Otuz Kasım’da bir suikast dronu saldırısında öldürülen Gazze Çorba Mutfağı şefi Mahmud Almadhoun anısına.
Şef Mahmud’un yasını tutmak garip hissettiriyor.
Bir yabancının yasını tutmak, gerçek benliğinizi belirsizliğe mahkûm eden bir şeydir. Hiç sahip olmadığım bir kardeş, hiç duymadığım bir kahkaha, hiç öğrenmediğim sırlar, hiç paylaşmadığımız tartışmalar ve kahvaltılar için yas tutmaktan çekiniyorum. Bir daha asla göremeyeceği bir yerde, hayatta kalamayacak binlerce kişiyi doyurmak için çabalayan birisinin yasını tutmaktan çekiniyorum.
Tereddüt ediyorum, ölen kişi acımasız bir ölümle karşı karşıya kalmış olsa bile (sadece Gazze’de mümkün olabilecek bir ölüm). Tereddüt ediyorum, sevdiklerini tanıyor olsam bile. Ailemi adıyla onurlandırdığını bilmeme rağmen kardeşinin, Gazze’nin kuzeyindeki çalışmalarından bahsederken gözlerinin parladığını hatırlamama rağmen. Ama her şey söylendiğinde ve yapıldığında, bunun nasıl biteceğini biliyoruz. O, haksız yere ölüyor ve genetik bir iz gibi, göğsümüzde eski bir neşterin yakıcılığını, bir sorunun yakıcılığını hissediyoruz, Filistin Sorunu.
“Bu kurbanı nasıl kahraman yapabilirim? Hayır hayır! Bu kahramanı nasıl kurban yapabilirim?
Her ikisini de yapabilir miyiz?”
Bir çocuk için, bir “kahraman” maske takar. Ancak Şef Mahmud’un maskesi yoktu. Yüzü, en başından beri gösteriliyordu. Ailesi, en başından beri teşhir ediliyordu. Hala öyleler.
Bir yetişkin için, bir “kahraman” ordu üniforması giyer ve can alır. Şef Mahmud, sadece can kurtardı. Kamuflaj üniforması yoktu hatta tüfeği bile yoktu. Tek silahı elindeki kepçeydi ve bu silahla binlerce kişiyi kurtardı.
Bir kahramandan başkası, bu cesareti ve sabrı gösterebilir mi? Dünya, böyle bir kişinin saf insanlığını anlayabilecek mi? Sanki dünya, Filistin’in en akıcı olduğu dil olan eylem dilindeki akıcılığını kaybetmiş gibi hissediyor: Eylem dili. Mahmud Almadhoun’un kendine has şiiriyle iz bıraktığı dil.
Yine yanma var. Gençliğimin ağırlığının Filistin dışında, Filistin’den başka hiçbir ulusun üretemeyeceği adamlardan uzakta boşa harcandığını hissediyorum. Ya da “Kafama tüfek dayayıp beni iç çamaşırlarıma kadar soyabilirsin ama söz veriyorum, aradığını asla bulamayacaksın. Gazze için atan kalbi asla etkisiz hale getiremeyeceksin. Onu korkutarak kaçıramazsın, bağımlılıkla yoksullaştıramazsın. Ben burada kalacağım, sonsuza dek.” diyen adamlardan uzakta.
Ve orada kaldı. Sonsuza dek.
Şef Mahmud’a üzülmek garip hissettiriyor.
İlk başta, bu sözlerin onu yüceltmesini istedim. Göğsümün yanmasının sebebinin bu olduğunu düşündüm. Ama hala yanıyor ve şimdi anlıyorum: bu yüceltmelerin hiçbiri benim için, Almadhoun ailesi için veya hatta biz Filistinliler için değil. Hayır! Aslında bu İngilizce kelimeleri, uzaylı yaşamı bulma umuduyla gönderilen bir uzay kapsülü gibi, sömürgecilerimizin insanlığına vekâleten hitap etmek için bir araya getiriyorum.
Aniden ses tonumu düzeltmenin ve duygusal anları düzgün parantez içinde, on kelime veya daha az tutmanın önemini fark ediyorum. (Ölmemiz gerektiği gerçeğinden nefret ediyorum. Kimin nasıl öleceğini tam olarak bildiğimizden, aşevi işçilerini öldüren, ailelerimizi tek tek hiçbir şey olmamış gibi katleden soykırımcı bir sömürgeci gücün sınırsız ahlaki yozlaşmışlığına dayanarak öngörmemizden nefret ediyorum. Yazı akışımdaki bazı tutarsızlıkların okuyucuyu soykırımın durdurulmaya değer olduğuna ikna edememesi durumunda, bunu anlaşılır bir şekilde ifade etmek ve düzeltmek zorunda kalmaktan nefret ediyorum.) Saate bakıyorum.
Saat, sabahın 3’ü ve bu nazik adamın ölümünün beni mahvetmediğini iddia ederek, kelimelerle açıklamaya çalışarak geçirdiğim dört saatin ardından, sonunda yanmanın ne olduğunu anlıyorum. Biz Filistinliler, kim olduğumuzu biliyoruz. İsrail’in ne olduğunu biliyoruz. Ama geriye kalan dünya da bunu görecek.
Dünya olarak, bize işgalin en kötü dehşetlerine ve aşağılanmalarına katlanmamızı ama şiddete başvurmamamızı, söylediniz.
İsrail, tüm okulları bombalamış olsa bile, çocuklarımıza sevgi ve bilim öğretmemizi söylediniz.
Acımız boyunca şarkı söylememizi, gülümsememizi ve yemek pişirmemizi söylediniz.
Bize, dilenci olmamamızı, sessizce aç kalmamızı söylediniz.
Bize, direnmemizi ama silahsız olmamızı söylediniz.
Bizi savunmak için “gözlerinize” güvenmemizi söylediniz.
Şef Mahmud, bunların hepsini yaptı. Ve insansız hava aracı saldırısıyla öldürüldü. Artık yeterince mükemmel maktuller olduğumuza inandınız mı?
Söz, katledilirken uslu duracağız!
Nahed Elrayes, 6.12.2024,
Al Jazeera English
Çeviren: İsmail CEYLAN