Selefi İdeolojinin Kaynağı, IŞİD Bilmecesi ve Komplo Teorileri
Gündem İktibas

Selefi İdeolojinin Kaynağı, IŞİD Bilmecesi ve Komplo Teorileri

Hüsnü AKTAŞ
Cemiyet halinde yaşayan insanoğlunun, dünya hayatıyla ilgili olan ihtiyaçlarını sayıyla ifade etmek mümkün değildir. Ancak kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun her insan; hayatının korunmasını, adaletle muamele edilmesini ve inandığı gibi yaşama imkânının sağlanmasını arzu eder. Bütün siyasi ve sosyal organizasyonlar, insanoğlunun ihtiyaçları sebebiyle ortaya çıkmıştır. Cemiyet halinde yaşayan insanların; siyasi, iktisadi, hukuki ve ahlâki hükümlere ihtiyaçları vardır. İslâmî siyasetin temel rükünlerini; ‘vahiyle sabit olan hakikatlere teslim olmak, adaleti sağlamak, emanetleri ehline vermek, herhangi bir ayırım yapmadan (kavmi, rengi, dini ve dili ne olursa olsun) teb’asının saadetine vesile olmak‘ şeklinde ifade edebiliriz. İmam-ı Şâtıbî; “Dini hükümlerin konulmuş olmasının sebebi, insanların dünya ve âhiret hayatıyla ilgili maslahatlarının teminine vesile olmaktır”(1) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. İslâm âlimlerinin maslahat kavramıyla ifade ettikleri keyfiyetin; günümüzde yaygın olan pragmatizm ideolojisiyle, uzaktan-yakından bir ilgisi yoktur. İmam-ı Gazali, ‘El Mustasfa’ isimli usûl kitabında, şu tesbitte bulunmuştur: “Bizim maslahattan kasdımız, İslâm’ın (şeriatın) temel hedefleriyle sınırlıdır. İnsanoğlunun can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin muhafaza edilmesi farzdır. Bu beş şeyin korunmasına vesile olan her şey maslahattır. Bunların zâyi olmasına sebeb olan şeyler de mefsedet hükmündedir. Mefsedetin izalesi de maslahattır.”(2) İmam-ı Cüveynî, maslahat konusunu, kıyas-ı fukahanın bir unsuru olarak ele almış ve nassa dayanan, gayesi akılla anlaşılabilen ve insan için zaruri olan maslahatları izah etmiştir. Fıkhi bir terim olan maslahatı ifade için Kur’an-ı Kerim’de müradifi olan ‘hasenât’ (güzellikler-iyilikler) terimi kullanılmıştır.
İslâm’ın temel hedefi insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini sağlamak, haklarını ve hürriyetlerini muhafaza etmektir. Meşrû bir sebeb yokken bir insanı öldürmek, bütün insanların can emniyetini ortadan kaldırmak için işlenmiş bir cürümdür.. Peygamberimiz Efendimiz (sav) masûm bir insanı öldürmenin vehametini, şu veciz ifadeyle tebliğ etmiştir: “Allah’ın indinde dünyanın yok edilmesi, masûm bir insanı öldürmekten daha ehvendir.”(3) İslâm Fıkhı’nın mahkûm edildiği, farzların yasaklandığı ve haramların teşvik edildiği ülkelerde yaşayan müslümanlar ile Dâru’l İslâm’da yaşayan müslümanların ‘içinde bulundukları hal’ aynı değildir. Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmedilen bir İslâm ülkesi için üç farklı tehlikeden söz etmek mümkündür: Birincisi: Kafirler, İslâm ülkesini işgal ve istilâ edebilirler. (Tıpkı Filistin’de, Çeçenistan’da, Keşmir’de ve Filipinler’de olduğu gibi). İkincisi: Bir şehir veya bölge halkı topluca irtidad ederek, Darû’l İslâm’ın sınırları içindeki bir beldeyi ele geçirebilirler. Üçüncüsü: Mü’minlerin emirine zimmet akdi ile bağlı olan gayr-i müslimlerin, bu akdi bozmaları ve İslâm toprağını istilâ etmeleri mümkündür.(4) Son bir asır içerisinde İslâm topraklarında yaşayan müslümanların bu üç tehlikeyi, aynı zaman diliminde yaşadıklarını söylemek mümkündür. Dolayısıyla son yıllarda yaşanan siyasi hadiseleri tahlil ederken; hem içinde bulunduğumuz hali, hem de Sünnetûllahı dikkate almamız gerekir.
