PKK, 1970’li yılların ikinci yarısında kurulmuş sosyalizmi esas alan bir terör örgütüdür. Türkiye’de ilk kanlı eylemini 15 Ağustos 1984’de Şemdinli ve Eruh ilçelerine gerçekleştirdiği silahlı baskınla yapmıştır. Bu baskında bir er ve astsubay olmak üzere iki asker öldürülmüştür. Bu tarihten sonra PKK tarafından sayısız silahlı saldırı gerçekleştirilmiş ve binlerce insan katledilmiştir.[1] Yanı başımızda ve en uzun ortak sınıra sahip olduğumuz Suriye’de, Muhaberatın gözetim ve kontrolünde üssünü kurmuş, Türkiye’nin içinden ve dışından hem ekonomik ve hem de askeri güç ve destek alır hale gelmiştir. Ne yazık ki, başlangıçta birkaç çapulcu olarak değerlendirilen bu örgüt, ilerleyen yıllarda emperyal ve Siyonist güçlerin de himayesiyle baş edilemez hale gelmiştir.
Türkiye’de yapılan her seçim öncesinde iktidara talip olan her siyasi parti, ‘akan kanı durduracağız, terörün kökünü kazıyacağız’ vaatleriyle siyaset yapmış ve kimileri de iktidara gelmiştir. Ancak hiç birisi de bu vaadini yerine getirmede başarılı olamamıştır. 2002’de iktidara gelen AKP de aynı şeyleri söyleyerek iktidara gelmiştir. Ne yazık ki, 1990’ların başında dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın önüne çıka(rıla)n engel, aynı şekilde AKP hükümetinin de önüne çık(arıl)mıştır. Nitekim Erdoğan’ın 12 Ağustos 2005’de Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın üzerinden çok geçmeden Kemalist irade ile derin ve karanlık güçler Erdoğan’a da geri adım attırmıştır. Çünkü 12 Ağustos’ta “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyen Erdoğan kısa bir süre sonra Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, PKK terörü sorunu vardır açıklamasını yapmak zorunda bırakılmıştır. Ancak bu engellemelere rağmen Erdoğan, Kürt açılımı projesini gündeme getirmekten vaz geçmemiştir. 2006 yılı itibariyle Oslo’da yapılan dolaylı görüşmeler ve sonrasında 28 Aralık 2012’de bir tv programında İmralı’yla doğrudan görüşüyoruz tarzındaki Erdoğan’ın açıklaması sürecin yeniden başlamasına neden olmuştur. 3 Ocak 2013’de BDP heyetinin ilk olarak İmralı’ya gitmesi, 21 Mart’ta Öcalan’ın ‘silahlar sussun’ mesajının Diyarbakır’da Nevruz’da kitlelere duyurulması, 8 Mayıs 2013’de ise, Murat Karayılan’ın PKK’lıların sınır dışına çekileceğini açıklaması, kitleler nezdinde tam anlamıyla bir bahar havası yaşanmasına neden olmuştur. Ancak bu bahar havası çok uzun sürmemiş, PKK, 30 Haziran-5 Temmuz 2013’de gerçekleştirdiği 9. Kongrede bir devlet yapılanmasını öngörecek şekilde yeniden reorganize olmuş ve en üst birim olarak KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği/Koma Civakên Kurdistan)’yı oluşturmuştur. Ayrıca aleni olarak dağ kadrosuna genç götürmeleri, kent/şehir halkını gündüz gözüne tehditleri, yol kesmeleri, KCK mahkemelerindeki masum insanları yargılamaları, özerklik ilanları ve 6-8 Ekim 2014’deki kanlı kalkışma, kitlelerde hayal kırıklığına neden olmuştur.
