İkinci gün Mescidi Aksa’nın yakınındaki, Zeytin Dağını, Selman-ı Farisi, Rabiatül Adeviye’nin Makamlarını, Beytüllahimi, El Halil Camiini, Nebi Musa Camiini, Lut Gölünü ve Eriha’yı gezdik.
Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü sadece Haçlılardan geri almamış, buralara, Hristiyanların kutsal yerlerinin hemen yanı başına İslami Mekânlar da yerleştirmiş.
Hz. İsa Aleyhisselamın Allahu Teâla tarafından göğe yükseltildiğine inanılan yere geliyoruz. Buranın üzeri daha sonra bir kubbeyle
Selahaddin Eyyubi bununla yetinmemiş Hristiyanların kutsal günlerine karşı Nebi Musa Şenliklerini Müslümanlara hediye etmiş. Hristiyanların ağlamaklı ve üzgün çile yolu yürüyüşüne karşı, Nebi Musa Şenlikleri yapmış. Böylece fethi daha kalıcı hale getirmiş ve Kudüs’te nüfus yoğunluğunu sağlamaya çalışmış.
Mescidi Aksa’yı bir de Zeytin Dağı’ndan seyrettik.
Zeytin Dağı’nda bulunan Selman-ı Farisi (R.A.)’ın Makamını ve mescidi ziyaret ettik. Selman-ı Farisi (R.A.)’ın kabri aslında burada bulunmuyor. Selahaddin Eyyübi’nin Hristiyanların kutsal kabul ettiği mekânlarına karşı buraları İslamlaştırmak, Müslümanların ilgisini buralara çekmek, nüfus ve yerleşim politikası gereği bu değerli sahabe için böyle bir makam yaptırdığı söyleniyor. Bu mescidin bakımını ve gözetimini Filistinli bir Müslüman bacı yapıyor.
Yine bu mekânın biraz aşağısında bulunan ve herkesin tanıdığı Rabiatul Adeviyye’nin Makamını da ziyaret ettik. Kesin olmamakla birlikte kabrinin burada olduğu söyleniyor. Burası da Selahaddin Eyyubi’nin belki buraları İslamlaştırma gayretinin bir sonucu olarak makam ve ziyaret yeri haline getirilmiş olabilir. Bu ziyaret yerinin bakım ve bekçiliğini de Filistinli bir Müslüman yapıyor.
Selahaddin Eyyübi’nin Allah’ın izniyle sadece askeri bir deha değil, ileriyi gören bir devlet adamı ve yönetici olduğunu da bu vesileyle anlıyoruz.
Beytüllahim
Beytüllahim (Bethlehem), Hz. İsa a.s.’ın doğduğuna inanılan, Bizans tarafından yaptırılan Kutsal Beşik Kilisesinin ve yanında Hz.Ömer Camii’nin olduğu, Kudüs’e yakın başka bir şehir. Şehre kontrol noktalarından geçerek ulaşabiliyorsunuz. Filistin halkı bu sıkıntı ve eziyetlere her gün katlanmak zorunda.
Doğuş kilisesi olarak da adlandırılan bu yapı çok eski. Hatta Hristiyan Dünyasının ilk kilisesi olarak kabul ediliyor. Kilise Hz. İsa’nın doğduğuna inanılan mağaranın üzerine inşaa edilmiş. Kiliseyi ve altındaki mağarayı ziyaret eden çok sayıda Hristiyan gördük.
Kilisenin hemen yanında Hz. Ömer Camii bulunmakta. Rivayetlere göre Hz. Ömer buraya geldiğinde, namaz vakti olduğu için namaz kılabileceği bir yer gösterilmesini istemiş, Patrik de Hz. Ömer’e bu kilisede namaz kılabileceğini söylemiş, ancak Hz. Ömer kendisinden sonra Müslümanların kiliseyi camiye çevirebileceklerini düşünerek, kilisenin dışında ve şu anki caminin olduğu yerde namazını eda etmiş, Müslümanlar da işte bu yere, daha sonra Hz. Ömer Camiini inşaa etmişler.
El Halil Camisi
Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından El Halil Şehrine vardık. El Halil Şehri İşgal Güçleri tarafından duvarlarla kapatılmış ve kuşatılmış durumda. El Halil Şehrine de işgal güçlerinin kontrol noktasından geçerek ancak ulaşabiliyorsunuz. Şehrin özellikle Filistinlilerin yaşadığı yerleşim yerleri duvarlarla örülerek Müslümanların tarım arazilerine geçişi engellenmiş durumda. Halk arazilerinin başına gidemiyor, hasat zamanı özellikle işgalciler tarafından halkın arazilerinin başına gitmelerine izin verilmeyerek ürünlerin heba olmasına neden olunuyor.
Halilürrahman Camiinde Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf (hepsine selam olsun) Peygamberlerin ve zevceleri Hz. Sare, Hz. Rıfka, Hz. Laika’nın kabirleri var. Hz. Yakup ve Hz Yusuf (AS)’ın naaşlarının vefat ettikten sonra El Halil’e getirilerek defnedildiği anlaşılıyor.