Geçtiğimiz Ramazan Ayı’nın ilk günü IŞİD Örgütü’nün sözcüsü Muhammed Adnani; liderleri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin hilafetini ilan etmiş ve tartışmaların başlamasına vesile olmuştur. İslâmi siyaset ve mücadele fıkhı açısından hayati öneme haiz olan ‘Hilâfet’ kavramı ile maslahat kavramı arasında da zaruri bir münasebet vardır. Muteber akaid kitaplarında; İslâm beldelerinde yaşayan insanların ortak maslahatları dikkate alınmış ve Hilâfet nizamının zarureti şöyle ifade edilmiştir: “Müslümanlar için bir Halifeye (imama) mutlak surette ihtiyaç vardır. Dini hükümlerin uygulanması, cezaların tatbiki, kâfirlere karşı ülke sınırlarının korunması, cihad için ordu teşkil edilmesi, sadakaların toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyaların zabt-u rapt altına alınıp kahredilmesi, insanlar arasında ortaya çıkan ihtilâfların ortadan kaldırılması, hukukun üzerine kaim olduğu şahidliklerin kabulü, velileri bulunmayan (kimsesiz) çocukların ihtiyaçlarının karşılanması, eğitilmesi, evlendirilmesi ve ganimet mallarının taksimi gibi önemli meseleler Halife (İmam) sayesinde icra edilir.” Siyasi iktidarın teşekkülünü sağlamadan bu işlerin yapılabilmesi mümkün değildir. İslâm Fıkhı’nı uygulayan devlet; mukaddes bir kurum veya dokunulmazlığı olan bir tüzel kişilik değildir. İnsanoğlunun yeryüzündeki hilâfet vazifesini yerine getirebilmeleri için bir vasıtadır.
286ayinkonusu
SELEFİYE İDEOLOJİSİ VE TEKFİR HASTALIĞI
Hicri sekizinci asırda yaşayan İbn Teymiyye’nin ‘Ehl-i Sünnet Kelamı’nda yer alan bazı hükümleri eleştirmesi ve ‘Selef Akidesi’ başlığı altında yeni iddiaları ön plana çıkarması ‘Selefîye’ olarak isimlendirilen hareketin doğmasına vesile olmuştur. İslâm Gençlik Konseyi tarafından hazırlanan “Çağdaş Fikir Akımları Ansiklopedisi” (El Mevsûatı’l Müyessere) isimli eserde ‘Selefi Çağrı veya Şeyh Muhammed Bin Abdülvahhab Hareketi’ başlığı altında, şu tesbitlere yer verilmiştir: “Selefi Çağrı Hareketi; İslâm dünyasının geri kalmışlığı ve düşünce durgunluğu dönemlerinde görülen ıslahatçı hareketlerin öncüsü durumundadır. Asıl vermek istediği mesaj, İslâm inancının saf kaynaklarına inilmesi, Tevhid kavramının her türlü şirk unsurundan arındırılması zaruridir. (..) Selefi Çağrı Hareketi’nin kurucusu Şeyh Muhammed Bin Abdülvahhab, Hanbelî mezhebindendi. Böyle okumuş ve eğitimini bu mezhebe göre yapmıştı. Ancak daha kuvvetli bir delil ortaya konulursa, Hanbelî mezhebinin hükümlerini bir kenara bırakırdı. Selefi Çağrı Hareketi; ayrıntılarda Hanbelî, temelde ise mezhepsiz olan bir harekettir.”(5) Zaman içerisinde Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ve ashabının yolundan ayrılan fırkaların sözcüleri; şahsi kanaatlerine dayanan dünya görüşlerine sarılmış, nassları tevil etmiş ve değişik siyasi ideolojileri ön plâna çıkarmışlardır. Gayr-ı meşrû sebeb veya neseb asabiyeti sebebiyle fırkalara ayrılanlar önce birbirlerini tekfir etmişlerdir.