PKK, ÇÖZÜM SÜRECİNE RAĞMEN EYLEMLERİNİ DEVAM ETTİRMİŞTİR
KCK/PKK, menfaatçi, pragmatist, ilkesiz ve güvenilmez bir örgüttür. Bugüne kadar ayakta kalmasının nedeni de budur. Bundan dolayıdır ki, 21 Mart 2013’de Diyarbakır’da Nevruz’da Öcalan’ın ‘silahlar sussun’ mesajı ve Murat Karayılan’ın –o zamanlar KCK Yürütme Konseyi Başkanı idi- 8 Mayıs 2013’den itibaren PKK’lılar sınır dışına çıkacaktır şeklindeki açıklamasının henüz mürekkebi bile kurumadan, halkta taban bulmaya yönelik eylemlerine ara vermeden devam etmiştir. Nitekim 8 Mayıs’tan kısa bir süre sonra bölgede, kırsal kesimlerde çözüm çadırı, barış nöbeti çadırı, protesto yürüyüşleri, cenaze törenleri, dağ şenlikleri ve çeşitli kültürel etkinlikler adı altında propaganda amaçlı faaliyetler düzenlemiş, dağdaki PKK’lılar ise silahlarıyla birlikte bu faaliyetlere serbestçe iştirak etmiştir. Üstelik halkı da bu faaliyetlere katılmaya zorlamış, esnaflara kepenk kapattırmış ve faaliyetlere katılmak istemeyen vatandaşları ise tehdit etmiştir. Halktan, siyasi yetkililere ve güvenlik güçlerine yapılan şikâyetler ise, PKK örgütü ile devlet arasında çözüm süreci ve çatışmasızlık bahanesiyle karşılık bulamamıştır. Böylece savunmasız bölge halkı, PKK’lı teröristlerin olmayan insafına terkedilmiştir. Bu konuda verilecek sadece birkaç örnek bile PKK’nın, 21 Mart’ta açıklanan Öcalan’ın ‘silahlar sussun, siyasetin önü açılsın’ mesajına hiç uymadığını, aksine bu süreci istismar ederek silahsız –zaman zaman da silahlı- eylemlerini yoğunlaştırdığı açıkça görülmüştür.
Örneğin;
14 Mayıs 2013’de Şırnak’ta BDP’li kadınlar, 15 Mayıs 2013’de ise terör örgütü sempatizanları Şırnak merkez Balveren beldesi kırsalında çözüm çadırı adı altında örgütün sözde bayrağının ve Öcalan’ın posterinin asıldığı bir çadır kurmuş ve barış nöbeti adı altında bir eylem gerçekleştirmiştir. Silahlı terör örgütü mensupları ise bu eyleme katılmışlardır. Aslında bölgenin birçok yerinde halkın ve silahlı PKK’lıların katılımıyla çadırlar kurulmuştur.
3 Haziran 2013’de, Şırnak’ın Karaçalı Üs Bölgesi’nde askerlerle teröristler arasında silahlı çatışma meydana gelmiştir.
8-9 Haziran 2013’de, Şırnak Uludere Andaç köyünde gerçekleştirilen yürüyüşte örgütünün bayrağı, Öcalan’ın posteri, üzerinde “Apo’suz bir barış, savaş gerekçemizdir” ve benzer cümlelerin yazılı olduğu afişler açılmıştır.
17 Haziran 2013’de, Van’ın Gürpınar ilçesinde yeni karakol önünde oturma eylemi gerçekleştiren PKK’lılar, “Kürdistan TC’ye Mezar Olacak” ve “Kürdistan Dağlarında Mehmetçik Neye Yarar” şeklinde örgüt lehinde sloganlar atmıştır. Hakkâri ili Yüksekova karakol önünde “Karakolu başınıza yıkarız” ve “Biji serok Apo” sloganları atmıştır.
21 Haziran 2013’de terör örgütü militanları Silopi’de ve Cizre’de eski koruculara silahlı saldırı düzenlenmiş, ağır biçimde yaralanan Ramazan Erkan ve Ali Nart hayatını kaybetmiştir.
23 Haziran 2013’de, PKK/KCK terör örgütünün Cizre’de YDG-H adıyla örgütlediği genç ve çocuklar “asayiş birimi” adı altında bir tören gerçekleştirmiş ve yol kontrolü yapmıştır.
25 Haziran 2013’de, PKK/KCK’lı teröristler, Erzincan’ın Kemah ilçesi Uluçınar köyü bölgesindeki HES baraj şantiyesini basarak, şantiyede bulunan iş makinelerini, bir kamyonu ve bir jeneratörü yakmıştır.
3 Temmuz 2013’de, Diyarbakır’ın Dicle ilçesinde Kralkızı Barajı Koruma Tabur Komutanlığı üs bölgesine ve Diyarbakır Hani ilçesi Topçular Jandarma Karakolu’na taciz ateşi açılmıştır.
9 Temmuz 2013’de, Terör örgütü, Bitlis’in Tatvan ilçesinde 3 kişiyi kaçırmıştır.
14 Temmuz 2013’de, Şırnak’ın Silopi ilçesinde bir grup örgüt sempatizanı, Emniyet Müdürlüğü’ne molotoflu saldırıda bulunmuştur.
18 Temmuz 2013’de, Önce Cizre’de sonra Diyarbakır’da görülen KCK’nın gençlik yapılanması YDG-H’ye bağlı “asayiş birimleri” İstanbul’da ortaya çıkmış, kuruluşlarını kutlama gerekçesiyle yol kesip molotof bombası atmıştır.
