Arşiv Genel Yazarlar

Kulluk Kavramı Bağlamında İbadetin Mahiyeti

Her inanışta belli başlı geleneksel ve esas kabul edilen unsurlar bulunur. Bunlardan bazıları dinî törenlerde, belli zaman dilimlerinde yapılırken bazıları da günlük yapılır. İslamiyet’te ise nasıl ki hac, yılın belli bir döneminde yapılıyorsa namaz da günlük yapılan bir ibadettir. Bundan dolayı ibadet denince zihnimizde belli biçimlerdeki ritüeller canlanır. Fakat ibadetin mahiyetini kavrayabilmek adına bu kavramı daha detaylı bir şekilde incelemek gerekir.

İbadet kavramı, sözlükte; “boyun eğme, alçakgönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma” anlamlarına gelirken dinî bir terim olarak “insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, onun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlar” anlamında kullanılır. Fakat bu kavrama daha özel bir sınır çizildiğinde belli ve düzenli davranış biçimleri için kullanıldığı söylenebilir.[1] Örneğin günde beş vakit kılınan namaz, okunan Kur’an, çekilen zikir ve edilen dua… Hangi biçimde olursa olsun, Allah ile irtibat kurulan her yolda yaratıcısına seslenen bir kul konumundadır mümin. Dolayısıyla da ibadet kavramını anlamlandırabilmek için kulluk kavramına yönelmek, meseleye yeni imkân pencereleri açacaktır.

Arapçada ibadet kavramı, “abd” kökünden gelir, bu sebeple “kulluk ve itaat” manasını taşır. Muhammed Hamidullah, “abd” kavramına dair soruşturmasında tanımına “kul” ile birlikte “hür veya köle olan insan” ifadesini de ekler. Nitekim ibadette, itaat manası da saklıdır. Eğer kulun itaat ve kulluğu Allah içinse o kişi özgür, başka bir kul içinse köledir.[2] Ragıb el-İsfahani de Kur’an’da bu iki farklı pencerenin mevcut olduğunu dile getirir: Allah’a kulluğu açısından “abd” ve dünya ile dünya servetine kul olan “abd”.[3] Bizim kastettiğimiz ve en faziletli olan kulluğun, Allah’a olan kulluk olduğu aşikârdır. Lakin söz konusu itaat ve kulluk olduğunda bu tür bir özgürlüğün, nasıl bir özgürlük olduğu sorusu akla gelir. İtaat; başkasının tahakkümü altında olmak, adanmışlık, tapınma gibi çağrışımlara sahipken modern dünyanın insanlarının özgürlük anlayışıyla taban tabana zıt bir tasvirdir bu. Böylece kulluğun özgürlükle olan ilişkisi, bir gerilim oluşturur, aklı karıncalandırarak bu sorunun peşine düşmemiz için bizleri rahatsız eder.

Özgür olmanın ne olduğuyla ilgili varsayımlar, bizleri büyük bir boşluğa doğru çeker. Çünkü özgürlük ne serseriliktir ne de başıboşluk. Özgürlüğün bu şekilde zannedilmesinin temelinde, başına buyruk davranmak ve bağımlılıklarını fark edememek gibi bir özgürlük varsayımı yatar. Oysaki kişiyi özgür kılan, kelimenin tam anlamıyla özünü gürleştiren şeydir. İsmet Özel, buna kendi kitabında şu şekilde yer verir: “Özgürlük kelimesi bize ‘öz’ün ‘gür’lüğünden söz ediyor. İnsanlar söz konusu olduğunda, öz dediğimiz zaman, o insanın kendini, zatını anlarız. İnsanlardan gayn (perde) nesneler için asıl, esas anlamına gelir ‘öz’. Halis olana, cevhere öz deriz. (…) Bir şeyin gür olması demek, bollukla ve güçlü olarak çıkıp fışkırması demektir. Yani özgürlük insem (iç dikiş) olarak aslımızda, bizim halis cevherimizde, fıtratımızda bulunan şeyin fışkırması, serpilip hayat bulmasıdır.”[4] Bu ifadeler elbette ki insanın, daha doğrusu yazımız boyunca bahsettiğimiz “hür kulun” özünün ne olduğunu hatırlamayı zorunlu kılar.

Özgür olmanın bir şeyden özgür olmak olarak anlaşıldığını söylemek yanlış olmaz. Peki, neyden özgür olup özümüzü gürleştireceğiz? Buna verilecek cevap, muhakkak saf olan özümüzü baskılayan ve kulluğumuzu temin eden unsurları eriten bir şey üzerine olmalıdır. Baskılanan özümüz, fıtratta yansıması görülen hakikattir. Hatta bu sebeple Kur’an ve sünnet, bize ne olduğumuzun bilgisini vermesi bakımından özgürlüğümüze engel değil, aksine özgürlüğümüzün mümkün olduğunu anlatan kaynaklardır.[5] Dolayısıyla Allah ve resulüne ittiba, özümüzü gürleştirip bizi özgürleştirecek yegâne şeydir. Yaşamı bu ittiba çerçevesinde düzenlemek ve hayata bu gözle bakmak, müminin her anını bir ibadet kılacaktır.

İbadet üzere yaşamak ve ibadet etmenin özü esasında böyledir. İnsanı eşref-i mahlukat yapan, varlık mertebesini yükselten ve onun kemale ulaşmasını sağlayan imkân, burada açığa çıkar. Kulun özünü gürleştiren imkân, ibadettedir. İbadet ettikçe perdeler kalkar. Tekâmül gerçekleşirken her bir perdenin kalkmasıyla kulun özünü gürleştiren bir rızık verilir. Kul özgürleştikçe özgürleşir ve son perdesinde hakiki saadet kendisine bahşedilir.

Son birkaç sözle toparlanacak olursa ibadetin kulluk, kulluğun da özgürlükle bağlantısının -bilhassa nebevi çemberde ehemmiyetinin- altını çizdik. Sonucunda vardığımız noktada, adım adım tekâmülü sağlayanın nebevi bilginin ışık tuttuğu ibadetler olduğu kanısına vardık. Dünya nimetlerine değil, Allah’a kulluk etmenin faziletini ortaya koyduk. Böylece zamanın gölgesinde sıkışıp kalmış, gelip geçici eşyaya itaat etmek değil, an içinde kendini değerlendirecek farkındalığa sahip olmak (vukufi zamani) gerekecektir ki o eşyanın gelip geçici olduğu hatırlanabilsin. Zira ibadet yoluyla Allah’a itaat ederek hakiki saadete nail olmuş, hür bir kul olabilmektir mesele. Kulun hür olabilmesi ve kulluğunun da Allah’a olabilmesi için yapılacak ibadet, evvela dünyaya kulluktan sakınmaktır. Ne güzel söylemiş Yunus Emre:

İbadetler başıdır terk-i dünya

Eğer müminsen ana inanasın[6]

Zeynep KOÇ

[1] Mustafa Sinanoğlu, “İbadet”, DİA maddesi.

[2] Muhammed Hamidullah, “Abd”, DİA maddesi.

[3] Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, “Abd” maddesi.

[4] İsmet Özel, Taşları Yemek Yasak, İstanbul: Şule Yayınları, 1999, s. 20.

[5] Özel, age, s. 21.

[6] Abdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. 382.

Exit mobile version