İslâm âlimlerinin; şüphe ve te’vil sözkonusu olduğu için bunlara “Ehl-i Bid’at” veya “Ehl-i Ehvâ” vasfını verdikleri malûmdur. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin “El-Fıkhû’l-Ekber” isimli akaid risalesine güzel bir şerh yazan Aliyyu’l-Kaarî; “Ehl-i bid’atın kusurlarındandır ki birbirlerini tekfîr ederler. Ehl-i Sünnet’in de övülmeye lâyık meziyetlerindendir ki; yekdiğerlerini olsa olsa hataya nisbet ederler, fakat tekfir etmezler’(6) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Allâme Taftazânî meşhur “Şerhû’l Akaid” isimli eserinde, bu hakikatı şöyle ifade etmiştir: “Ehl-i Sünnet’in prensiplerindendir ki, Ehl-i Kıble’den olan kimse tekfîr edilemez.‘(7)
Günümüzde ‘Selefilik’ adına, tekfir fırtınasını estiren zümrelerin Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat vasfına haiz olduklarını söylemek mümkün değildir.
Son yıllarda yayınlanan bazı eserlerde; itikadi fırkalar tasnif edilirken “Selefilik, Eş’arilik ve Mâturidilik” şeklinde, üçlü bir tasnif ön plâna çıkarılmaktadır. İmam-ı Eş’ari’nin ve İmam-ı Maturidi’nin “Selef-i Salihin’e” bağlı olmadıklarını çağrıştıran bu tasnif doğru değildir. Selefiliğin itikadda İmam Ahmed b. Hanbel’e (rh.a) bağlı olduğunu iddia eden müellifler, bu fırkanın İbn-i Teymiyye, Muhammed b. İbn-i Kayyım El Cevziyye ve Şeyh Muhammed Bin Abdülvahhab tarafından sistemleştirildiğini ileri sürmektedirler. Suudi Arabistan’ın resmi ideolojisi olan Vahhabilik ile Selefilik arasında (usul ve furû açısından) herhangi bir farkın olmadığını söylemek mümkündür. Dört yıl önce Misak Dergisi’nde; Cezayir Hayır Cemiyeti Başkanı İmam Şemsüddin Burudi’nin ‘Neo-Selefiler, İslâm Düşmanlarının Emellerine hizmet Ediyorlar’ şeklindeki tesbitine yer vermiş ve bu ideolojik hareket ile istihbarat örgütleri arasındaki münasebeti gündeme getirmiştik!. Kısaca hatırlatmakta fayda vardır: ‘ Suudi Selefiye ile Cihadi Selefiye arasında başlayan ve zaman zaman silahlı mücadeleye dönüşen iç savaş, yüzlerce fırkanın ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. Cezayir’de yaşanan iç savaş esnasında bazı Selefi fırkalar, kendileri gibi düşünmeyen her müslümanı ‘düşman’ gibi görmeye başlamışlardır. Hayır Cemiyeti eski Başkanı ve Cezayirlilerin yakından tanıdıkları Şemsüddin Burubi, İslâm Online haber portalına, hem Suudi-Vahhabi, hem de Cihadi Seleficilik’in asıl İslâmi hareket ve uyanışı baltalamak için, yıllar önce İngiliz istihbaratınca programlandığını ve siyaset sahnesine çıkartıldığını ifade etmektedir. Cezayir halkının Fransızlara karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi esnasında ve daha sonra bu akıma teveccüh etmediklerinin altını çizerek kendilerini Selefi olarak isimlendiren grupların Selef alimleri ile irtibatlarının olmadığını ifade etti ve şu tesbitte bulundu: ’Bu Selefiler, kendilerinden farklı düşünen müslümanları kolaylıkla ‘din düşmanı’ veya ‘mürted’ olarak ilân etmektedirler. Biz Elbani veya İbn Teymiye’nin hata ettiğini söylediğimiz zaman aşırıya kaçarak onların