20 Temmuz 2013’de, Bingöl’ün Genç ilçesinde yol kesen örgüt mensupları demiryolu inşaatı şantiyesinde çalışan 1 müteahhit ile 2 işçiyi kaçırıp, araçlarını yakmıştır.
30 Temmuz 2013’de, PKK’lılar, Şırnak’ta cami ve dershanelere saldırmıştır.
4 Ağustos 2013’de İstanbul’da toplanan PKK’lılar, halk otobüsüne molotof bombasıyla saldırmıştır.
15 Ağustos 2013: HPG Başkanı Murat Karayılan “profesyonel gerilla”ya geçiş hazırlığında olduklarını açıkladı.
18 Ağustos 2013: Terör örgütü PKK/KCK’nın gençlik yapılanması YDG-H’nin Diyarbakır’daki bombalı saldırısında bir çocuk ağır yaralandı.
7 Eylül 2013’de Hakkâri’de iki polis memuru yaralandı.
12 Eylül 2013’de Terör örgütü Siirt’in Pervari ilçesinde inşaatı devam eden yeni jandarma karakol binasını bomba ile tahrip edip, 4 işçiyi kaçırdı.
15 Eylül 2013: Elazığ’ın Palu İlçesi kırsal kesiminde bulunan demiryolu şantiyesini basan bir grup örgüt mensubu dört iş makinesini yaktı.[2]
PKK’lılar tarafından gerçekleştirilen ve çözüm sürecini işlevsiz hale getiren bu tür olaylar/eylemler daha da çoğaltılabilir. Çünkü PKK, Doğu ve Güneydoğu bölgesi adeta kendine teslim edilmiş gibi serbestçe ve herhangi bir müdahale olmaksızın her gün değişik yerlerde benzeri birçok eylem gerçekleştirmiştir. Bu ise, PKK’nın, halk üzerinde devletin buraları kendisine terk ettiği intibaını pekiştirmiş ve ayrıca örgütün gücünü ve vesayetini daha da derinleştirmiştir. Barış ve Kürt sorununun çözümünü isteyen bir örgüt, böyle davranır mı? Bu tür eylemler, halkı yakın bir gelecekte gerçekleştirilecek bir ‘devrimci halk savaşına’ hazırlamaktan başka hiçbir anlama gelmez. Nitekim 30 Haziran-5 Temmuz tarihleri arasında bir devlet yapılanması şeklinde gerçekleştirilen 9. Kongrenin de asıl amacı budur. Anlaşılan odur ki, İmralı ve PKK’nın siyası kanadı çözüm süreci görüşmeleri ile hükümeti oyalarken, örgüt ise içeride ve dışarıda ‘devrimci halk savaşı’nı kentlere yaymak ve kentlerdeki mensuplarını bu savaşa hazırlamak için yoğun çaba içerisine girmiştir. Çünkü çözüm sürecinin başlaması, PKK’lılara rahat davranma ve serbest bir ortam imkanı sağlamış ve bunu da sonuna kadar kullanmaya başlamışlardır.
Nitekim 6-8 Ekim 2014 olayları, sıradan, gaza gelerek tahrike kapılmış gençlerin eylemi olmaktan çok öte, Kandil’in devreye soktuğu ‘devrimci halk savaşı’ stratejisi gereği tam anlamıyla bir halk kalkışmasının provası idi. Nitekim daha sonraları KCK/PKK yetkililerinin yaptıkları açıklamalarda da bu vurgulanmış ve eğer hükümet dediğimizi yapmazsa, 6-8 Ekim olaylarını aratır tarzda yeni ve daha kapsamlı eylemlerin ortaya konacağı tehdidi defalarca savurulmuştur.