1994 yılında bir Yahudi tarafından sabah namazında makinalı tüfekle elliden fazla Müslüman şehid edilir, Siyonist İşgal rejimi tarafından cami 8 ay kapalı tutulur, 8 ay sonra caminin yaklaşık %60’ı sinagoga çevrilerek açılır. Aslında bu olay planlıdır, asıl amaç caminin tamamını sinagoga çevirmektir.
El Halil Camisinin baskın ve katliamdan sonra işgal edilen %60’lık kısmı yılda sadece 10 gün Müslümanlara açılıyor.
Cami tamamen işgal güçlerinin kuşatması altında. Cami ikiye bölünmüş durumda. Müslümanlar ve Yahudiler iki ayrı kapıdan girebiliyorlar Camiiye. Müslümanlar sadece Hz. İbrahim ve ilk eşi Hz. Sare ile Hz. İshak ve eşinin kabirlerini ziyaret edebiliyorlar. Yahudilerin ele geçirdikleri kısımda ise Hz. Yakup ve eşinin kabirleri mevcut. Caminin Müslümanlarda olan kısmına girişler ise ancak turnike ve x-ray cihazlarından geçilerek mümkün olabiliyor.
Camide Halepli marangoz ustasının yaptırmış olduğu 3 ahşap minberden sadece biri mevcut. Çok değerli bir eser. Aksa Camisindeki Yahudi işgalciler tarafından yakıldı, Halep’deki de Zalim Diktatör Esed’in şebbiha çeteleri tarafından yakılmıştı. Şu anda sadece bu camideki minber kalmış durumda.
Halilurrahman Camisinde olduğu gibi Caminin dışında da işgalci Yahudilerin zulümleri devam ediyor. Hz. İbrahim Camisinin altındaki El Halil Çarşısı ile Filistinlilerin yaşadığı bölgenin özellikle bağlantısı kesilerek Çarşının yok olmasına çalışılıyor. Birçok dükkân şimdiden kapanmış durumda ve hemen hemen hiç müşteri de yok. Açık olan dükkânların içerisinde kayda değer bir malzeme de bulunmamakta. Bir zamanlar bu çarşının çok işlek ve zengin olduğu söyleniyor. İşgalciler nasıl ki tarım arazileriyle yerleşim yerlerinin irtibatını keserek tarımı bitirmek istiyorlarsa aynı sinsi ve hukuksuz mantıkla ticareti de bitirmek istiyorlar. Bunda da kötü emellerine ulaşmışa benziyorlar.
Demir turnikeyle içerdeki asıl çarşıya giriyoruz. Burada da doğru düzgün müşteri yok. Dükkânların çoğu kapanmış durumda. Yahudiler tarafından ele geçirilmiş ve Çarşı yoluna bakan bazı evlerden, çarşı sokağına çöp ve pisliklerin atılması sonucu Filistinli dükkân sahipleri çareyi çarşı sokağının üstünü boydan boya kapatan büyük fileler örtmekte bulmuşlar. Bu olay bile işgalcilerin ne kadar insanlıktan çıktıklarını göstermektedir. Onların yerinde olan hiçbir Müslüman aynısını yapmazdı, komşusuna eziyet etmezdi. Bu insanlıktan nasibini almamış Siyonistleri görünce Müslüman olduğumuza şükrediyoruz.
El Halil şehrinin, Camisinin, Çarşılarının kuşatılmış, işgal edilmiş olmasının ve Filistinli Müslümanların maruz kaldıkları sıkıntıların verdiği hüzün ile şehirden ayrılıyoruz.
Nebi Musa Külliyesi
Eriha’ya yol alırken yolda Nebi Musa Külliyesini ziyaret ettik. Külliye ilk olarak Selahaddin Eyyübi tarafından Hz. Musa’ya nispet edilerek yaptırılmış. Yine Selahaddin Eyyübi’nin Filistin topraklarına ilgiyi arttırmak, bu toprakları Hristiyanlara karşı sahiplendirmek, Haçlı saldırılarına karşı direnç göstermek ve buraların Müslümanlara ait olduğunu göstermek amacıyla Nebi Musa Makamının yapıldığını zannediyoruz. Aslında işin merkezinde Kudüs var, Kudüsü korumak var. Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ü muhafaza etmek için uyguladığı bir strateji aslında.
Siyonistleri ilginç bir şekilde burayı sahiplenmeye ve işgale çalışmadıklarını görüyoruz. Aslında bu bile Yahudilerin aslında peygamberlere karşı olduklarının bir göstergesi. Siyonistlerin dünyaya bakışı zaten güçden yana, zorba ve menfaatçi olduğu için, Hz. Musa’yı sahiplenmemeleri ve kızgınlıklarının başka tarihi nedenleri de olabilir.
