Çölde devesi ile giden birisi, biraz ileride “su” diye inleyen birini görür, hemen devesinden iner ve ona su içirir. Ardından da karnını doyurur. Bedevinin yardım ettiği kişi kendine geldikten hemen sonra, bedeviye bir yumruk atarak, bedevinin neyi var neyi yok, hepsini alır. Sonra da bedevinin devesine binerek oradan uzaklaşmaya başlar. Devesi çalınan bedevi, hırsızın arkasından defalarca, “Sakın bunu kimseye anlatma” diye bağırır. Hırsız bedevi önce aldırış etmez ama uzaklaştıkça içine dert olur ve geri döner. Bedeviye sorar: “Neden ‘kimseye anlatma’ diyorsun?” Kumların üstünde oturan adam şöyle der: “Eğer bu yaptığını anlatırsan, bundan sonra çölde gerçekten aç ve susuz kalanlara hiç kimse yardım etmez.”
Kötülüklerin dillendirilmesi
İsminin sonunda cemaat, tarikat, yurt veya başka bir isim de olsa, yaptıkları yanlışlar, sosyal medyada, haberlerde sıkça tekrarlandıkça, yapılan yanlışlar bütün Müslümanlara mal ediliyor. Faturası; bütün Müslümanlara, cemaatlere, İslami kurslara kesiliyor. Sosyal medyada sıklıkla duyduğumuz bu haberler, halkımız üzerinde yardım yapma ve dini duygularında çok ağır tahribatlar yapmaktadır. İnfak, zekât vermek, yardım etmek gibi duygularımız köreliyor, ihtiyaç sahiplerine karşı daha duyarsız, benmerkezci bir toplum ortaya çıkıyor.
Anne babalarımızın, eşimizin, çocuklarımızın, komşumuzun, yetimin, yolcunun, fakirin, miskinin üzerimizde hakkı var. Dünyanın en ücra köşesinde açlık ve kıtlık içerisinde zorluk çeken her müminin, her insanın üzerimizde hakkı var. Sokağa terk edilmiş her hayvanın üzerimizde hakkı var. Can taşıyan her varlığın üzerimizde hakkı vardır. Yardım hassasiyeti kaybolmuş bir toplumda terör, fuhşiyat, hırsızlık, aldatmaca, aile birliğinin bozulması, büyüklere saygının kaybolması, çocuk istismarının çoğalması olağandır.
Günahların, yanlışların açıklanması neden istenmiyor?
İnsanlardan utanarak günahı gizlemek, hayâdandır. Hayâ da imandandır. Günah gizlenmezse, fâsıklar bundan cesaret alır. Fasık; bilerek isteyerek, göstere göstere günah işleyen kişiye denir. Fasık, alenen günah işleyen, “Aman boş ver, bu hayat böyle!” deyip günahları umursamayanlardır. Günahların açıkça söylenmesi, günaha karşı olması gereken direnci kırar. Onun için örtülü kalmalı. Allah, perdeyi kaldırmadıkça kişi, perdeyi kaldırmamalıdır. Günahını böbürlenerek anlatan, günahının cezasını katmerleştirir. Günah, toplumda çirkin bir fiil olarak kabul edilir. Kişinin günahlarını açığa vurması, başkasını zımnen günah işlemeye teşviktir. Bu açıdan bakıldığı zaman, bu kişiye bakarak günah işleyenlerin işledikleri günahların bir misli, onun defterine yazılır. Bu da adamın günahlarını öyle çoğaltıp büyütür ki âdeta af kapsamının dışına iter. “İyilik yolunda kapı açan, hem kendi iyiliğinin karşılığını alır, bu yolda gidenlerden de ona pay vardır. Kötülük yolunda kapı açan, hem kendi kötülüğünün karşılığını alır, bu yoldan gidenlerden de ona bir pay vardır” (Müslim). Günahların, yanlışların, kusurların alenileşmesi, toplumda; güven ortamının bozulmasına, kişilerin birbirlerine itimat duymamasına, huzursuz bir ortam olmasına sebebiyet verir. İnsanların iç huzuru bozulur, stres ve depresyon vakaları artar.
