çağrıya kulak verenler aziz olup kurtuluşa ermiş, çağrıyı inkâr eden ve bununla da kalmayıp savaşanlar ise Allah tarafından zelil edilerek, hem dünyanın hem de cehennemin karanlığına hapsedilmiştir.
Kur’an’da Allah, bize câhiliye karanlığını tercih eden ve peygamberlere savaş açan kavimlerin helakini anlatır. Bu durum, Allah’ın insanları zorladığı bir şey değildir. Allah, hidayet bulmaları için peygamberler göndermiştir. Akıl sahipleri onlara tabi olmuş, olmayanlar ise helak olmuştur.
Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi, Lût kavmi, Medyen kavmi, Firavun ve kavmi, Sebe’ kavmi… Allah’ın bize bildirmiş olduğu bu kavimlerin hepsi helak olmuşlardır. Suçları ise peygamberleri yalanlayıp Allah’a kulluğu reddetmeleridir.
Yaratılıştan günümüze ve kıyamete kadar, siyam ikizi gibi yan yana olacak karanlık ve aydınlığın insanları hep bir savaşın içinde olacaktır. Başta peygamberler olmak üzere, her devirde câhiliye karanlığına karşı haykıranlar olmuştur.
Mûsâ Aleyhisselâm, Firavun’un karşısında hakkı haykırmıştır:
“Andolsun! Gerçekten sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. Eğer kesin inanıyorsanız!”
(Firavun) çevresindekilere: “İşitiyor musunuz?” dedi.
“O, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.”
(Şuarâ, 24-26)
Cihadın en faziletlisini yapan Mûsâ Aleyhisselâm, tâğût olan Firavun’un karşısına çıkıp hakkı haykırmıştır.
Ashâb-ı Kehf’in, zalim krala karşı tevhidi haykırışını da Kur’an bize bildiriyor:
“Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz ondan başkasına asla ilah olarak tapmayız. Yoksa gerçekten saçma sapan bir şey söylemiş oluruz!”(Kehf 14)
İslâm’ın aydınlık nurunu taşıyan bu imanlı gençler, sarayın aristokratlarından olmalarına rağmen, hakkı korkusuzca câhiliye karanlığının yüzüne haykırmıştır.
Câhiliye karanlığını ve İslâm’ın aydınlığını birbirinden bağımsız düşünemeyiz. Bazen karanlık galip gelmiş, bazen de aydınlık galip gelmiştir. Tarih boyunca peygamberler ve davetçiler, insanları İslâm’a çağırmış, aydınlık yolun pusulası olmuşlardır.
Bir toplumun bilimde, teknolojide, sanatta, edebiyatta ve askerî alanda gelişmiş olması, onu câhiliye toplumundan çıkarmaz. Câhiliye toplumundan çıkmanın tek yolu, yalnızca Allah’a kulluk etmek ve O’nun belirlediği emir ve yasaklara uymaktır. Bu şekilde, Allah’ın kabul ettiği ahlâkî değerlere sahip, tevhidî bir toplum olunabilir.
6. yüzyılda, Peygamberimiz dönemindeki süper güçlere göz atacak olursak:
Bizans İmparatorluğu dönemin süper gücüydü. Büyük bir orduya ve geniş bir coğrafyaya sahipti. Güçlü bir ekonomiye sahip olup İpek Yolu’nun kontrolü elindeydi. Mimari ve bilimde ilerlemişlerdi; Ayasofya bu dönemde inşa edilmiştir. Ancak inanç açısından bir bataklığa saplanmışlardı. Tahrif edilmiş İncil’in rehberliği, onları “Hz. İsa, Allah’ın oğludur, ilahtır” şirkinin içine sürüklemiştir.
Sâsânî İmparatorluğu, Bizans ile yarış hâlindeydi. Tıp, astronomi ve felsefede gelişmişlerdi. Ancak putperest bir inanca sahiptiler. İlâhî nizamdan uzak, ahlâkî çöküntünün en dibini yaşıyorlardı. Aynı şekilde Çin ve Hindistan da aynı kaderi yaşıyorlardı.
Demek ki asıl ilericilik ve gelişmişlik, Allah’a kul olmakla başlar. Erdemli (dürüstlük, merhamet, sabır, tevazu, cömertlik gibi) insan olabilmenin tek yolu budur.
Nitekim Hz. Âişe annemiz:
“Peygamberin ahlâkı Kur’an’dır.” (Müslim) buyurmuştur.
Başka bir hadiste ise Peygamberimiz (s.a.v.):
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur.
Çağımız insanlığı, en büyük karanlık çağını yaşıyor. Helak sebebi olan amellerin toplandığı bir çağda yaşıyoruz. Eğer biz helak olmuyorsak, Allah’ın bu ümmet üzerinden helakı kaldırmasındandır.
İslam’ın kanatları altında insan kendisini güvende hisseder, haksızlığa uğramaz, hakkını alır. İnancını, İslam’ın belirlemiş olduğu sınırlar dahilinde özgürce yaşar. Müslüman zekât verir, gayrimüslim ise cizyesini öder. İnsanlar arasındaki gelir dengelenir ve kimse muhtaçlık seviyesine inmez. Aile ve toplum yapısını bozacak bütün münkerler yasaklanır ve böylece tertemiz bir nesil ortaya çıkar.
Tabii, bu anlattıklarım bir dönem yaşanmış şeylerdir. Günümüzde maalesef durum tam tersi ilerliyor. Ama Allah’a hamdolsun ki İslam dirilişte.
Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler kitabında, İslam toplumunun yeniden inşası için önce bir neslin yetişmesi gerektiğini anlatır. O, mevcut düzenleri cahiliye toplumu olarak görür ve ancak öncü neslin İslam’ı hâkim kılabileceğini savunur.
Henüz yeryüzünde örnek bir İslam modeli yok. İnsanlara her ne kadar teoride anlatsanız da, pratikte bunun karşılığını görmek ister. Afganistan ve Suriye, Allah’ın izniyle ileriki zamanlarda insanlığa örnek bir İslami nizamı istenilen seviyeye getirerek model olabilir. Böylece insanlar, İslam’ın karanlığı değil, aydınlığı getirdiğini görmüş olurlar.

GRUBA KATIL