28 ŞUBAT’TA YAPILAN ORTAK AÇIKLAMA
Öcalan, iyi bir oyuncudur; ne zaman sopa, ne zaman da havuç göstereceğini çok iyi bilmektedir. İsteklerini hükümete kabul ettirmek için KCK/PKK’nın silahlı terör güçlerini demoklesin kılıcı gibi kullanmıştır ve halen de kullanmaktadır. Cezaevlerindeki açlık grevleri, 6-8 Ekim olayları gibi kitlesel her eylemin öncesine ve sonrasına bakıldığı zaman bu açıkça görülecektir. Nitekim 6-8 Ekim 2014 olaylarından sonra özellikle de Ocak 2015 ayı itibariyle HDP-İmralı-Kandil ve Hükümetin görüşme trafiğinin bir hayli hareketlenmesinin nedeni de budur. Dolmabahçe süreci, 6-8 Ekim terör olaylarından sonra HDP heyetinin 4 Şubat’ta İmralı’ya gitmesiyle başlamıştır. Bu görüşmede, Öcalan’ın örgüte verdiği mesajda, “Türkiye topraklarında silahlı mücadele sonlandırılmıştır. 2013 yılı Nevruz ayında yayınlanan mesajımda da olduğu gibi artık silahlı mücadele bitirilmiş, siyasi mücadele dönemi başlamıştır. Silahlı mücadelenin bitirildiği yönündeki çağrımın uygulanması için PKK bileşenlerinin acilen kongreyi toplayıp, silahsızlanma kararının alınmasını gerekmektedir” dediği öğrenilmiştir. Öcalan aynı mesajında ayrıca, ‘eylemsizliğin tam olarak hayata geçirilmesini’ ve ‘Cizre başta olmak üzere ilçelerdeki eylemlere son verilmesini’ istemiştir.
Aslında bu mesaj çerçevesinde hükümetin ve HDP heyetinin, 15 Şubat’ta ortak bir açıklama yapması hedeflenmişti. Nitekim 10 Şubat’ta Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “çözüm sürecinde iyi bir noktaya geldik. Ben de önümüzdeki günlerde, haftalarda güzel şeyler olacağını düşünüyorum. Burada, umudu yeşertmek lazım. Yani, sürekli karamsar olmamak lazım, bardağın dolu tarafını görmek lazım” derken, Başbakan Ahmet Davutoğlu da, “İnşallah bu bahar, Türkiye’de siyasi ve sosyal ortamda güzel bir bahar havasının gelmesini sağlayacak gelişmelere sahne olur” şeklinde konuşmuştur. Başbakan ve Başbakan Yardımcısı bu şekilde umutlu konuşmasının nedeni ise 4 Şubat’ta İmralı’ya giden HDP heyetinin Ankara’ya sağlam bir mesajla dönmesi idi. HDP ve hükümet yetkililerinden oluşan bir heyet, ortak basın açıklamasıyla ‘silahlı mücadele döneminin kapandığını’ 21 Mart 2013’ten daha güçlü ifadelerle deklare edecekti.
Devlet kanadı ise buna karşılık;
-İzleme Kurulu’nun oluşturulmasını,
-İmralı’da Öcalan’ın kaldığı bölüm için mahkûm değişiminin sağlanmasını,
-Hasta mahkûmların serbest bırakılmasını, eş zamanlı olarak uygulamaya koyacaktı.
Ancak bu umutlar, HDP heyetinden Sırrı Süreyya Önder’in Kandil’e telefon etmesiyle sönmüştür. Çünkü Kandil’deki PKK yöneticileri, iç güvenlik yasasını bahane ederek İmralı mutabakatına karşı olduklarını açıkça beyan etmişlerdir.
Kandil’e bu defa yüz yüze görüşmek için giden HDP heyeti, PKK’nın “biz bu işte yokuz” açıklamasını alıp geri dönmüştür. Selahattin Demirtaş ise, 4 Şubat’ta beliren umuda sahip çıkmak yerine, hükümeti suçlayıcı beyanlarda bulunarak, adeta yangına körükle gitmiş ve İmralı ile Kandil arasında, Kandil’den yana tavır koymuştur. Nitekim 4 Şubat mesajının basına sızdığı 13 Şubat’ta HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Al Jazeera muhabiri Gonca Şenay’a[3] silahların bırakılmasına yönelik Öcalan’ın bir mesajının olmadığını söylemiştir. Demirtaş böyle bir mesajın olmadığını söylese de PKK’nın silahsızlanma açıklaması yapacağı yönündeki beklenti, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Güney Amerika dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamayla bir kat daha artmıştır. Erdoğan, silah bırakma açıklaması için bir tarih bile vermiştir: “Doğrusu bu açıklamayı cuma günü (13 Şubat) bekliyordum. Olmadı. Doğrusu dün bugün böyle bir açıklama gelebilir.” Erdoğan’ın silah bırakma açıklaması beklediği gün HDP heyeti Kandil’e gitmiş ve 13 Şubat’taki ziyaretle ilgili açıklama iki gün sonra, 15 Şubat’ta yapılmıştır. Açıklamada, mesaj tartışmalarına üstü kapalı bir şekilde; “AKP Hükümeti’nin somut olarak müzakere başlıklarında kalıcı barışa gidecek çalışmalar yapmak yerine, kamuoyunda gerçekliğe tekabül etmeyen beklentiler üzerinden algı yönetimi oluşturma çalışmalarıyla zaman harcadığı tespiti yapılmıştır” denilmiştir.[4]
Demirtaş, Öcalan’ın 4 Şubat mesajının inkârının üzerinden çok geçmeden 17 Şubat günü ağız değiştirip Öcalan’ın çağrısının olduğunu bir ilave ile kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu ilave ise, “Çözüm süreciyle ilgili silah bırakma ve silahsızlanma tartışması yürütülüyor, ancak hükümetin 10 maddelik ev ödevi var. Bu da İmralı’da konuşulmuş, bunu neden söylemiyor? Bunu neden yazıp çizmiyorlar?” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır.