dinden çıktığını söylemiyoruz. Hata etmiştir demekle yetiniyoruz. Ama onlar birilerini kâfir göstermek için hata araştırıyorlar, ufak hataları tekfir etmek için kullanıyorlar. İslâm âlimlerine süikast düzenliyorlar. Fransa’da Şeyh Sahravi’yi kimler şehit etti. Ebu Süleymani’yi kimler katletti. Bunları Malikiler, Eşa’riler katletmedi. Bunlar ‘Dört mezheb fazladır’ dediler, kendileri 280 parçaya bölündüler. Grup ve mezhepçiliğe karşı olduklarını söyleyerek yola çıktılar, ama 280’i aşkın Selefi grup ve fraksiyon ortaya çıktı!.. Hani grupçuluğa ve fırkalaşmaya, daha da ileri götürüyorum, mezhepçiliğe karşıydınız? Bütün bu Selefiler bir şeyde anlaşıyorlar: Kendileri gibi düşünmeyen herkesi tekfir etmek ve her şeye muhalefet etmek!.. O kadar muhalifler ki, kendi kendilerine de muhalefet etmeyi de marifet zannediyorlar. Ehl-i sünnet olan dört mezhebin mensuplarına karşı, ısrarla ‘Kur’an ve Sünnet bize yeter’ sloganını kullanıyorlar. Güya Müslümanların vahdetini, mezhepleri ortadan kaldırarak sağlayacaklarını söylüyorlar. Müslümanları, bırakın dördü beşi, yüzlerce parçaya böldüler. Son yıllarda 280’e yakın selefi fırka; birbirlerini sapıklıkla ve dinden dönmekle itham etmeye başladı. Allah izin verirse yakın bir zamanda, Suudi, Cihadi ve Radikal Selefçilerin bidatlerini ortaya koyan bir eser kaleme alacağım’.(8)
Suudi Selefiler ile Cihadi Selefiler’in siyaset anlayışları arasında dağlar kadar fark vardır. El Kaide Hareketi’nin online yayın organı olan ‘Savtû’l Cihâd’ın Haziran 2004’de çıkan 20. sayısında örgütün liderlerinden Şeyh Ubey Abdurrahman el-Escrî, Suudi Kraliyet Ailesi’ni “İngiliz uşağı” olmakla suçlamıştır. Suudi Arabistan Başmüftüsü ve Hey’etül Ulema Başkanı önce bir bildiri yayınlamış, sonra yaptığı konuşmada; ‘Haricilikle alakalı Hadisler eşliğinde’, El Kaide’yi ve IŞİD’i İslâm’ın en büyük düşmanı ilan etmiştir.
IŞİD BİLMECESİ VE KOMPLO TEORİLERİ 
Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin Yönetimi’nin devrilmesinden sonra Irak’ta kendisine hareket alanı bulan ve kurucusu Ebu Musab Zerkavi’nin 2006’da öldürülmesine kadar “Irak el-Kaidesi” olarak anılan örgüt; 13 Ekim 2006’da ‘Irak İslâm Devleti’ (IİD), 9 Nisan 2013 tarihinde de ‘Irak ve Şam İslâm Devleti  (IŞİD) adını aldı. 29 Haziran 2014’te örgütün sözcüsü Muhammed Adnani’nin örgütün lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin hilafetini ilan etmesinden sonra örgüt İslâm Devleti (İD) veya ‘Hilâfet Devleti’ ünvanını kullanmaya başladı. ABD başkanı Barack Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Ben Rhodes ‘IŞİD’in yükselişinden Esad rejimi kadar, Irak’ın eski Başbakanı Nuri El Maliki’nin de sorumlu olduğunu’ ileri sürdüğü malûmdur. IŞİD’in Suriye’den sonra Irak’a yönelmesi ve bazı şehirleri işgal etmesi, siyasi anlamda yeni bir 11 Eylül psikolojini ön plâna çıkardığını gizlemek mümkün değildir. Son günlerde akla-hayale gelmeyecek komplo teorilerinin ve kuyruklu yalanların piyasaya sürülmesi, mücadelenin yıllarca süreceğini göstermektedir.