Günahların aşikâr edilmesi, günah işlemeye teşviktir
“Günah, gizli kaldıkça sadece sahibine zarar verir. Ortaya çıktığında ise düzeltilmezse, topluma zarar verir” (Câmiü’s-Sağîr, 332). Günah işleyen kimse, bir kahramanlık yapmış gibi onu kimseye söylememelidir. Yaptığı günahı, Rabbinin bildiğini düşünerek, o günahın ezikliğini hissetmelidir. Bir aile reisi, gençliğinde yapmış olduğu hataları, günahları “Özeleştiri yapıyorum” diyerek açıklayabilir. Görünüşte, masum bir günah çıkarma veya tövbe ediyor olabilir. Fakat onu dinleyen çocukları, yeğenleri, komşu çocukları tarafından, algı şöyle okunur: “Ben de babam veya amcam gibi günah işleyebilirim ama zamanı gelince ben de tövbe ederim, ben de düzelirim.” Evladımızın veya yeğenlerimizin, tövbe edecek vakti olmayabilir. Tövbe etmeyebilir de. Bizler, onlara “özeleştiri yapalım” erken, yanlış örnek olmamalıyız. Toplumumuzda bizlere veya başkalarına yapılan yanlışları yaymamız, sahtekârlığın, üçkâğıtçılığın, dalaverenin olağan olmasına zımnen destek vermektir.
Ailede ve toplumda güven ortamı
Çocuğun ailede edindiği temel güven ya da güvensizlik duyguları, onun Allah’a karşı duyduğu güven duygusunu etkilemekte ve böylelikle dinî inancını belirlemektedir. Söz konusu olumlu tecrübeleri yaşamayan çocuk ise Allah sevgisini anlamakta ya da bir dinî inanca sahip olmakta güçlük çekmektedir. Bu yüzden temel güvenin sağlanmasında öncelikle yakın, sıcak ilginin dışında annenin, daha sonra diğer aile bireylerinin bebekle kuracağı iletişimin niteliği ve dili, önemli bir temas noktası olacaktır. Toplumsal güven arayışı çocukluk dönemiyle sınırlı kalmayarak yetişkinlikte de önemini sürdürür. Toplumsal güven ortamı olmayan ortamlarda yaşayan insanlar, huzursuz, stresli, öz güvensiz ve mutsuz bireyler olurlar.
Aile içinde huzuru gerçekleştirmede önemli bir faktör de, eşlerin ve diğer aile fertlerinin birbirlerine karşı güven duymalarıdır. Çünkü aile ortamı, psiko-sosyal yönden gelişen bireyin, özellikle çocukların en çok etkileşime uğradığı yerdir. Bu ilişkiler, bireyin kendine güvenmesini, kimlik ve kişilik kazanmasını, sosyal beceriler geliştirmesini ve topluma adapte olmasını sağlar. Eğer böyle olmaz yani aile fertleri birbirlerine güvenmez; diğerinin işine ve mesleğine saygı duymazsa; güvenilmeyen ve saygı duyulmayan taraf, bu duyguları başka yerlerde aramaya başlayacaktır. Aile fertleri arasında karşılıklı iyi bir iletişim ve güven söz konusu ise bu aile ortamının sağlıklı ve huzurlu olduğunu söyleyebiliriz.
Güven ortamının tesisi
İnsanlar arasındaki ilişkilerde en temel duygu, güvendir. Güvendiğimiz insanları severiz, onlara saygı duyarız. Güven varsa en gizli sırlarımızı açabiliriz. Güven duygusuyla her türlü işbirliğine açık oluruz. Bu açıdan insanların yemek, içmek gibi fizyolojik ihtiyaçlarıyla beraber hayati önem taşıyan en önemli gereksinimlerinin güven duygusu olduğunu söyleyebiliriz. Güven ortamının, toplumların devamı için önemi tartışılmazdır. Birbirine karşılıklı olarak güvenen insanların oluşturduğu toplumlar ancak pozitif değerler üretebilir ve bu tür toplumlar, uzun süre sağlıklı şekilde ayakta kalabilir.