Böylece Kandil’in görünürde iç güvenlik yasasına yönelik eleştirilerden, bu yasanın geri çekilmesi yönündeki isteklerden dolayı 15 Şubat’ta yapılması kararlaştırılan açıklama ertelenmiştir. Bunun üzerine taraflar (Devlet-KCK/PKK) arasında yoğunlaşan görüşme trafiğinin ardından bu açıklama, ancak 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de gerçekleşebilmiştir.[5] Dolmabahçe’de 28 Şubat’ta yapılan ortak açıklamadan sonra KCK’nın onay açıklaması ise bazı ‘ama’larla gelmiştir. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı “Samimiyet ve uygulama sırası AKP’ye gelmiştir. Bunun ilk göstergesi İç Güvenlik Paketi’nin geri çekilmesi olacaktır. İç Güvenlik Paketinde ısrar, sürecin ruhuna uygun olmayan bir tutum” denilmiştir. “Hareketimiz ilgili örgütsel platformlarında Önder Apo’nun müzakere taslağını değerlendirmiş, tam destekleme ve bu yol haritasının gereklerini yerine getirme kararını almıştır. Bunu kamuoyuna da açıklamıştır. Önder Apo bu durum karşısında demokratik çözüm çabaları ve yapılan fedakârlıkların boşa gitmemesi ve tıkanıklığı aşmak için yeni bir girişimde bulunmuştur. Son açıklama AKP hükümetine ve hareketimize karşılıklı sorumluluklar yüklemektedir. Sürecin sağlıklı yürümesi açısından Hükümetin sorumlu davranıp yeni durum karşısında sorumluluklarının gereğini yerine getirmesi durumunda bugüne kadar sürdürdüğümüz ateşkesi tahkim edilmiş hale getirmek için biz de sorumluluklarımızı yerine getireceğimizi kamuoyuna açıkça deklere ediyoruz. Tahkim edilmiş bir ateşkes bile başlı başına çözüm adımlarını atmak için önemli bir zemin ve fırsattır.” (1 Mart 2015 tarihli gazeteler)
Dolmabahçe açıklamasına Erdoğan’ın tepkisi ise, “Hasretle beklediğimiz bir çağrıdır. Asıl olan uygulamadır. Çağrılar güzeldir, bu uygulama seçim öncesinde araziye ne kadar yansıyacak. Mart seçimlerinde ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yansımadı. Yapılan bu açıklamaların arkasında durulur. Silahı bırakması gereken bölücü terör örgütüdür. Burada güvenlik güçlerinin silah bırakması ham hayaldir. Kalkıp da asker, polis silah bıraksın diyorlarsa böyle saçmalık olmaz. Teröre bir teşebbüs yoksa güvenlik güçlerimiz de buna tevessül etmez” şeklinde olmuştur.[6]
Başbakan Davutoğlu ise, “Hiçbir Anadolu evladı dağa çıkarılamayacak. Dışlayıcılık, ayrımcılığı ayaklarımızın altına alıyoruz. Artık bu topraklarda kimse silah diliyle konuşmamalı. Bugün yapılan açıklamayı ve onun uygulanmasını yakından takip edeceğiz. Kim birbirine silahlandırırsa onun karşısında dimdik ayakta olacağız. Anadolu evlatlarını kim karşı karşıya getirirse bizler bunların karşısında duracağız. Anadolu evlatları için barış ve ebedi dostluk için mücadeleye devam edelim.”
HDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan ise, ‘Öcalan’ın açıklaması niyet beyanıdır. Öcalan, kongre çağrısını asıl 10 madde üzerinde mutabakattan sonra yapacak. İzleme kurulunun katıldığı ilk toplantı, müzakere tarihi olarak belirlenecek ve 10 madde tartışmaya açılacak’ şeklindeki açıklama ise hükümet kanadının açıklamalarından farklı olarak silahların bırakılması için ‘şartların’ olduğu beyan edilmiştir.