 Halifelik ilan etmeden önce IŞİD mensuplarının da takip ettiği ve görüşlerini benimsediği şahıslardan olan Ebu Katade Filistini, Ebu Muhammed Makdisi ve Abu Basir Tartusi’nin de aralarında olduğu bir çok Selefi alim IŞİD’i Haricilikle itham ederek onların hak yoldan saptığını bildiren fetvalar yayınladılar. En son dünyaca ünlü selefi âlimlerden akaid profesörü olarak Mescid-i Nebevi’de dersler veren Şeyh Abdullah b. Muhammed el-Guneyman’ın; ‘IŞİD’in Müslümanları öldürmekle suç işlediğini ve onların Harici hükmünde olduğunu’ belirten bir konuşma yapması, Selefiler arasındaki ihtilâfın arttığını göstermektedir. Tekfir hususunda aşırı giden IŞİD Örgütü, daha önce kendileriyle aynı dünya görüşünü paylaşan Selefi âlimlerin ’hedef tahtası’ haline gelmiştir.
Son aylarda hiçbir gerçekliği olmayan komplo teorilerinin piyasaya sürüldüğünü de söylemek mümkündür. BAE’de yaşayan Şeyh Ahmed el Kubeysi’ye göre, IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi, İsrail’in emellerine hizmet eden bir Yahudi ajanıdır. Halife ilan edilen şahsın fikri soy kütüğü İhvan’dan ziyade, onların da ilk kuşağı olan Muhammed Bin Abdulvehhab’a dayanır. Şeyh Ahmet Kubeysi’ye göre,  Muhammed Bin Abdulvehhab İran asıllı bir Yahudi’dir. Bu iddia üzerine Suudi Arabistan yönetimi harekete geçmiş ve Şeyh Ahmet Kubeysi’nin BAE’den sürülmesini istemiştir. BAE’nin eski Polis Şefi Dahi Halfan, bu sözleriyle Şeyh Kubeysi’nin Suudi Arabistan’dan önce kendilerini rencide ettiğini ifade etmiştir. Görünen odur ki, yaşanan hadiseleri ‘efradına cami, ağyarına mani’ bir şekilde tahlil etmeyi akıl edemeyen Selefi âlimler, ‘uçurumları lafla doldurmak’ için birbirleriyle yarışmaya başlamışlardır.
____________________
(1) İmam-ı Şâtıbî-El İ’tisam- Beyrut: 1986 C: 2 Sh: 4
(2) İmam-ı Gazâlî-El Mustasfâ min İlmi’l Usûl- Beyrut:1937 C: 1 Sh: 286-287
(3) Şeyh Muhammed b. Süleyman-Mecmuatû’l Enhur (Şerhû Damad) İst: 1316 C:2 Sh:615
(4) Şeyh Nizamüddin ve Heyet-Feteva-i Hindiye- Beyrut:1400 C:2 Sh:232
(5) Çağdaş Fikir Akımları Ansiklopedisi- İst: ty Sh: 327 vd.
(6) Aliyyü’l Kari- Şerhu’l Fıkh-ı Ekber- Kahire:1323 Sh: 136.
(7) İmam-ı Taftazânî- Şerhu’l Akâid- İst:1309 Sh: 77
(8) Misak Dergisi-Şubat 2010 Sayı: 231 Sh: 9-10
MİSAK DERGİSİNDEN İKTİBAS EDİLMİŞTİR.
GRUBA KATIL