Selahaddin Eyyübi Nebi Musa Makamını inşaa ettirdikten sonra 1187 yılında Nebi Musa Şenliklerini başlatmış, Şenlikler Hristiyan Hacıların yoğun olduğu, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inandıkları ve yürüyüş ve törenler düzenledikleri güne denk getirmiş. O zaman Hristiyanlar tehdit olduğu için bu şenliklerle, taşınan sancaklarla, Kudüs’ten buraya yürüyüşlerle Hristiyanlara aslında bir gözdağı da vermiş oluyor. Bir başka mesaj da Hristiyanların Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inandıkları acılı günlerinde Müslümanların mutlu ve neşeli bir şekilde şenlik yapıyor olmalarıydı. Bu şenliklerle O zaman Kudüs’e bir tehdit oluşturan Hristiyanlara karşı psikolojik bir mesaj da verilmiş oluyordu. Yani Selahaddin Eyyubi sadece Kudüs’ü fethetmekle kalmamış, aynı zamanda bu fethi yaşatmak ve kalıcı kılmak için dini makamlar ve gelenekler de ihdas ettirmiş.
Nebi Musa Şenlikleri aslında Nebi Musa Makamı ile Mescidi Aksa arasında yürüyüşü de kapsıyordu. Ancak 1187 yılında başlayan ve Doğu Kudüs’ün Siyonistlerce işgali olan 1967 yılına kadar düzenli olarak gerçekleştirilen dini ve kültürel bir gelenek olan bu yürüyüş, işgal nedeniyle artık gerçekleştirilemiyor.
Bu makam Osmanlı döneminde de Hac kafilelerinin uğrak yeriymiş. Bu gün de Filistinliler burayı ziyaretleriyle, Makamın çevresindeki mezarlarıyla bu ilgiyi hala devam ettirmeye çalışıyorlar. Kudüs sadece kederle ve üzüntüyle kurtulabilecek bir yer değil, şenliklerle de veya başka etkinlik ve mücadelelerle de muhafaza edilebilecek bir şehirdir.
Eriha
Nebi Musa Mescidinden sonra daha içerilere ve aşağılara doğru yol alıyoruz. Aşağı doğru indikçe deniz seviyesinden de aşağıya inmiş oluyorsunuz. Hava sıcaklığı artıyor ve hava da basıklaşıyor. Eriha deniz seviyesinin yaklaşık 400 metre altında, verimli toprakları olan bir şehir.
Eriha tarihin en eski şehirlerinden biri, yaklaşık 10 bin yıl kadar eskiye dayanmaktadır. Eriha Filistin bölgesi içinde kalmakta. Aslında Filistin bölgesi diye iddia edilen yerler de Siyonist İsrail’in işgali altında ve her an işgalciler tarafında girilip terör estirilen yerler. Yani sadece sembolik olarak Filistin Otoritesinin yönetiminde. Filistinlilerin yaşadığı yerler genellikle yoksul ve bakımsız.
Eriha aynı zamanda, çok eski ve çok sayıda medeniyete ait bir çok tarihi eser de barındıran bir şehir, Eriha içerilerinde dağların uçurumunda bulunan Korantol Manastırı uzaktan kolaylıkla görülebiliyor. Hristiyanlar Hz. İsa’nın burada 40 gün kaldığına inanıyorlar.
Ölü Denize (Lut Gölü)
Eriha’da kısa bir şehir turundan sonra Lut gölünün kıyısına geliyoruz. Burası Sodom ve Gomorra’nın yani Lut Kavminin yaşadığı yer. Gölü seyrederken Hz. Lut’un kavminin tüm uyarılara rağmen nasıl sapkınlıklarına devam ettikleri ve Allahu Teâla tarafından nasıl korkunç bir şekilde helak edildikleri aklımıza geliyor.
Göl Siyonist işgal rejimiyle Ürdün arasında ikiye bölünmüş durumda. Ancak göl daha çok Siyonistler tarafından sömürülüyor. Filistinliler ise göle yaklaştırılmıyor.
Göl tel örgülerle çevrili olduğu için çok yaklaşamıyoruz. Gölde balık ve diğer canlılar yaşamıyor, sadece tuza dayanıklı bir iki mikroorganizma yaşıyor. Gölün derinliği deniz seviyesinden 800 metre aşağıya kadar uzanıyor. Hava sıcak ve basık burada.
Siyonistler tüm Filistin’i olduğu gibi burayı da kuşatmışlar, belli bölgelerini ya plaj olarak kullanıyorlar ya da gölden tuz ve mineral çıkarmakta (daha doğrusu çalmakta) kullanıyorlar. Tam bir kapitalist mantıkla hareket ediyorlar, önce yapay olarak kaynakları kıt hale getirip, ondan sonra bundan menfaat temin etmeye çalışıyorlar. Gölden alınan mineralli sularla şampuanlar, sabunlar, makyaj malzemeleri imal edip dünyaya ihraç ediyorlar ve bundan astronomik karlar elde ediyorlar. Lut gölü sadece ticari marka olarak kullanılıyor burda, iyileştirici bir özelliğinin olmadığı söyleniyor ve bunlara inanıp bu ürünlerden fahiş fiyatlarla asla satın almamak gerekiyor.