Davutoğlu, açıklamanın son derece açık olduğunu vurgulayarak, “Orada, bir ön şart yok. Yani ’10 madde konuşulacak, sonra silah bırakma görüşülecek’ diye bir husus yok. Aksine, silah bırakma iradesi, çağrısı ve bunun tarihi bir adım olduğu vurgusu var. Daha sonra da 10 madde etrafında Türkiye’nin genel siyaseti ile ilgili tartışmalar yapılabileceği, bu on maddenin bu süreçte önemli olduğu hususu var”[7] açıklamasını yapmıştır.
Selahattin Demirtaş, “1 Mart’ta PKK’ye silah bıraktıracak AKP değil, HDP’dir. Bu, bize kısmet ve nasip olacak. Türkiye’ye demokrasiyi getirecek olan HDP’dir derken, 3 Mart grup konuşmasında ise, “Biz bu hükümetin barış getireceğine zerre kadar inanmıyoruz, güvenimiz yok demişiz. Bunu dersen demek ki süreci bozmak istiyorsun, anlamına geliyormuş. Onlar barış hayalini satmak istiyorlar. Biz gerçek barışı halkımıza armağan etmek istiyoruz. Seçime 3 ay kala tam da barış hayallerini halka pazarlayacaktık buna engel oldunuz diyorlar. Ben de diyorum ki iyi ki engel olmuşuz. Biz sizin bu ülkeye demokrasi, özgürlük ve barış getireceğinize zerre kadar inanmıyoruz. Açıklama benden dolayı 25 gün gecikmişmiş. Ben sormak istiyorum bunu söyleyen kişiye. Açıklama 7 ay önce yapılacaktı? 7 ay geciktiren kimdir? O çağrı cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra gelecekti, ortak açıklama; 7 ay önce niye yaptırmadınız bu çağrıyı? Seçime yakın yapıp barış rüyalarını pazarlamak istediler. Buna öfkeliyiz, kızgınız, eleştiriyoruz diye de barış karşıtı olmuşuz. Ama AKP’ye güvenmiyoruz.”[8]
Peki, bu açıklamalardan sonra gerçekten silah bırakılacak mı? Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bu, çok zor görünmektedir. Nitekim KCK eş başkanları Cemil Bayık ve Bese Hozat, Türkiye’ye karşı silahlı mücadelenin ancak Öcalan’ın bizzat katılacağı bir kongrede karara bağlanabileceğini söylemiştir.[9] Çünkü terör örgütünü var eden silahlı mücadeledir. Ayrıca Irak’ta, Suriye’de ABD öncülüğünde işgal güçleri IŞİD’le ölümüne savaş vermektedir. Böyle bir ortamda terör örgütünün kolay kolay silah bırakması söz konusu değildir. Zaten, açıklamanın yapıldığı gün Fırat Haber Ajansı’nın KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile yapılmış bir söyleşiyi yayına konmuştur. Yapılan açıklamaların içeriğinden haberdar olan Karasu; “AKP hükümeti Önder Apo’nun heyetle yaptığı son görüşmeyi çarpıtarak, sanki müzakere olmadan, müzakere başlıklarında anlaşılmadan PKK silah bırakacakmış gibi bir açıklama yapılmasını HDP heyetine dayatmıştır. HDP Heyeti de hükümetin bu yaklaşımını Kandil’e iletmiştir. Kandil de bu görüşme çerçevesinde devlet heyetinin seçim öncesi hiçbir müzakere yapmadan, hiçbir mutabakata ulaşmadan silah bıraktırma çağrısı yaptırma çabasının bir oyun olduğunu ve bunun kabul edilemeyeceğini HDP heyetine bildirmiştir. (…) Anlaşılıyor ki HDP heyeti AKP’nin uygun gördüğü bir açıklama yapacak, hükümet de bu açıklamayı doğru bulduğunu söyleyecek. Bu da tabii bir kurnazlıktır. (…) AKP hükümeti önderliğin (Öcalan) ortaya koyduğu 10 başlıkta müzakere edip sorunu çözecek midir, çözmeyecek midir? Bu sorunun cevabı çok önemlidir. Bu sorun çözülmeden PKK silah bırakacak, ‘PKK kongresini yapıp silah bırakma kararı alacak’ biçimindeki yaklaşımlar demagojidir, toplumu aldatmak ve sorunu çarpıtmaktır.”[10]