İnsan, zaruri ihtiyaçlarından sonra güvenlik ihtiyacına gereksinim duyar. İnsan, güvenlik ihtiyacını karşılamadan sağlıklı düşünemez, kendisi olamaz. Kişi, her tür tehlikeden uzaksa dengededir ya da kendisini esenlik içinde hissediyorsa dengededir. Barınma, giyinme, ısınma, güvenlik, istikrarlı bir yaşam, dengeli yaşamak için ihtiyaç duyulan her şey, güvenlik duygusu ile gelir. Çöldeki bedevinin derdi, kendi malının çalınmasından duyduğu kaygı değildi; toplumun infak, yardım duygusunun kaybolması ve ihtiyaç sahiplerine yardım yapılmamasının kaygısını taşıyordu.
‘Müslümanlar arasında merhamet ve insaf kalmamış’ dedirtmeyiz
Hz. Ömer, etrafını saran bir grupla sohbet ederken, iki delikanlı bir kişiyi kollarından tutup kendisine getirir. Hz. Ömer, “Nedir bu hâl, bu adamı neden getirdiniz?” diye sorar. “Ya Ömer! Bu adam, bizim babamızı öldürdü. Biz de adaletin tecellisi için size getirdik. Ne yapmak lazımsa yapılmasını sizden istiyoruz” cevabını verdiler.
Zanlı, mahkemede bizzat Hz. Ömer tarafından yargılandı. Hz. Ömer, adama, “Gençlerin dediklerini duydun. Söylenenler doğru mu? Senin söyleyeceğin var mı?” diye sordu. Genç, bu söylenenlere itiraz etmedi. Söylediklerinin doğru olduğunu, ancak kendisinin bir şeyler söylemek istediğini belirterek, konuşmaya başladı: “Ben, bir köylüyüm. Buraya Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmeye geldim. Medine’ye geldiğimde abdest almak için hurmalık yakınında durdum. Abdest alırken atım hurma dallarını yemeye başlamış ve zarar veriyordu. Derhal atımın olduğu tarafa gittim. O anda yaşlı bir adam bağırarak geldi ve elindeki büyükçe taşı atıma hızla vurdu ve atım, düşüp öldü. Atım için çok üzüldüm, ben de onun ata vurduğu taşı alıp kendisine fırlattım. Taş adama geldi, o da öldü. Öfke sebebiyle bir adamın ölümüne sebep oldum. Yaşlı adamın ailesini buldum, çocuklarına durumu anlattım. O anda kaçmak isteseydim, kolayca kaçardım; ama ben, Allah’a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım.”
Adamın anlattıkları, mahkeme salonundaki herkesi etkilemişti; ancak adaletin tecellisi için hüküm tatbik edilmeliydi. Babaları ölen gençler, diyet almaya razı olmuyorlar ve kısas yapılmasını istiyorlardı. Karar verildi. Kısas yapılacak ve adam idam edilecekti. Delikanlı, hiç itiraz etmedi, hükme rıza gösterdi. “Yalnız bir ricam var” dedi ve ekledi: “Benim, bakımıyla ilgilendiğim bir yetim var. Onun bana teslim edilmiş olan altınlarını bahçemde bir yere gömdüm. Bu altınlar o yetimin geleceği. Onların yerini de benden başka kimse bilmiyor. Eğer bana üç gün müsaade ederseniz, gider onların emanetlerini kendilerine teslim ederim.”
Hz. Ömer, “Şu anda sana nasıl müsaade edebilirim? Sen bir suçlusun, cezan infaz edilecek. Kaçmayacağına nasıl inanacağız? Ancak yerine bir kefil bulabilirsen serbest kalabilirsin” dedi. Delikanlı, oranın yabancısıydı, kimseyi tanımıyordu. Oradaki insanlara dönüp baktı. Gözüne Ebu Zerr Gıfari takıldı. Parmağıyla işaret ederek, “Bu zat, bana kefil olur” dedi. Hz. Ömer, şaşkınlık içinde Ebu Zerr’e dönerek, “Ya Ebu Zerr! Ne diyorsun, kefilliği kabul ediyor musun?” diye sordu. Ebu Zerr, hiç tereddüt etmeden, “Bu adamın üç güne kadar döneceğine inanıyor ve kefil oluyorum” dedi. Delikanlıyı serbest bıraktılar.
