Şehadet, İslam’da en yüce mertebelerden biridir. Sözlük anlamıyla “tanıklık etmek, şahitlik yapmak” demek olan şehadet, Müslüman bireyin Allah’a olan imanını, yaşayarak göstermesi ve bu uğurda canını vermesiyle zirveye ulaşmasıdır. Bu bağlamda şehadet, yalnızca savaş meydanında ölmekle sınırlı bir kavram değil; inandığı hakikatlere hayatıyla şahitlik eden, inancını zorluklara ve baskılara rağmen koruyan her bireyin direniş eylemidir.
İslam tarihi boyunca şehadet, zulme ve baskıya karşı bir direniş biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Peygamberlerin davet süreçlerinde, Ashab-ı Uhdud gibi kıssalarda ve Kerbela’da İmam Hüseyin’in direnişinde şehadet, her zaman bir direnişin zirvesi olarak karşımıza çıkar. Bugün ise Gazze, modern çağda şehadet ve direnişin sembolü hâline gelmiştir.
Direniş olmadan şehadet düşünülemez. Bir Müslüman’ın, inancına uygun bir hayat sürmesi, kaçınılmaz olarak zulme ve baskıya karşı bir direnişi gerektirir. Modern dünyanın dayattığı sekülerleşme, tüketim kültürü ve bireyselleşme, İslami değerlerin yaşanmasını zorlaştırmaktadır. “Cupido mundi” diye adlandırdığımız dünya sevgisini ve maddi arzuları merkeze koyan insan modeli, Müslüman’ın imanına yönelik bir tehdit oluşturur.
Bu noktada şehadet, yalnızca fiziksel ölümü değil; Müslümanın inancını, dünyadaki tüm zorluklara rağmen koruyarak direniş göstermesini ifade eder. Direniş, bireyin günlük yaşamındaki küçük tercihlerde başlar: adaletli olmak, harama el uzatmamak, ahlaki değerlerini savunmak, zalime boyun eğmemek… Şehadet ise bu direnişin zirve noktasıdır. Şehit, yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek hakikat uğruna canını vermeyi göze alır.
Gazze, modern dünyada şehadet ve direnişin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Gazze halkı, yıllardır süren ambargolar, saldırılar ve işgaller karşısında yalnızca fiziksel olarak değil, kültürel ve manevi anlamda da bir var oluş mücadelesi vermektedir. Gazze’deki her birey, zulme karşı direniş sergileyerek inandıkları hakikatlere şahitlik etmektedir.
Gazze’deki direnişin içeriği, çok boyutludur. Manevi direniş açısından bakıldığında Gazze halkı, inançlarından ve değerlerinden asla taviz vermemektedir. Bu, modern dünyanın dayattığı ahlaksızlıklara karşı bir meydan okumadır. Fiziksel direniş ise İsrail işgaline karşı savaşan direnişçilerin sadece topraklarını değil, İslam’ın onurunu ve ümmetin vicdanını savunmasıyla kendini gösterir. Toplumsal direniş ise Gazze halkının dayanışmasıyla ortaya çıkar; liderlerin şehit edilmesine rağmen halk, mücadeleye devam etmektedir. Bu, liderlerin değil, halkın kendi inançlarına ve ilkelerine bağlılığını göstermektedir.
Gazze, İslam dünyasının yalnızca bir coğrafi parçası değil, aynı zamanda insanlık için bir hatırlatıcıdır. İnsanlık, bugün büyük bir yol ayrımındadır: Ya adalet ve şehadet yolunu seçecek ya da sekülerleşme ve bencillik yolunda yok oluşa sürüklenecektir. Gazze’deki şehitlerin kanı, insanlığın vicdanını uyandırmakta, adaletin ve özgürlüğün yeniden tanımlanmasına katkı sağlamaktadır. Eğer bir toplumda şehit sayısı artıyorsa bu durum, o toplumun inanç ve direniş bilincinin güçlü olduğunu ve akabinde daha adil bir dünyanın inşa edilebileceğini gösterir.
Şehadet ve direniş, Müslüman birey ve toplumlar için vazgeçilmez bir yaşam biçimidir. Bu iki kavram, yalnızca savaş meydanlarında değil, günlük hayatın her alanında kendini göstermelidir. Bir Müslüman, Allah’a olan inancını yaşayarak, zorluklara ve zulme karşı direnerek bu direnişin bir parçası olur.
Gazze örneği, dünyaya verilmiş en büyük mesajlardan biridir. Modern dünyanın bencilliğine, tüketim çılgınlığına ve ahlaki yozlaşmaya karşı Gazze’den yükselen direniş ve şehadet sesi, insanlığa kurtuluş yolunu göstermektedir. Allah’ın rızasını kazanmak için mücadele eden ve bu uğurda canını veren şehitler, dünya tarihini şekillendirecek en büyük kahramanlardır. Bu bağlamda, şehadet, bir “ölüm” değil; hakikatin insanlık vicdanında yankılanan, en gür “direniş çağrısıdır”.
Dr. Hüseyin DURMAZ