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu daha da ileri giderek, Hükümet’in son dönemde kamu düzenini yeniden tesis için yaptığı operasyonları ‘siyasi soykırım’ olarak değerlendirmiş ve ‘kendilerinin de bu operasyonlara karşılık vereceğini, hatta askerleri, polisleri, kaymakamları, diğer devlet memurlarını ve onlarla işbirliği yapacakları ‘tutuklayacakları’nı söyleme[11] cüretini göstermiştir. Karasu’nun açıklamasından da anlaşılacağı üzere PKK/KCK, meydan okuyor, “sen beni tutuklarsan ben de seni tutuklarım” diyor, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerdeki egemenlik haklarını tanımıyor. Seninle eşit güç ve yetkilere sahibim diyor.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok ise, “Kürt sorununun çözümü konusunda ciddi adım atılmadan, Önder Apo özgürleşip bizzat gerillayla görüşmeden bu tür şeyler tartışılamaz. Gerilla da hiçbir biçimde silah bırakmaz.”[12]
Sonuç olarak;
1- Dolmabahçe açıklamasının anlamı 6-8 Ekim olaylarına benzer ‘kalkışmanın’ olmaması,
2- Türkiye içine silahlı saldırı yapmayacak şekilde silahları bıraksa –ki bu bana göre çok zordur- Irak ve Suriye’de silahlı olarak kalsa, istediği zaman Türkiye’ye yönelik saldırılar yapmasını engelleyecek bir madde yoktur.
3- PKK, içeride bıraksa bile çok anlam ifade etmez. Çünkü Doğu ve Güneydoğu’da bulunan PKK’lılar korkunç bir şekilde silahlanmıştır. Dolayısıyla dağdakiler silahı bıraksa bile, zaten kenttekiler –özellikle de- milis güçler (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H), Özel Savunma Birlikleri (ÖSB) 6-8 Eki olaylarında da görüldüğü gibi silahlandırılmıştır.
PKK neden silah bırakmaz. Çünkü:
– PKK demek silah demek. Silahı bıraktığı anda PKK denen bir yapı kalmaz. Türk ve Kürt kökenli vatandaşlar üzerinde silahla korku yaratıldı. Silahı bırakırsa bu gücü elinden gider.
– Legal alanda siyaset içinde güç olma, legal siyaseti ve Kürt siyasetçileri denetleme, seçimlerde tek belirleyici unsur olma, belediyeleri ele geçirme, onlar üzerinde kontrol kurma, mali gücüne güç katma olanaklarına silahla kavuştu. Silah bırakılırsa bunlar da elden gider.
– PKK, gelinen aşama itibarıyla kendine özgü bir alanda egemen, otorite, despotik olma amacı ve ihtirasına sahip. Özetle kendi despotik imparatorluğunu kurmak istiyor. PKK yöneticileri ancak silahla bunu sağlayabilir. Ortadoğu’daki durum, PKK’nın silahlı güç olarak devamına kolaylık sağlıyor. Silahı bırakırsa tüm bu olanakları da kaybeder.
– PKK üzerindeki ulusal ve uluslararası vesayet güçleri, başka bir deyimle PKK’nın bağımlı olduğu ulusal ve uluslararası güçlerin (özellikle dünya uyuşturucu ve silah mafyasının) izni olmadan silahı bırakamaz.
– Örgüt, kendi bünyesi ve ona hizmet eden partilerin çıkarlarını ön planda tuttuğu için “Biji Serok Apo ve PKK” sloganını Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirme amacından uzaklaşmamak için silah bırakmaz.
– Kürt Federe Devleti ya da gelecekteki amacı olan Büyük Kürdistan’ın Baas Partisi olma ve Abdullah Öcalan’la “Büyük Kürdistan”ın liderliğini kazanmak için silahı bırakmaz.
– Yurt dışında her ferdi silahlı olan PKK yurt içindeki militan ve milislerini de silahlandırdı. Bu denli bir silahlı gücün her türlü eylemi rahatlıkla yaptığı ve çözüm sürecine de iktidarı kolaylıkla zorladığı için silahı bırakmaz.
– PKK’nın elindeki en büyük koz silahtır. Bundan elbette ki vazgeçmez, geçemez.