Üçüncü günün öğlen vakitlerinde “Bu adam gelmeyecek” galiba yorumları yapılmaya başlandı. Ölen adamın çocukları, “Ya Ebu Zerr! Kefil olduğun adam hâlâ görünmüyor. Niçin kefil oldun?” diyerek sitem ediyorlardı. Hz. Ömer, “Ya Ebu Zerr! Kefil olduğun delikanlı belirlenen sürede gelmezse, kısas hükmünü uygularım!” dedi.
Derken, Medine’nin girişinden bir adamın tozu dumana katarak geldiği görüldü. Kan ter içinde gelen bu adam, idam edilecek adamdan başkası değildi.
Hz. Ömer, “İdam edileceğini bile bile neden koşarak geri döndün?” diye sordu. Delikanlı, tereddüt etmeden cevap verdi: “Elbette geleceğim, Benim için bir adam idam edilmeyi göze aldı. Ben, ‘Müslümanlar arasında ahde vefa kalmadı’ sözünü kimseye söyletmem” dedi.
Hz. Ömer, Ebu Zerr’e döndü, “Tanımadığın bir adama neden kefil oldun? Bu kefaret, seni idam ettirebilirdi” diye sordu. “Elbette kefil olacaktım. Ben, ‘Müslümanlar arasında söze itimat kalmamış. Bu dünyada fazilet ve güven kalmamış’ dedirtmem” cevabını verdi.
Herkes, ölen adamın çocuklarına bakıyordu. Kimse bir şey söylemeden çocukları, “Ya Ömer, biz babamızın katilini affettik” dediler. “Neden?” diye sordu Hz. Ömer, ölenin çocukları, “Olayın bir kaza olduğu belli, delikanlının pişman olduğu da belli. Biz, ‘Müslümanlar arasında merhamet ve insaf kalmamış’ dedirtmeyiz” dediler.
Sonuç; toplumumuzda, sosyal medyada, haberlerde, aile ortamlarında, iş ortamlarında sözün değil, çek ve senedin bile değerinin kalmadığı, “kefil oldum, mahvoldum, ailem ile ilişkilerim bozuldu, iş hayatım sekteye uğradı, yakın dostum tarafından kandırıldım” sözlerini sıkça duyuyoruz. Halk arasında bir deyim vardır, “Paran çoksa kefil ol, işin yoksa şahit ol.” Deyimde gerçeklik payı olsa da yardım etmeyi, zorda kalanı desteklemeyi, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi, hakkın ortaya çıkması için şahitlik yapmanın; “Şahitler, çağrıldıkları zaman (hâkim karşısında gerçeği aynen konuşmaktan) kaçınmasınlar.” (Bakara, 282) ayeti gereğince, şahitlik yapmanın Kur’an ile sabit bir zorunluluk olduğu bilinmelidir.
İnsanlar arasında, birlik, beraberlik, güven ortamının yayılması, yardımlaşma, ihtiyaç sahiplerine yardım etme, hakkın ortaya çıkması için şahitlikten kaçmama gibi davranışlara toplum olarak destek olmalıyız. Erdemli davranışların geçersizliğini belirten söz ve olayların dillendirilmesine destek olmamalıyız, (iyilik yap, kötülük bul gibi sözler) vefasızlık yapmamalıyız, olumsuz davranışların toplumumuzda yayılmasına, olağan haline gelmesine destek olmamalıyız.
Aile bağlarının olmadığı, akrabalık bağlarının koptuğu, komşuluk ilişkilerinin kaybolduğu, sözün değerinin kalmadığı, hırsızlığın, arsızlığın çoğaldığı, mal, can ve namus ortamının kalmadığı bir hayat, hayat olabilir mi?
Kur’anî bir yaşamın, erdemli davranışların, yardımlaşmanın, sözün değer kazandığı bir ortam dileğiyle… Kur’an ile kalın.
Cefai DEMİREL
Kaynaklar:
1. https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasar-sungu/sakin-bunu-kimseye-anlatma-2038127
2. https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=29362
3. https://www.gencbirikim.net/gunahlarinizin-ortusunu-acmayin-aciklamayin
4. https://www.youtube.com/watch?v=DF5p-2sN3nk, Hayati İnanç, Ahde Vefa