– PKK silah bırakacağına aksine daha da marjinalleşti ve önemli bir silahlı güç haline geldi. Silahı bıraktığı an bunun bir intihar olduğunu, partinin tamamen amaçları ile birlikte tarih olacağını çok iyi bildiğinden silahı bırakmaz.[13]
Netice olarak;
30-40 yıldır Türkiye’de terör estiren, varlığı silahlı eylemlere borçlu olan bir terör örgütü veya ayrılıkçı bir örgüt kendiliğinden silahları bırakmaz. Terör örgütüne silah bıraktırmak ancak güç ile mümkün olabilir. Türkiye ise, gelinen noktada bu gücü kendisinde göremiyor. Bu tablo ise, Türkiye’yi Çözüm Süreci’ni bitirmesinin zor olduğu gerçeği ile karşı karşıya bırakıyor. Çözüm süreci, Kürt sorununun çözümü, silahların toprağa gömülmesi söylemi çok güzel ve olması gerekiyor. Ama içinde bulunulan şartlar buna çok da uygun değil. Türkiye’nin yapmaya çalıştığı ise, daha iyi bir zaman ve daha iyi şartlar için zaman kazanmaktır. Umut ve temenni ederiz ki, silahlar susar ve Türkiye’nin, hatta bütünüyle bölge üzerine kara bulut gibi çöken terör (başta emperyal ve Siyonist terör olmak üzere) biter, kitleler ise rahat bir nefes alırlar. Uzak görünmekle birlikte, imkânsız değildir. Bu imkânsızı gerçekleştirmek, kitlelerin el birliğiyle, omuz omuza vererek mücadelesi ile mümkündür. Bu da çok zor değildir.
DİPNOTLAR
[1] Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, terörün, Türkiye’ye ekonomik maliyetini şu şekilde açıklamıştır; “Terör olmasaydı, Türkiye’nin her yıl ortalama 0,50 puan daha fazla kalkınması mümkündü. Bunun da rakamsal karşılığı 2 trilyon 345 milyar TL’dir.” Genel bakış açısı ile terörün büyüme performansına etkisi başlığı altında iki ayrı tahminde bulunduklarını anlatan Kurtulmuş, Türkiye’nin 28 yıl boyunca yüzde 4,07 oranında büyüme sergilediğini, Türkiye’nin her yıl yüzde 0,25 oranında daha fazla büyümesi durumunda 1 milyar 144 milyon TL, yüzde 0,50 oranında büyümesi durumunda ise 2 milyar 345 milyon TL büyüme elde edilebileceğini bildirdi.
Kurtulmuş, 1986-2012 yılları arasında faiz giderlerinin 633 milyar TL olduğunu, bu rakamın bugünkü karşılığının ise 1 trilyon 600 milyar TL olduğunu bildirerek, aynı dönemde devletin yaptığı harcamalar ve yatırımların toplamının ise 1 trilyon 944 milyar TL, bugünkü değer ile rakamın 4 trilyon 46 milyar TL’ye denk geldiğini söyledi. (Bkz; 20 Kasım 2013 gazeteleri)
[2] Daha geniş bilgi için bkz; http://www.bilgesam.org/incele/1201/-cozum-sureci-kronolojisi–28-aralik-2012-22-eylul-2013/#.VSLROvmsVqU
[3] http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/demirtas-top-akpnin-sahasinda
[4] http://www.aljazeera.com.tr/haber/imrali-kandil-hattinda-mesaj-muammasi
[5] Bu ortak basın toplantısında açıklanan 10 madde;
- Demokratik siyaset tanımı ve içeriği
- Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması
3.Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri
- Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar
- Çözüm sürecinin sosyo ekonomik boyutları
- Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin, kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması
- Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri
- Kimlik kavramı, tanımı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi
- Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması
- Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa
[6] https://www.tccb.gov.tr/haberler/170/92428/silahlarin-birakilmasi-cagrisi-cok-onemli-bir-beklentiydi-ancak-uygulamasini-da-gormemiz-lazim.html
[7] http://www.bik.gov.tr/silahlari-birakmanin-ama-si-olmaz-haberi-84613/
[8] http://www.dha.com.tr/pkkya-silahi-biraktiracak_885038.html
[9] http://www.bianet.org/bianet/siyaset/162910-kck-ocalan-gelmeden-silah-birakmayiz
[10] http://www.milliyet.com.tr/dolmabahce-ve-kandil-gercekleri/dunya/ydetay/2021040/default.htm
[11] http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=122664&haberBaslik=Soyk%C4%B1r%C4%B1m%20operasyonlar%C4%B1na%20kar%C5%9F%C4%B1l%C4%B1k%20verece%C4%9Fiz&action=haber_detay&module=nuce
[12] http://www.aljazeera.com.tr/gorus/cozum-surecinde-yaklasim-farkliliklari
[13] http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/saygi-ozturk/pkk-silahi-birakmaz-cunku-2-757977/